Adalet Bakanlığı verilerine göre 2012 Mart sonu itibarıyla tutuklu ve hükümlü sayısı 132 bini geçti. 2011 Mayısı’nda bu sayı 125 bindi. Yani yaklaşık 1 yılda içeri alınanların sayısı 7 bin artmış ve yüzde 6 “zindan büyümesi” yaşanmış... Nüfus artış hızı yüzde 1’in altına ilerlerken tutuklu ve hükümlü artışının yıllık yüzde 6’yı bulması anormaldir ve AKP rejimi hakkında önemli bir göstergedir. Sadece 2005’ten başlatsanız, ceza ve tutukevlerinde 56 bin olan sayının 2012 ortasında 132 bini aşmış olması tek başına ürkütücüdür. Bu sayıları, isteyen, suça yönelimin artması olarak okuyabilir. İçerideki 132 bin kişinin 120 binini (yüzde 91) adli davalılar oluşturuyor. Artan işsizlik ve yoksullaşma, suç oranını yükseltiyor. Adli davalarda tutuklu sayısı 50 bine yaklaşırken hükümlü sayısı 70 bini buluyor.
AKP rejiminde içeridekiler ile ilgili çarpıcı olan tutuklu oranları. Uygar ve adalete önem veren ülkelerde dört duvar arasındakilerden tutukluların oranı yüzde 25’i aşmazken bizde 12 Eylül darbe yılında yüzde 55’i geçmiş, 1990’da yüzde 33’e inse de sonraki yıllarda tekrar yüzde 50’leri aşmış, 2012’de ise genelde yüzde 41.4 oranında. Adalet Bakanı Sadullah Ergin, konu gündeme geldiğinde bu oranı (hükmen tutukluları ayırarak) yüzde 28 olarak ifade ediyor. Oysa şeytan yine ayrıntıda gizli. Zindandakiler, türlerine göre ayrıştırıldığında farklı oranlar söz konusu. Şöyle ki; “Adli”lerde tutukluluk oranı (hükmen tutuklular dahil) yüzde 40’a yakın. Ama Adalet Bakanlığı istatistiklerinin “Terör” olarak sınıfladığı tutuklu ve hükümlü sayısı ve oranı farklı bir tablo sergiliyor. Bu kategoride içeridekilerin sayısının 2005’te 3 bin 630’ken mart sonu 2012’de 8 bin 970’e çıktığını yani yüzde 147 arttığını görüyoruz. Bu terör suçu başlığı altında 2005’ten bu yana her yıl 675 kişinin içeri alındığını görüyoruz.
2012 Mart sonu 9 bine yaklaşan “terör” suçu zanlısı ve hükümlülerinin toplamında tutukluluk oranı ise yüzde 60. Yani KCK, Ergenekon, Balyoz gibi davalardan içeri alınan asker, gazeteci, siyasetçi, akademisyen sanıklar arasında tutukluluk oranı yüzde 60’ı buluyor.
Tutuklama, ceza değil, bir önlem olabilir ancak. Bu önlemin de kural değil, istisna olması gerekiyor. Adalet istatistikleri gösteriyor ki açılan davaların ancak yüzde 40 kadarı mahkûmiyetle sonuçlanıyor. Davaların yüzde 19’u beraat, diğerleri davanın düşmesi, davanın reddi, yetkisizlik ve benzeri kararlarla sonuçlanıyor. Yani, sonuçta çoğu insan tutuklu olarak, yattığıyla kalıyor.
***
Artan adaletsizliğe tüy diken, milletvekillerinin “rehin alınma” durumudur. Cumhuriyet yazarı Mustafa Balbay, 1 Haziran 2012 itibarıyla, 1184 gündür tutuklu. Milletvekili sıfatıyla tutukluluğu 356 günü, hücredeki gün sayısı 460’ı buldu. Üç yargıçtan ikisi, milletvekili seçilmesine rağmen onun “suç işlediği hakkında geçerli şüphenin var olduğu”, serbest bırakılırsa “delilleri karartacağı, kaçacağı” görüşünde. Aynı yargı, seçilmiş Mehmet Haberal ve Engin Alan için; KCK davasından yargılanan 5 Kürt milletvekili Faysal Sarıyıldız, Selma Irmak, Kemal Aktaş, İbrahim Ayhan ve Gülser Yıldırım için de geçerli.
BM Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi’nin 25’inci maddesi, yurttaşların siyasi katılım hakkını sağlamakla yükümlü olan devletin, bu hakları güvence altında tutması gerektiğini söylüyor. Bunun gereği, genel oyla seçilmiş milletvekillerinin “tutukluluk hali” nin sona erdirilmesi. AKP iktidarı, “tutukluluk hali nedeniyle”; hem oy kullanan vatandaşların hem de “seçilmiş” olanların siyasal katılım haklarının ihlaline göz yumuyor, bunu kaldırmaya dönük çabaları sonuçsuz bırakıyor.
Bu hukuk tanımazlığın er geç bir gün hesabı verilecektir. Bundan kimse ama kimse kaçamaz...
Yorum Gönder