Dün gazetelerin birinci sayfasında yer alan fotoğrafları görmüşsünüzdür...
Uçaktan dev bir Humeyni maketi indiriliyor. İran askerleri maket canlıymış gibi, selam duruyor.
İran devrim süreci malum Paris’te uzun yıllar sürgün yaşayan Humeyni’nin bir “Air France” uçağıyla Tahran’ın Mehrabad Havaalanı’na ayak basmasıyla başlamıştı…
O günden bu yana tam “33 yıl” geçmiş… İranlılar hâlâ çile çekiyor.
80’leri İran-Irak savaşına feda eden İran, 90’ları Hatemi’nin başka bahara kalan “değişimini” bekleyerek ve şu son dönemi de buruk hüsranla sonuçlanan “yeşil hareketin” başının ezilmesiyle geçirdi.
33 yılın bilançosu sonuçta bu oldu: Havaalanında karton bir makete selam çakan askerler!
İran’ın çok yönlü hüsranı yalnız siyasi değil...
Son 33 yıl İran için ekonomik boyutta da büyük düş kırıklığı yarattı.
Şah döneminde içe kapalı Türk ekonomisine.. büyük petrol servetiyle tepeden bakan İran’ın; günümüzde 4500 dolar olan kişi başına geliri, Türkiye’nin kişi başı gelir düzeyinin ancak yarısına erişebiliyor. Sadece petrole dayalı olan ekonomide ihracatın aslan payını o gün bugün yalnız petrol, doğalgaz, petrol ürünleri oluşturuyor. Molla güdümündeki ekonominin keyfi, başıbozuk, yoz, kötü yönetimi denetlenemiyor. Kronik yüksek enflasyon oranları ve işsizlik indirilemiyor. Bunlar yetmezmiş gibi, hızlanan yaptırım baskısı, riyalin dolar karşısında yüzde 40 değer yitirmesine yol açıyor. Karaborsa tavan yapıyor; gelecek kalın bir belirsizlik perdesine gömülüyor...
Bilanço: Sokakta dua, evde içki
ABD’nin düşünce kuruluşu “Carnegie Endowment”ın İran uzmanı Karim Sadjadpour, 33 yıl öncesiyle bugünü karşılaştırırken, “İranlılar 33 yıl önce siyasi özgürlük dışında tüm diğer özgürlüklere sahiptiler” diyor; “Bugün o siyasi özgürlükleri elde edemedikleri gibi, vaktiyle sahip olmuş oldukları eski özgürlüklerini de kaybettiler...”
Kara mizah bir espriyle durumu sonra “Devrim öncesi yıllarda insanlar içkilerini dışarıda içer, ibadetlerini evde yaparlardı” diyerek özetleyen Sadjadpour, “Şimdi dışarıda ibadet edip evde içki içiyorlar!” sözleriyle bilançoyu tamamlıyor.
İran’ı tanıyan herkesin bildiği gibi gelinen noktada “halkın devrime inancını yitirdiğini” ve hatta rejime olan inancın rejim kodamanları arasında bile kaybolduğunu belirten İranlı uzman, dinci düzenin sadece üç ideolojiye dayandığını sözlerine ekliyor: “ABD’ye ölüm!”, “İsrail’e ölüm!” ve tabii “tesettür”…
Başka deyişle “ABD şeytanı”, “İsrail şeytanı” ve “kadın şeytanı”!!!
Molla rejiminin her fırsatta menzilinde bulunan “şeytan kadın”(!) saplantısını bir yana bırakacak olursak; “nükleer bomba hevesleri” yüzünden İran 2005’ten bu yana, “ABD şeytanı” ile “İsrail şeytanının” çaprazına sıkışmış durumda.haberguncel.blogspot
“İran’a açılım” iddiasıyla işbaşına gelen Obama’nın 2009 başında Beyaz Saray’a girmesiyle, bu kalıplaşmış şablonun aslında Tahran’da bir miktar olsun değiştirilebileceği düşünülmüştü.
Dönüm noktası ‘yeşil isyan’
Obama, İslam ülkeleriyle ilişkileri “resetlemek” iddialarıyla işbaşına gelmiş ve seçilir seçilmez İran’a “diyalog havucunu” uzatmaya başlamıştı. Ancak İran’da aynı yıl yapılan hileli cumhurbaşkanlığı seçimleri ardından baş gösteren isyanın kaba güçle bastırılması üzerine, Obama politikalarında 180 derecelik değişiklik oldu ve ABD Başkanı, selefi Bush gibi, zapturapt altına alınmak istenen nükleer proje için İran’a sadece “sopa” ve “sertlik politikası” uygulamaya başladı.
Obama yönetimi Tahran’a karşı silbaştan sertleşirken, İran’ın çok başlı “oligarşik liderliği” içinde son yıllarda alttan alta “değişim çizgisine” meyleden ve ABD’ye zeytin dalı uzatmak isteyen, Washington’la açılabilecek olası müzakerelere sıcak yaklaşan kesimler tekrar geri çekildiler. Tahran, “ABD’ye ölüm!”, “İsrail’e ölüm!” çizgisinde kemikleşen ısrarını sürdürürken; Washington’da şahinlerin sesi her zamankinden çok yükselmeye başladı ve İsrail’de savaş tarihleri telaffuz edilir oldu.
İş o hale geldi ki; İran’ın sahiden nükleer bomba üretmek kapasitesine sahip olup olmadığı, bunu hangi takvimde gerçekleştirebileceği, gerçekleştirse dahi İsrail ve bölgeye ne oranda tehdit olabileceği gibi sorular nesnel önemini yitirdi ve taraflar karşılıklı salt birbirlerinin “sertliğinden” beslenir oldular…
2005’ten bu yana afaki biçimde ileri geri tartışılan “İran’a müdahale” söylemlerinin, bugün ciddiyet kazanmasının başlıca nedeni bu.
Bir yandan Obama’yı şahin baskılarla sıkıştıran 6 Kasım’daki başkanlık seçimlerinin takvimi, bir yandan Arap Baharı dinamiğiyle sıkışan İsrail’in sağcı, dengesiz Netanyahu hükümeti ve beri yandan İran devriminin uğradığı tüm yenilgilerin telafisi hesabına “nükleer kozuna” tutunan Tahran.. şimdiye değin hiç olmadığı ölçüde patlayıcı bir kokteyl ortaya çıkardı.
Yarın buradan devam ederiz.
Nilgün Cerrahoğlu/Cumhuriyet
Yorum Gönder