Ney, ses ve nefes - Yaşar Nuri Öztürk

Ney, ses ve nefes
Ney… O, ünlü ve esrarlı kamış… Yemyeşil kamışlığın sakin ve serin toprağından koparılır, kurutulur, sapsarı edilir, önü ardı kesilir. O da yetmez, her yanı delik deşik hale getirilir. Bütün bunlara katlanır, o ‘narin’ kamış. Katlanır ki, ses çıkarma kudretiyle donatılmış bir çift usta dudağa değme bahtiyarlığına erebilsin ve göklere bir ezgi yağmuru dökebilsin. Onca ayrılık, onca çile, onca kahır, ses üfleyebilen dudaklara değebilmek ve zamana bir şeyler bırakabilmek için çekilir. Sonsuzlaşmak, ölümsüzleşmek diyoruz buna… İnsanın gözünde, kendinden başka her şeyi silen ve büyük ruhların hayatlarını tek değer halinde dolduran kara sevdadır sonsuzlaşmak ve ölümsüzleşmek…

Ne ses üfleyen dudaklar ne de ney, acılarından çilelerinden yakınır. Elverir ki, birbirini bulabilsin, gaye olan sesi çıkarabilsinler. Onların talihsizliği, birbirini bulamamak ve mavi kubbede yankılanacak ezgileri yaratamadan yok olup gitmektir.

İki sevgilidir neyle nefes. Ve onların buluşmasından doğar sonsuzluk şarkısı… Biri arayan, biri aranandır. İkisi de aynı anda hem seven hem sevilendir.

ÇİLELİ AŞIKIN SEMBOLÜ, NEY…

Sûfî düşünce, neyi; sonsuzluk yolcusunun, Tanrı erinin, bıkmaz usanmaz âşıkın sembolü sayar. Istıraplarla içini boşaltan ve sevgilinin dudaklarına değebilme mutluluğuna eren aşk yolcusunun sembolüdür ney… Ve ses… Ses, neyin
ürünü müdür, ona üfleyen dudakların mı? Ne önemi var. Ses çıksın da, payın büyüğü kimin olursa olsun. Önemli olan, dudağın neye, neyin dudağa ulaşmasıdır.

Mevlana Rumî, neyle dudağın esrarlı bir özleyişle birbirlerini aradıklarına şu ölümsüz beytiyle dikkat çeker:

“Teşnegân ger âb côyend ez cihan,
Âb mîcôyed be âlem teşnegân.”

Yani, “Âlemde, susamış kişiler su aradığı gibi, su da susamış kişiler arar.”

Neyin sembolize ettiği bu ölümsüz mânâ, ölümsüz Mevlana’nın ölümsüz Mesnevî’sinin ilk beyitlerinde şöyle ifadeye büründürülmüştür:

“Dinle, bu ney nasıl şikâyet ediyor; ayrılıkları nasıl anlatıyor. Diyor ki, ‘Beni kamışlıktan kestiklerinden beri feryadımdan erkek de ağlayıp inlemiştir, kadın da. Ayrılıklardan parça parça olmuş bir gönül isterim ki iştiyak derdimi anlatayım ona. Ben her toplulukta ağladım, inledim; iyi hallilerle de eş oldum, kötü hallilerle de. Herkes kendi zannınca dost oldu bana, içimdeki sırlarımı ise kimse aramadı. Benim sırrım, feryadımdan uzak değil; fakat gözde kulakta o ışık yok. Ateştir neyin bu sesi, yel değildir. Kimde bu ateş yoksa yok olsun o kişi. Aşk ateşidir ki neye düştü, aşk coşkunluğudur ki şaraba düştü. Ney, bir dosttan ayrılan eştir, dosttur; perdeleri perdelerimizi yırtıp attı.”

Masamın üstüne yığılan mektuplardan bazılarını okurken bunları düşündüm. Bu okuduklarım, mektuptan öte, yazıdan öte şeyler. Bunlar, sonsuzluk şarkısı âdeta.
Evet, sevgili okuyucular! Böylesine güzel ve anlamlı seslerle dolu, demet demet iletiler var önümde. Bunları okurken, ney ve dudağın ‘vuslat’ manzarasını seyreder gibi oluyorum. Bu manzarayı zaman zaman sizin de seyretmenize aracı olacağım.haberguncel.blogspot.com

Gönül bahçelerinin hoyrat eller tarafından insafsızca tahrip edildiği bir dünyada, böylesine güzel sesleri ve duyuşları dinlemek eşsiz bir bahtiyarlık değil mi?

Yorum Gönder

[blogger][facebook][disqus]

Kemalın Askeri

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget