Genel Kurmay Başkanı’ndan “Türkiye’nin patriyot füzelerinin tetikçisi olmasına ne ihtiyacı var?” sorusunun cevabını bekliyorum.
Herkes bu soruyu sormalı.
Niçin tetikçi olduk?
Mecbur muyduk?
Ve niçin mecbur olduk?
Cevabını istemeli.
Çünkü “Kitaplı strateji gitti! Derinlik yerinde kaldı!” durumuyla yüz yüze geldik. 10 yıldır her fırsatta, her mekanda, her durumda hitabetin gücünü en yükseğe çıkartarak “1930 kafası”na kin dozajı yüksek eleştiriler yağdırıyorlardı.
“1930 kafası”ndan kasıtları Cumhuriyeti kuranların
izlediği dış politikaydı. Objektif tarihçiler söylüyor: Bu politikanın
esasını da Osmanlı dönemi tecrübelerini yaşamış Mustafa Kemal ve kadrosu
çizmişti.
Xxx
“1930 kafası korkaktı” dediler.
“1930 kafası acizdi” dediler.
“1930 kafası hezimettir” bile dediler. Onlara göre, “Lozan bir zafer değil bir hezimet” di. Hezimetten doğup Türkiye’nin başına geçmiş “1930 kafası” da doğal olarak yenilgiyi (hezimeti) kabul etmişti. Türkiye’yi büyütemiyor, geliştiremiyor, zenginleştiremiyor sadece “camileri kapatıyor” ve ekmeği halka karneyle dağıtıp, kendileri “monşerleşerek” Türkiye’nin padişahlık döneminde olduğu gibi “Ortadoğu’nun lideri, Balkanların sahibi, Kafkasların yönlendiricisi” olmasını engelliyordu.
“Biz bu kafayı atacağız” dediler.
“Bu kafa” dedikleri 1930’dan beri; “İstiklali tam” diye bir dayanak bulmuş: Türkiye Cumhuriyeti başka ülkelerin iç işlerine karışmaz, başka ülkeleri de kendi içişlerine karıştırmaz” diyen ve “yurtta sulh cihanda sulh” diye özetlenen dış politika kurmuştu. Bu donmuş dış politika Türkiye’nin önünü tıkıyor propagandası yaptılar.
“Biz yeni bir kafayla geldik” dediler.
Xxx
2002’de yeni kafanın adına “Stratejik Derinlik” diyorlardı.
Stratejik Derinlik; açılmaktı.
Uçaklara doluşup koşuşmaktı.
10 yılda gidilmedik ülke kalmadı, “kardeşim” diye sarılmadık lider de kalmadı. Türkiye’yi
Ortadoğu’nun lideri gibi gösterip Avrupa Birliği’ne hava bastılar.
Avrupa Birliği’ne üye olacakmış gibi gösterip Ortadoğu’daki Arap
ülkelerine fiyaka sattılar.
10 yıl AB’ye hava atarak geçti.
Araplara fiyaka satarak bitti.
2002 kafası stratejik derinlik; hava atmak fiyaka satmak olarak tarihe geçti.
10 yılın sonunda Türkiye Avrupa Birliği’ne giremedi. Ortadoğu’da da
Türkiye’nin Başbakanı ile Dışişleri Bakanı’nın sözünü dinleyecek (üç-beş
ibiş şeyhlik yönetimi dışında) tek bir ciddi ülke bile olmadı.
Xxx
Irak Türkiye’yi suçluyor.
Suriye Türkiye’yi düşman sayıyor.
Iran Türkiye’yi samimi bulmuyor.
Rusya Türkiye’yi uyarıyor.
İsrail Türkiye’yi ciddiye almıyor.
Ermenistan Türkiye’den özür bekliyor.
Barzani, terör ihraç merkezi Kandil’i koruyor. ABD, Türk ordusunun
terör yuvası Kandil’e girmesine izin vermiyor. Ve Türkiye, komşuları
kendisine biyolojik ve kimyasal başlıklı füze atabilir ihtimalinin çok
yüksek bir noktaya ulaştığını düşünüyor olmalı ki, “patriyot füzelerinin tetikçisi olmayı” bile kabul ediyor. Türkiye; “başka ülkelerin iç işlerine karışmayız, başka ülkeleri de kendi içişlerimize karıştırmaz”
diyen “1930 kafasını mumla arayan” ülke haline geliyor. Türkiye
Başbakanı, İsrail’e köpürüp kızarken; Türk ticaret gemileri Yunan
bayrağı çekerek İsrail’in Hayfa Limanı’nı kullanmak zorunda kalıyorlar.
Xxx
Bu yüzden siz okurlar; Genel Kurmay Başkanı’ndan “Türkiye’nin patriyot füzelerinin tetikçisi olmasına ne ihtiyacı var?” sorusunun cevabını bekleyiniz. Stratejik derinlik adı verilen “hava atma fiyaka satma” dış politikasının patriyot tetikçisi olmamızdaki payı nedir?
Niçin patriyot tetikçi olduk?
Mecbur muyduk?
Ve niçin mecbur olduk?
Yorum Gönder