Başbakan Tayyip Erdoğan, önceki gece katıldığı televizyon programında yarı başkanlık ve başkanlık sisteminden yana olduğunu belirtirken “Cumhurbaşkanı partisinden kopmamalı” diyerek yeni bir tartışmayı da başlattı. Örnek olarak da ANAP Genel Başkanı Turgut Özal ile DYP Genel Başkanı Süleyman Demirel’in cumhurbaşkanı seçilmeleri nedeniyle parti liderliğini bıraktıklarında çektikleri zorlukları gösterdi. Bu sözlerden anlaşılan o ki, Erdoğan, Çankaya Köşkü’ne çıkarken gözlerinin arkada kalmasını istemiyor, AKP’nin genel başkanlık koltuğunu bırakmadan cumhurbaşkanı (ya da başkan) olmak istiyor. Dünyada bunun örneği var mı, diye merak ettik.
Dünyada öyle rejim yok
Türkiye’nin önde gelen siyaset bilimcilerinden Sabancı Üniversitesi öğretim üyesi Ersin Kalaycıoğlu, bu sorumuza şöyle yanıt verdi:
“Başbakan’ın sözlerinden hem başkanlık hem de parti liderliği yapmak istediğini anlıyorum. Dünyada benim bildiğim böyle bir demokratik rejim yok. Belki tuhaf yerlerde olabilir ama ABD, İsviçre ve bilinen tüm başkanlıkla yönetilen ülkelerde başkan hiçbir zaman parti başkanı değildir. Örneğin ABD’de başkan partilerden birinin adayıdır, yani partilidir. Bu doğru. Ama partinin ‘chairman’ denen genel başkanı başka birisidir. O kişi de hiçbir zaman başkan adayı seçilmez.”
Eski Sovyetler Birliği’ni anımsattığımızda yanıtı kısa ve netti:
“Orada parti genel sekreteri en kuvvetli kişiydi. Tüm yetkiler onda toplanmıştı. Ancak, demokrasi olmaya çalışan Türkiye’nin böyle bir yöneliş içinde olmaması gerekir, diye düşünüyorum. Önerenlerin de kafasında bu fikrin bulunmadığı kanaatindeyim.”
Frensiz sistem istiyor
Kalaycıoğlu’na göre tartışmanın gündeme gelişinin ardında yatan sebep çok açık:
“Başbakan, Çankaya’ya çıktığında güçlü bir iktidara sahip olmak istiyor. Hem ülkenin başında hem de partisinin başında olacak. Milletvekillerini, bakanları o seçecek. Ama böyle bir sistemin adı başkanlık olamaz. Tüm iktidarın tek bireyde toplandığı denetlenmemiş, frenlenmemiş bir uygulama bu söylediği.”
Türkiye’deki bizim de paylaştığımız genel kanı, başkanlık sistemlerinin lidere çok büyük yetkiler verdiği yönünde. Kalaycıoğlu dünyadaki uygulamanın çok farklı olduğunu anlatıyor:
“Başkanlık ya da yarı başkanlık rejimlerinde temel amaç bir kişiye güçlü iktidar vermek değildir. Tam tersine ‘sınırlı hükümet’ sağlamaktır. Temel amaç, başkanın müstebit olmasını, yani mutlaki bir istibdat yetkisine sahip olmasını önlemektir. İngiltere’deki krallık rejiminin sakıncaları nedeniyle ABD’de başkanlık sistemi benimsenmiştir. Başkanın karşısına kongre ve yüksek mahkeme gibi dengeleyici mekanizmalar konmuş, basın, baskı grupları ve güçlü bir sivil toplum sistemi ile karmaşık bir denge sağlanmıştır. Başbakan’ın söylediklerinin bunlarla ilgisini ben kuramadım.”
Önce AKP karşı çıkmalı
Başkanlık, yarı başkanlık tartışmalarının Türkiye’de yeni olmadığını belirten Kalaycıoğlu, “İlk defa yaşamıyoruz. Hangi başbakan cumhurbaşkanı olmayı aklına koysa, parlak fikirlerle ortaya çıkıyor. Ancak bu tür fikirler demokrasiye karşı fikirler. Bu önerilerden demokrasi çıkmaz. Müstebit çıkar. Türkiye’yi mutlak otoriteyle yönetecek biri çıkar. Hepimizin ama en başta da iktidardaki Adalet ve Kalkınma Partisi’nin karşı durması gerekir. Türkiye’de gerçekten demokrasiyi yerleştireceklerse bu tür önerilere karşı çıkmamaları gerekir” dedi.
Partili olması kaçınılmaz
Seçilecek başkanın parti başkanlığını elinde bulundurmasına karşı durmakla birlikte ‘partili’ bir kimliği olmasına ise bir itirazı yok Prof. Kalaycıoğlu’nun:
“Halkın önüne çıkıp oy isteyeceği için partili kimliği olması kaçınılmaz. Öyle bir kimliği olmayanın şansı da yok zaten. Ayrıca 20 milletvekili önerecek kendisini. Televizyonlara, gazetelere reklamlar verilecek. Bu masrafları kim karşılayacak? Yani isimler mutlaka partiler içinden çıkacak. Ama Başbakan’ın söz ettiği bu değil. O başkan olduktan sonra da parti liderliğini sürdürmek istiyor. İşte onun örneği yok.”
Yorum Gönder