Gerçek aydın bunalımı - Yaşar Nuri Öztürk

Kur’an’ın önümüze koyduğu evrensel ilkelerden biri de şudur:

İnsanın mutluluğu ve yücelmesi için iyi adam olmak yetmez, iyilik uğrunda eylemci adam olmak gerekir. Şöyle deniyor:
“Halkı, iyilik ve barış için gayret gösterenler olsaydı, Rabbin o kentleri/medeniyetleri zulümle helâk edecek değildi ya!” (Hûd suresi, 117)
Bu ayette söylemin ruhu olarak kullanılan sözcük ‘muslih’ (barış ve dirlik için gayret gösteren) kelimesinin çoğulu olan ‘muslihûn’ sözcüğüdür. Aynı kökten gelen bir de ‘salih’ kelimesi var ki, Kur’an bunu barış ve iyilik sever insanın sıfatı olarak kullanır ve över.
Hz. Peygamber’e sordular: “İçimizde salih insanlar varken helâk olur muyuz?” Cenabı Peygamber cevap verdi: “Evet, olursunuz. Eğer pislik yoğunlaşmışsa helâk olursunuz.”
Kur’an bize gösteriyor ki, bir ülke ve toplumun, hatta bir uygarlığın ayakta kalması, salih insanlarla sağlanamaz; muslih insanlar lazımdır. Yani pasif barışseverler yeterli değildir; barış ve huzur için faaliyet ve gayret gösteren eylemci insanlar gerekir. Aksi halde, barışseverlerin (salihlerin) varlığı, çöküşü engellemez. Yani barış ve iyilik sever olmak yetmez, barış ve iyilik için uğraşmak, gayret ve eylem sergilemek lazımdır.
Bu da öncelikle aydınların, daha sonra da siyasetçilerin işidir.
Aydın susar ve gerekeni yapmazsa siyasetçi de hesabını ona göre ayarlar ve önce suskunluk, sonra da çirkefe teslimiyet kader olur. Çünkü böyle bir durumda ‘söz gümüşse sükût altın’ olacağından susanların kazancı konuşanlardan çok olur. Dahası, konuşanların maruz kalacağı tehlike ve tehdit, susanlarla kıyaslanmayacak bir düzeye çıkar; ürküntü ve korku egemen hale gelir.
Bugünkü Türkiye’de durum aynen bu.

MİCHAEL RUBİN’E KATILIR MISINIZ?

Pentagon ve Beyaz Saray danışmanı Michael Rubin’in, Türkiye’deki bugünkü durumu değerlendirirken kullandığı ifadeyi kullanırsak Türkiye bugün, susmanın konuşmaya tercih edildiği ‘İslamo-Faşist bir yönetimin’ yani adı konmamış bir dinci diktatörlüğün pençesine düşmüş ülke imajı veriyor.
Rubin’in görüşünü tartışabiliriz ama aydınlarımızın büyük çoğunluğunun susmayı yeğlediği tartışılmaz bir gerçektir. İşte yıkım bunun sonucudur.
Türkiye’de en büyük bunalım, ‘gerçek aydın bunalımı’dır.
Gerçek aydın, gerçeği apaçık, kılık değiştirmeden, maske giydirmeden, olduğu gibi söyleyen uyarıcı adamdır. Aydın; sadece bilgi çokluğuyla, hatta muhtemel tehlike ve tehditleri önceden görmekle aydın olmaz. Aydın, fark ettiği gerçekleri, algıladığı tehlike ve tehditleri topluma hiç geciktirmeden haber veren, toplumu uyandıran, bilinçlendiren, bunun için meydan yerine çıkan öncüdür. Bu öncülüğünü yapması için, evirip çevirmeden, gevelemeden konuşması gerekir.
Aydın bilinçlendirecektir ki, siyasetçi bu bilinci eyleme çevirsin. Aydını susan veya konuşma adına geveleyen toplumun siyasetçisi durumu idare etmek üzere halkı aldatmakla yetinir.
Türkiye’de, bu söylediğimiz anlamda konuşan aydın sayısı çok azdır. Bu sayı, toplumsal bilincin eylem yaratmasına yetmiyor.
Türk halkı, asırlardır, bizzat kendi aydınları tarafından yalana, kendi siyasetçileri tarafından da talana maruz bırakılmıştır. Türkiye, siyaset ve basındaki bu yozlaşmayı aşmadan rahat nefes alamaz. Çözülmesi gereken temel sorun, işte budur. Haçlı tasallutunun ensemizde ateş yakmasının esas sebebi de budur.

Yaşar Nuri Öztürk/Yurt

Yorum Gönder

[blogger][facebook][disqus]

Kemalın Askeri

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget