Saygı ve Kızgınlık - Öztin Akgüç

Geçen hafta 10 Kasım sabahı İstanbul’da Ortaköy’den Beşiktaş’a doğru yürüyordum, saat 09.05’te sirenler çalmaya başladı, birkaç vatandaş saygı duruşuna geçtik. Baktım, bazı gençler yürüyüşlerini sürdürdü, yaşlı kişilerin saygı duruşuna geçişini umursamadılar. Özel arabalar, taksiler siren sesini duymazlıktan, saygı duruşuna geçmiş kişileri görmezlikten gelerek yollarına devam ettiler. O zaman kesitinde yol kenarına çekilerek aracından inerek saygı duruşuna geçen tek bir sürücü dahi göremedim. Bu tip duyarsız, saygısız, sözde vatandaşlara karşı tepki göstermemek, kızgınlık duymamak elimden gelmedi.
Minnet duygusu genelde insancıl bir duygudur. Bu duygu belki diğer bazı canlılarda da olasıdır. İnsancıl davranış gösterisinde bulunan, yaşanan bazı olaylara insani düşüncelerde tepki veren kişiler, nasıl olur da Mustafa Kemal Atatürk başta olmak üzere silah arkadaşlarına, Bağımsızlık Savaşı’nda şehit düşenlere, çarpışanlara saygı, minnet duymazlar, gerçekten anlamak zor. İnsani duyguları pek gelişmemiş olan kişilerin, yaşanan bazı olaylara insani açıdan tepki veriyormuş gibi görünmeleri, gerçekten inandırıcı olmuyor. Kişilerin sözleri, yazıları değil davranışları, karakterleri konusunda belirleyici oluyor.
Her vatandaşın ülkenin bağımsızlığına, saygınlığına sahip çıkarak, ülkeye bir şeyler katmaya çalışarak, bağımsızlık savaşı yapanlara karşı minnet borcunu ödemesi gerektiğini düşünürüm... Son yıllarda vatandaşların ulusal bayramlarda davranışları ve Atatürk’e bağlılık ve saygı gösterileri umut veriyor. Ülke tümüyle sahipsiz değil, duygusunu uyandırıyor.
Ülkede değişik görüş inanışları olan, farklı davranışlarda bulunan insanların varlığı doğaldır.
Aynı tornadan çıkmış izlenimini veren kişilerin oluşturduğu bir toplum herhalde sıkıcı ve durağan olurdu. Farklı düşüncelere içtenlikle sahip kişilerle aynı görüşte olunmasa bile, onlara kızgınlık duyulmaması gerekir. Asıl sorun, taşıdıkları etiketlere, kendilerine uygun gördükleri sıfatlara karşı, tutarlı davranış göstermeyenlerdir. Kaygusuz Abdal’dan alıntı yapayım; karnını yarsanız bir cin çıkmayacakların gazete köşelerinde, TV kanallarında, sözde bilimsel toplantılarda, demokrasi, insan, insan hakları etiketleri altında tafra satmaları, ahkâm kesmeleri tahammül sınırlarını aşan davranışlar oluyor. Mevlana’nın “Ya olduğun gibi görün ya da göründüğün gibi ol” öğüdü, bu tipler için geçerli değil. Yeri geldikçe kendilerini liberal, demokrat, insan hakları savunucusu, Müslüman, solcu diye tanımlıyorlar, ama davranışları, tutumları taşıdıkları sıfatlarla uyumlu, tutarlı olamıyor. Bir kişisel beklenti, bir çıkar hesabı yatıyor davranışlarının ardında veya böyle bir izlenim bırakıyorlar. Bu tipler, ister gazeteci, ister politikacı, ister bürokrat, ister sözde bilim adamı olsun iç ve dış odaklarca sesyayar olarak kullanılıyor. Bazı iletiler telkinler, aşılamalar bu kişiler aracılığı ile kamuoyuna veriliyor, kazip şöhretler yaratılıp, bunlardan yararlanılıyor. Bu tipleri çeşitli görüntüler altında ne yazık ki toplumumuzda sıkça gözlemliyoruz.
Asıl kızgınlık duyulacak olanlar, yanıltıcı etiketler kullanan bu kişilerdir. Bazen gereken tepkiyi vermemekle bu kişilere karşı aşırı nazik, çekingen mi davranıyoruz diye kendimi sorguluyorum. Herkesin anlayacağı dille konuşulması gerektiği öğütlenir. Bu kişiler hakkında gerçek değer yargımız yarı cahil, çıkarcı, sesyayar, kişiliksiz, niteliksiz, yalaka ise bu düşünceyi açıklamak aşağılama sayılır mı? Yoruma açık, diye düşünülebilir. Ama bu ülkede bazı maskelerin de düşürülmesi gerektiğine inanıyorum. Bazı vatandaşlara karşı saygı ya da kızgınlık duyuyorsak, gerçek duygumuzu çekinmeden açıklayalım. Etkili olur mu? Kuşkuluyum.

Yorum Gönder

[blogger][facebook][disqus]

Kemalın Askeri

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget