Usta, yıktın ülkeyi eyledin viran Varayım, haber vereyim sahib-i ‘halk’a hemman!

Madonna geldi ya, millet koşa koşa gidip bilmem kaç bin kişilik stadı doldurdu. Ayranımız yok içmeye, tahtırevanla gittik Madonna’ya. Madonna hopladı, zıpladı, danslar yaptı. Açtı memesini de gösterdi, kaptı paraları naşladı. Stadı dolduran halk saatlerce bekledi Madonna çıksın diye. Sıcak da bir geceydi. Konser pek beğenilmedi ama “dün gece Madonna’daydık” durumu, anlarsınız ya! Herkes parasıyla rezil oldu konser bitiminde, kalabalık bir türlü dağılamadı, trafik yüzünden evlerine sabaha karşı zor vardı insanlar.
Ertesi gün, “Dün gece Madonna’daydık” dediler. “Bir daha Madonna’ya gidersek…” diyemediler. Üstelik aldatılmışlardı. Madonna tek memesini göstermişti bunlara, oysa onun iki memesi vardı ve birini esirgemişti bizimkilerden. Muhtemelen gördükleri de bir silikon parçasından ibaretti. Belki de Madonna da kendisi değil şişme bir bebekti.
Onca sorunu varken ülkenin; ayaklar altında bir Atatürk Cumhuriyeti gitti gider, ordu hapiste, aydınlar-yazarlar hücrelerinde bol bol kitap yazarlar… Grevler yasak, üniversiteler gazeteler zapt-u rapt altında… Gazete yazmıyor, televizyon söylemiyor, okullar imam hatip olmuş, imamlar baş tacı… Mollalar arz-ı endam ediyor, tiyatrolar kapatılmış, sanat stop.
Ama durum “Dün gece Madonna’daydık” durumu.
Madonna çuvalı sırtlayıp gittikten sonra Ajda Pekkan Madonna’ya özenmesin mi? Özensin! BOP Eşbaşkanımızın açılamayan açılımlarını destekleyen Ajda, Madonna’lığa soyundu. Millet “Dün gece Ajda’daydık” diyebilmek için koştu 70 küsur yaşındaki Ajda’ya. Ajda, dansçıları bellerinden çelik tellerle astırmıştı. Dansçılar da olduk olmadık havalandılar konserde, sanırsın panayır yeri. Ajda da kendini amele sanıp çıkmasın mı vincin kepçesine… Şarkıları kepçeden okumasın mı? Okusun… Okudu da zaten. Kepçenin de paslı demirini alüminyum mutfak folyosuyla kapatmışlardı.
Neler olabilirdi?
Kepçe bozulur, Ajda havada kalır. Bozulan kepçedeki Ajda’yı indirmek için itfaiye çağrılır. Ajda itfaiye merdivenlerinden tıpkı Aziz Nesin gibi sürüklenerek indirilir.
Konser bitiminde Ajda yukarıda kepçede unutulur. Ertesi gün çöpçüler tarafından bulunur.
Ajda vinci çok sevmiştir. Gece evine vincin kepçesinde döner ve evine bacasından girer.
Ajda vinci binek otosu yapmıştır, İstanbul’da vinciyle dolaşır. Her halükarda mutlu son…
Olacak O Kadar programı yasaklanmamış olacaktı da, size bu rezaleti bir güzel oynayacaktım. Nerde o günler…
İçki yasağı
Hükümet yanlısı bir takım yazarlar, içkinin yasaklanabilme ihtimalini kabul edemediler. Bu kadar da olmaz filan diyenler oldu. Sürekli hükümeti öven bunlar, ara sıra da eleştirirmiş gibi görünmek için bunları yazıyorlar. Yarın usta çeker kulaklarını, “aman ne iyi oldu” diye yazaraktan hizaya gelirler.
Yahu bre gafiller, Türkiye çıkarıldığı yolculukta neredeyse finale yaklaşıyor. Bu yolculukta neredeyse finale yaklaşılıyor, bu yolculukta içkinin olması mümkün mü? Ülke haremlik selamlık olmuş; tuvaletler çark edip helaya, okullar imam hatiplere dönmüş, her yan camii ve mescit… “Helal gıda satışları”, kuran kursları, Arapça eğitim, molla yetiştirme… Tiyatrodan sonra sinema kapatmaca… Dizilere öpüşme yasağı… Eee?
Yeni mi uyanıyorsunuz yoksa uyanmış gibi mi yapıyorsunuz? Bence görmezden gelip uyumaya devam edin. Unutmayın ki bütün bunlar biraz da sizin yüzünüzden geliyor başımıza. Yahu kürtaj yasaklanır da içki durur mu? Ne olacak içki yasaklanınca; el altından satılacak. İçki kaçakçılığı başlayacak, içki mafyası olunacak ve bu insanlar illegal bir biçimde para kazanacaklar. Sonuç, yasaklandığı için daha çok içki tüketilecek. Yasak olduğu için daha da lezzetlenecek. Ama onun da çaresi var, içkiliyi yasakladı mı şeriat polisi; kırbaçlayacak, olmadı hapse atacak. Siz de dönüp, “bu kadar da olmaz” diye yazarak şaşırmış gibi yapacaksınız ama biz gene yemeyeceğiz.
Dönekler, size sesleniyorum; geri dönmeniz için son şansınız bu. Başka durak kalmadı, artık bu son durak. Beş kere hükümetin lehine, bir kere de laf olsun diye aleyhine yazmanız sizi kurtarmaz.
Umut Kırca evlendi
Küçük oğlum Umut Kırca, Bodrum’da annesinin düzenlediği bir törenle evlendi. Son derece güzel bir düğündü ve iyi hazırlanmıştı. Bu açıdan teşekkür borçluyum eski karıma. Kızım Ayşe ve oğlum Umut’un, beni hiç yalnız bırakmamalarına rağmen, kendimi garip hissettim. Bir konuşma hazırlamıştım, ülkenin içinde bulunduğu durumdan da söz ediyordum. Konuşmamı politik bulduğu için Oya sansürledi, böylece te levizyondan sonra oğlumun düğününde de yasaklanarak, Guinness Rekorlar Kitabı’na girmeye hak kazandım.

