Ney… O, ünlü ve esrarlı kamış… Yemyeşil kamışlığın sakin ve
serin toprağından koparılır, kurutulur, sapsarı edilir, önü ardı kesilir. O da
yetmez, her yanı delik deşik hale getirilir. Bütün bunlara katlanır, o ‘narin’
kamış. Katlanır ki, ses çıkarma kudretiyle donatılmış bir çift usta dudağa değme
bahtiyarlığına erebilsin ve göklere bir ezgi yağmuru dökebilsin. Onca ayrılık,
onca çile, onca kahır, ses üfleyebilen dudaklara değebilmek ve zamana bir şeyler
bırakabilmek için çekilir. Sonsuzlaşmak, ölümsüzleşmek diyoruz buna… İnsanın
gözünde, kendinden başka her şeyi silen ve büyük ruhların hayatlarını tek değer
halinde dolduran kara sevdadır sonsuzlaşmak ve ölümsüzleşmek…
Ne ses
üfleyen dudaklar ne de ney, acılarından çilelerinden yakınır. Elverir ki,
birbirini bulabilsin, gaye olan sesi çıkarabilsinler. Onların talihsizliği,
birbirini bulamamak ve mavi kubbede yankılanacak ezgileri yaratamadan yok olup
gitmektir.
İki sevgilidir neyle nefes. Ve onların buluşmasından doğar
sonsuzluk şarkısı… Biri arayan, biri aranandır. İkisi de aynı anda hem seven hem
sevilendir.
ÇİLELİ AŞIKIN SEMBOLÜ, NEY…
Sûfî
düşünce, neyi; sonsuzluk yolcusunun, Tanrı erinin, bıkmaz usanmaz âşıkın sembolü
sayar. Istıraplarla içini boşaltan ve sevgilinin dudaklarına değebilme
mutluluğuna eren aşk yolcusunun sembolüdür ney… Ve ses… Ses, neyin
ürünü
müdür, ona üfleyen dudakların mı? Ne önemi var. Ses çıksın da, payın büyüğü
kimin olursa olsun. Önemli olan, dudağın neye, neyin dudağa
ulaşmasıdır.
Mevlana Rumî, neyle dudağın esrarlı bir özleyişle
birbirlerini aradıklarına şu ölümsüz beytiyle dikkat çeker:
“Teşnegân
ger âb côyend ez cihan,
Âb mîcôyed be âlem teşnegân.”
Yani, “Âlemde,
susamış kişiler su aradığı gibi, su da susamış kişiler arar.”
Neyin
sembolize ettiği bu ölümsüz mânâ, ölümsüz Mevlana’nın ölümsüz Mesnevî’sinin ilk
beyitlerinde şöyle ifadeye büründürülmüştür:
“Dinle, bu ney nasıl
şikâyet ediyor; ayrılıkları nasıl anlatıyor. Diyor ki, ‘Beni kamışlıktan
kestiklerinden beri feryadımdan erkek de ağlayıp inlemiştir, kadın da.
Ayrılıklardan parça parça olmuş bir gönül isterim ki iştiyak derdimi anlatayım
ona. Ben her toplulukta ağladım, inledim; iyi hallilerle de eş oldum, kötü
hallilerle de. Herkes kendi zannınca dost oldu bana, içimdeki sırlarımı ise
kimse aramadı. Benim sırrım, feryadımdan uzak değil; fakat gözde kulakta o ışık
yok. Ateştir neyin bu sesi, yel değildir. Kimde bu ateş yoksa yok olsun o kişi.
Aşk ateşidir ki neye düştü, aşk coşkunluğudur ki şaraba düştü. Ney, bir dosttan
ayrılan eştir, dosttur; perdeleri perdelerimizi yırtıp attı.”
Masamın
üstüne yığılan mektuplardan bazılarını okurken bunları düşündüm. Bu okuduklarım,
mektuptan öte, yazıdan öte şeyler. Bunlar, sonsuzluk şarkısı âdeta.
Evet,
sevgili okuyucular! Böylesine güzel ve anlamlı seslerle dolu, demet demet
iletiler var önümde. Bunları okurken, ney ve dudağın ‘vuslat’ manzarasını
seyreder gibi oluyorum. Bu manzarayı zaman zaman sizin de seyretmenize aracı
olacağım.haberguncel.blogspot.com
Gönül bahçelerinin hoyrat eller tarafından insafsızca tahrip
edildiği bir dünyada, böylesine güzel sesleri ve duyuşları dinlemek eşsiz bir
bahtiyarlık değil mi?
Yorum Gönder