“Hiç yeri miydi açmak kalbi / Bu çiğ ışık altında”. Şu günlerde Behçet Necatigil’in bu dizeleri dilimden düşmüyor. Şu dünyanın en şanslı insanları şairler.
Bir dize söylerler, bir roman olur, bir nehir olur, bir deniz olur ve
ruhumuzun en kuytu köşelerine dokunurlar, sadece kendimize sakladığımız o
en kuytu köşeye... Öyledir hemen herkesin içtenliğinin cezalandırıldığı
anlar, durumlar vardır. O zaman kendimize lanet ederiz, “Neden böyle içten davrandım! Neden ruhumu çırılçıplak bir başkasına sundum!”. Sonra
usul usul maskeler edinmeyi öğreniriz ve yıllar içinde bu maskelerin
sayısı artar. İş maskelerimiz olur, aşk maskelerimiz olur, dostluk ve
arkadaşlık maskelerimiz olur. Anne-baba maskelerimiz olur, öğretmen
maskelerimiz olur, genel müdür maskelerimiz olur. Devrimci maskelerimiz
olur, kadın maskelerimiz olur, erkek maskelerimiz olur.
Bir gün bir de bakarız, bu maskelerin altında bize ait hiçbir
şey kalmamıştır. Bunu hissettiğimizde artık acı bile çekmeyi
unuttuğumuzdan, geriye bizden sadece bir büyük boşluk kalır. O zaman
biraz deli olanlar, tüm gemileri yakıp yeni bir hayata geçerler,
diğerleri için söylenecek pek bir söz kalmamıştır.
Allah Allah, memleketin derdi bitmiş gibi bir dizenin peşine
takılmış, kendimce bir pazar yazısı yazmaya çalışıyorum. Üstelik
limonata içtiğim kafede tam karşımda çok genç bir kız gözyaşlarından hiç
utanmadan ağlıyor. Yüzünde öyle derin bir acı var ki, hani elimi
uzatsam o acıya dokunabilirim. Gözlerimi ondan alamıyorum, ayıp oluyor
biliyorum ama elimde değil. Neredeyse kalkıp masasına oturacağım ve ona,
“şimdi çektiği acının zaman içinde
geçeceğini, ama asla, yeni acılardan korkmaması gerektiğini, bu acıların
onu büyüteceğini, zenginleştireceğini” söyleyeceğim. Gönül ablalık oynayacağım yani.
Evet, bütün bunlardan Behçet Necatigil sorumlu. Dizeleri
insanın canını acıtıyor ve en olmadık şeyler düşündürtüyor. Benim kaç
maskem var? Ya da çok yakın dostlarımın bilmediğim, görmediğim ne tür
maskeleri var? Bunu neredeyse bir oyuna çevirebilirim. Ressamlığın,
yazarlığın, sinemacılığın en güzel yanı bu olsa gerek. Bütün maskeleri
bir anda aşağı çekebilirsiniz? Gene de inmemiş bir maske takılı kalır.
Acaba maske satıcısı mı olsam? Beyim siz hangi maskeden almak
istiyorsunuz? Cool, herkese tepeden bakan, karşısındakini devamlı
küçümseyen ve ağzından dirhemle laf çıkan bir maske mi istiyorsunuz?
Buyrun.
Cancağızım, hâlâ bir tercih yapamadınız mı? Görmüş geçirmiş,
dünyanın anasını satmış bir maske mi istiyorsunuz? Ama o gerçekten size
uygun değil. Size uygun olanı hanım hanımcık bir maske. Beyaz atlı
prensini bekleyen, ağzı ayran budalası gibi bir karış açık bir maske.
Çünkü niyetiniz öyle özgür filan olmak değil, siz evlenip çoluk çocuğa
kavuşmak istiyorsunuz. Size uygun maske bu.
Hay Allah bu ses ne böyle, bu ses ne! Herkes o tarafa koşuyor,
tabii ben de. Yan yolda on sekizinde bir delikanlı, elinde tabanca,
yerde kanlar içinde yatan genç bir kızın üstüne kapanmış hıçkırıklarla
ağlıyor. Çevredeki herkes donmuş gibi, kimse bir şey yapmıyor ve
delikanlı hep aynı sözü yineleyip duruyor: “Seni seviyordum ben. Seviyordum!”
Donup kalıyorum. Oğlanın yüzünde hiçbir maske yok. Öylece
kalabalığın içinde çırılçıplak duruyor. Ona bakmaya devam edip içimden
kendi kendime fısıldıyorum: “Mutlaka
ama mutlaka yoksuldur. Çünkü artık maskesiz aşk sadece onların
olabilir. Onların! Zincirlerinden başka kaybedecek hiçbir şeyi
olmayanların!”
*Behçet Necatigil’in bir dizesi.
Yorum Gönder