Reha Muhtar’a cevap

Düğündeki konuklardan biri de Reha idi. Severim Reha’yı. Düğünden sonra bir yazı yazıp, Mehmet Barlas’la politik nedenlerle konuşmadığımızı ve bu duruma üzüldüğünü söylüyordu. Devamla, bizi barıştıramazsa, gözüm açık gidecek, diyordu. Aslında ben de özledim Mehmet Abi’yi ama kader işte. Ne diyor Aşık Veysel; “Fikir başka başka olmasa, koyun kurt ile gezerdi.” Ben kendimi biraz da düğün sahibi olarak gördüğümden, gene de uzanıp, hoş geldiniz, dedim eski dostuma. O da başını çevirdi.
Ruhat Mengi’yi otelin koridorunda gördüm, ne haber nasılsın filan dedim. Ona ne oluyorsa, o da bana karşı bir tuhaftı. Yan yan, yengeç gibi kaçtı gitti. Nazlı Ilıcak’la fikirlerimiz hiç tutmaz. Ben ne kadar Atatürkçüysem, o da tam tersi. Gene de karşılaştığımızda, profesyonel iki siyasetçi gibi görüşürüz. Yeni yetme bazı sanatçılar beni görmezden gelirken; Filiz Akın ve eşi Sönmez Köksal düğünden ayrılırken masama uğramak nezaketini gösterip “hoşça kal” dediler. Teşekkür ederim kendilerine.
Gelelim sadede… Günümüzde ben meseleye şöyle bakıyorum, dostlarımı kendi dünya görüşümdeki insanlardan seçiyorum. Çoğu, ülkeleri için zindanda çürüyor.
“Yani Atatürk’ün düşmanı, benim de düşmanımdır.”
Fazıl Say’ın Bodrum konseri
Turgut Reis D Marin’de bir final konseri… Takmış takıştırmış, giyinmiş kuşanmış, iki binin üzerinde, elit bir seyirci izliyor konseri. Fazıl Say, Atatürkçülüğü nedeniyle bir yandan mahkemelerde sürünüp duruyor. Hayyam’ın bir şiirini Twitter’da paylaştığı için ve ateist olduğu için “bir buçuk yıl isteniyor” Fazıl’a.
Marinayı dolduran seyirci, bakışları ve alkışlarıyla “yanındayız” der gibi Fazıl’a. Fazıl da döktürüyor Allah için. 100 kişilik bir senfoni orkestrası; şefleri Gürer Aykal, inanılmaz başarılılar. Ilık esen rüzgarla birlikte nameler uçuşuyor karşı sahillere. Sanki bir yaz gecesi rüyası.
Sahnenin bir yanında ışıklandırılmış büyük bir Atatürk posteri dalgalanıyor. Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası’nı dağıtan devlet, yakında klasik müziği de yasaklayacak ve o Atatürk posterini de kaldıracak duvardan. Eserin güzel namelerini dinlerken, bunlar geçiyor kafamdan. Ara verildiğinde seyircilerin bazıları yanıma geliyor, konuşuyoruz, “Ne olacak bu memleketin hali?” diye soruyorlar. İnsanlar üzgün, endişeli ve korkak. Fazıl da hapse girer mi, diye merak ediyorlar. Başbakana kalmış diyorum ve içerde suçsuz yere yatanları hatırlatıyorum. Kışın soğuktan dondular, yazın da sıcaktan yanıyorlar, Silivri cehennem gibi bir yer.
Canım konseri izlerken başbakanın neler kaçırdığını düşünüyorum ama o da müziğe karşı ilgisiz olmadığını şöyle gösteriyor; TRT’de bir arabesk programına canlı katılıp hal hatır sorduktan sonra bir parça istiyor kendisi için… Yani müziğe büsbütün ilgisiz değil, ilgi duyduğu müzik türünü işaret ediyor istek yaparak.
Bu arada 4+4+4 molla eğitiminde “neden sanata, müziğe, resme ilgi yok”u irdeliyor köşe yazarları. İşte ha bu diyar böyle bir diyar… Amerika’nın emri, BOP Eşbaşkanının rızasıyla bölünmek üzere bir Türkiye. Amerika çoktan yola çıktı bile. Ama hala Suriye’de düşürülen uçağımızın akıbetinden bi-haberiz. Kim yolladı, düşürüldü mü, kendi mi düştü, Allahtan başka bilen yok.
Hüseyin Haydar
Değerli dostum, büyük şair Hüseyin Haydar beni aradı, bir fıkram var, dedi. Yazacaksan anlatayım. Yazacağıma söz verdim Hüseyin Haydar’a.
“Başbakan bakanlarını şöyle seçiyormuş: Bir çizgi çekiyormuş betona tebeşirle, hadi geçin altından bakalım, diyormuş sinsice. Adaylar büyük bir gayretle betona yapıştırıyorlarmış kafayı, ortalık patlamış kafalarla dolu. Ölen ölüyor, kalan sağlar bakan oluyor. “
Başbakan bir tek Ertuğrul’u bu teste tabi tutmadan bakan yapmış. Neden diye sordum, onu da sen bul, dedi. Ben Hüseyin Haydar’ın yalancısıyım. Fıkra onun, sorumluluk onun, ben elçiyim arkadaş.
Bu hafta da geldik yazının sonuna. Malum önümüz Ramazan, yazımı bir Karagöz tekerlemesiyle bitiriyorum;
Usta, yıktın ülkeyi eyledin viran
Varayım, sahibi olan halka haber vereyim hemman…
Her ne kadar sürç-ü lisan ettikse affola.

Yorum Gönder

[blogger][facebook][disqus]

Kemalın Askeri

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget