Kıvılcımlı gözler, o yaşam sevincini yansıtır aslında...
Yok oluşa karşı direnci, ateşli yalvarışları, acının başladığı yerde çiçeklenen aşkları.
Zamanın o sert kayalıklarında, denize karşı oturup düşünürken, birden poyraz başlar.
O boşalmış, sessiz ve yalnız kıyı kasabaları.
Balıkçıların sohbetleri...
Hayata tutunamamanın zorluklarını anlatmak, savaş haberlerini dinlemek, akan kanın üzerinden siyaset yapanları görmek bir yaylım ateşiyle karşılaşmak gibidir.
Mavi düşler kurmayı istersiniz...
Tüm güzelliklerin, yaşadığınız coğrafyayı, evreni kuşatmasını...
Bunların hiçbiri yoktur hayatın içinde...
Gazze’de bir sabah vurulan o beş yaşındaki çocuk, çiçek açan yaylım ateşinde uzanmış yatıyordur.
Gözlerinizi yumarsınız o anda...
Aklınıza Paul Celan’ın dizeleri gelir:
“Beyazdır ölümün güneşleri, çocuklarımızın saçları gibi...
O, yükselen sularla gelmişti, sen kumlukta bir çadır kurduğunda...
Sönmüş gözleriyle, başımızın üzerinde mutluluğun hançerini kaldırmıştı...”
***
Toplum olarak sönmüş gözlerin, mutluluğun hançerini kaldırmasını sadece seyrediyorduk...
AKP iktidarının baskıcı, can yakan, insanları zindanlarda çürüten rejimini içlerine sindiremeyen sözde liberaller 2010’da “yetmez ama evet” dediklerini unutup demokrasi ve özgürlük istiyorlardı.
Tunceli’nin Hozat ilçesinde kaymakam bey, buyruk vermiş, başta kamu çalışanları olmak üzere, herkes fişlenmişti.
Saç rengi, göz rengi, boyu bosu...
Polis copu üniversiteli öğrencilerin başına, sırtına iniyordu.
Denizli’de öğrenciler izinsiz gösteri yaptıkları gerekçesiyle önce yargıç tarafından salıveriliyor, ardında savcının karşı koymasıyla tutuklanıyorlardı.
Bizim liberal demokratlar şaşkındı, ne yapacaklarını bilmiyorlardı.
Bazıları çalıştıkları gazetelerden atılmış, bazıları ise durumu idare ediyordu.
Fişleme, izleme, dinleme...
Demokratik bir hukuk devletinde bunlar olur muydu?
Adalette eşitlik ilkesinin çiğnendiği bir ülkede temel hak ve özgürlüklerden, evrensel hukuktan söz edilemezdi.
***
Paul Celan’ı okuyorum gri göğün altında...
Kış kendini gösteriyor yavaş yavaş.
Paul Celan “Asya’daki Bir Kardeşe” sesleniyor:
“Göğe yönelmekte kendilerini tanrılaştırmış
toplar. / O bombardıman uçağı esnemekte, / Çiçek açmakta bir yaylım
ateşi, barış kadar mutlak. / bir avuç pirinç dostun olarak ölmekte.”
Bir gece rüzgârını düşlerken, televizyonu açıyorum...
Suriye’de tutuklanan gazeteci Cüneyt Ünal konuşuyor...
CHP milletvekilleri Suriye’ye gittiler Cüneyt’i almak için...
Cüneyt Ünal artık özgür!
Ve o an gözlerimin önüne, Gazze’ye İsrail’in attığı misket bombaları geliyor...
Yıl 2008...
İki bine yakın ölü..
Çoğunluğu sivil...
Çocuklar, gençler, yaşlılar.
Hüsnü Mübarek, Gazze’den Mısır’a açılan sınır kapısını kapatmış.
Yarı gecenin içinde, yine aynı ateş topu patlıyor.
Ve Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı Mısır’a gidiyor.
İçimde kanayan bir yara...
Uykusuzluk...
Donmuş ormanlarda, eski manastırlarda geçen zamanım...
Derin vadiler içinde kalan sesim ve soluğum.
***
Tunceli Hozat’ta 7’den 77’ye herkesi fişlemişler haberin var mı?
Haberin var mı bu coğrafyada kan gölünden beslenenler Gazze’yi vuruyor...
7’den 77’ye çocuklar, kadınlar, erkekler...
Bir kıyı kasabasında, gri göğün altında, bir kahvede otururken...
Yorum Gönder