İhanetin tarihi AKP ile başlamadı.
Ama onunla doruğa ulaştı.
İkinci Cumhuriyetçiler, neoliberal aydınlar, şeriatçılar bataklıkta türeyen sivrisinekler gibi onun döneminde çoğaldılar.
Başlarını kaldırdılar.
İhanet Mustafa Kemal Atatürk döneminde de vardı.
Bazı aydınlar ve şeriatçılar vatanı parçalamak, sömürgecilere teslim etmek için ellerinden geleni artlarına koymuyorlardı.
Refik Halit Karay’lar, Cevat Ulunay’lar, Ali Kemal’ler…
Bunlar aydın geçinenlerdi.
Zamanın aydınlarıydı.
Günün her saatinde, her dakikasında, ülkemizi yönetmesi için
emperyalistlere çağrı yaparlar, Mustafa Kemal’leri hainlikle
suçlarlardı.
Günümüzde de çok var bunlardan…
Türk’ü sevmezler.
Türklüğü sevmezler.
Kürt’ü, Ermeni’yi severler. “Hepimiz Hrant’ız, hepimiz Ermeni’yiz” diye bağırırlar.
Ulusal Kurtuluş Savaşında sömürgecilerin safında çarpışan,
emperyalistlerle işbirliği yapıp, Kuvayi Milliyecileri arkadan vuran
Sait Nursi’ler, Seyit Rıza’lar, İskilipli Atıf Hoca’lar, Kürt – Ermeni
isyancıları yatar yüreklerinde.
Türklerin Ermeni katliamı yaptığını söylerler durmadan, ama
Ermenilerin Türkleri nasıl katlettiğinden, düşmanla nasıl işbirliğinden
hiç söz etmezler.
“Ne mutlu Türküm” diyenlerden “gıcık” kaparlar.
“Büyük Türk Ulusu”, “Yüce Türk Ulusu” sözcüklerinden nefret ederler.
“Yeni Anayasadan bu sözcükler çıkarılıyor” diye, şimdi zil takıp oynuyorlar.
Atatürk’ü hiç sevmezler.
Orduyu sevmezler.
Askerleri sevmezler.
Atatürk’e diktatör derler de, Recep Tayyip’i “Demokrasi Kahramanı” olarak kutsarlar.
Tümü de eksiksiz özgürlük yanlısı, insan hakları savunucusudur!!!
Ama 5-6 yıldan bu yana suçsuz günahsız, delilsiz kanıtsız, 50
kuruşluk CD’lerle, zindanlarda ömür tüketen yurtseverleri görmezler.
Duymazlar.
İşitmezler…
“Parasız Eğitim isteyen öğrencilerin okullarında olmaları gerekirken,
hapishanelerde ne işi var?” diye sormazlar, Deniz Feneri savcılarının
görevlerinden alınmalarına itiraz etmezler de açlık grevine yatan
teröristleri desteklemeye son sürat koşarlar.
Yağmurda, çamurda, karda kışta coplanan, biber gazı, tazyikli su
altında, yerlerde sürünen, sürüklenen işçileri, öğretmenleri, memurları
görmezler de…
Miting yapamayan BDP milletvekilleri için bildiriler kaleme alırlar. Basın toplantıları düzenlerler.
Ağlarlar, sızlarlar…
Irak’ta, Afganis’tanda, Libya’da yapılan tecavüzler, katliamlar
karşısında dut yemiş bülbüle dönerler de yurdunu emperyalistlere karşı
savunan Suriye Yönetimini şiddet uygulamakla, teröristlikle suçlarlar.
ABD’nin BOP planlarına asla ses çıkarmazlar. ABD’nin ülkemizi
eyaletlere ayırıp, parça parça, lime lime edip, bir Kürdistan
yaratmasına alkış tutarlar.
Her gün onlarca şehit gelir.
Ama liboşlar, Amerika’nın varlığına şükrederler.
Utanmazlar…
Arlanmazlar…
Sıkılmazlar.
Çünkü bu bir soyaçekimdir.
Bir gelenektir.
Kuruluş Savaşında onların ataları, babaları da aynı yolun yolcusuydu bir zamanlar…
İşgal yıllarında, İngiltere, günümüzde ABD’nin yaptığı görevi
üstlenmiş, Mustafa Kemal’in gücünü zayıflatmak ve bölmek için Kürt
aşiretlerini ayaklandırmayı düşünmüştü.
Sadrazam Damat Ferit de “Kürt Teali Cemiyeti”nin girişimlerini
destekliyordu. O, İngiliz Yüksek Komiseri Amiral De Robeck’e iki kez
başvurarak, Mustafa Kemal’e karşı Kürtleri kullanmayı önermişti. De
Robeck, Damat Ferit’in bu önerilerini Lord Curzon’a şöyle iletmişti:
“Damat Ferit bana geldi ve dedi ki: Kürtler ayrı bir devlet
olacaktır. Mustafa Kemal’i sevmezler. Çünkü o Bolşevikliği getirmek
istiyor. Siz Mustafa Kemal’den nefret ediyorsunuz. Çünkü sizin
yaptığınız anlaşmayı kabul etmiyor. O halde Kürtleri Mustafa Kemal’e
karşı birlikte kullanalım.” (Erol Ulubelen, İngiliz Gizli Belgelerinde
Türkiye, 277)
Böylece, padişahın, sadrazamın ve İngiltere’nin desteğini arkasına
alan işbirlikçi Kürt Lideri Seyit Abdülkadir, 31 Mart 1920 tarihli
Peyam-ı Sabah gazetesinde şunları yazıyordu:
“Kuva-yı Milliye’ye aldanmayınız. (Onlar) Bolşeviklerin kafasını
taşıyan yurtsuz serserilerdir. (Mustafa Kemal’e söylüyor…) Hilafet ve
Saltanattan ayrılmayınız.”
Şimdi gördünüz mü “İhanetin, hainlerin kaynağı” nerelere kadar uzanıyor.
İhanet günümüzde de kol geziyor.
Hem de pervasızca…
Ama onların da akıbeti, sonu, tıpkı babaları, dedeleri, ataları gibi olacaktır.
ÇÜNKÜ 19 MAYIS’LAR, 29 EKİM’LER, 10 KASIM’LAR, MÜJDELİ KURTULUŞ HABERLERİ GETİRDİLER TÜRK ULUSUNA…
KUŞUN KANADINDA…
Ali Eralp
Yorum Gönder