Kim yalan söylüyor kim? - Emin Çölaşan

SEVGİLİ okuyucularım, Silivri’de tutuklu iki gazeteci arkadaşımızın, Barış Pehlivan ve Barış Terkoğlu’nun Türkiye ile ilgili bazı Wikileaks belgelerini açıklayan kitabı olay yarattı. Burada bir kez daha anımsatayım, dünyanın her yerindeki ABD büyükelçilikleri tarafından Washington’a geçilen gizli belgeler, günün birinde birileri tarafından bilgisayar sisteminden ele geçirildi ve ABD’nin bütün gizli yazışmaları ortaya saçıldı.
Bunlardan binlercesi de Türkiye ile ilgili.
Kitapta açıklanan bir belgeye ben de birkaç gün önce burada değinmiştim.
2008 yılında üst düzey polis yetkilileri, Ankara’daki ABD büyükelçiliğine gidip onlara brifing veriyor. Özeti şöyle:
“Ergenekon terör örgütü çok tehlikelidir. Bunlar ABD karşıtıdır. Biz onları yakalıyoruz ama işin ucunun nereye varacağını şu anda bilemiyoruz.”
Gizli belgelerde yer alan iddialara göre polisler büyükelçiliğe gelip her şeyi anlatıyorlar.
Üstelik anlatmakla da yetinmeyip bazı görsel malzemeleri ABD ajanlarına sunuyorlar.
Bu da yetmiyor, başka konulara giriyorlar.
“Deniz Baykal rüşvet almıştır…
Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt’ın kızının ‘cinsel aktiviteleri’ işte karşınızda…”
***
Bu rezalet kamuoyuna yansıyınca, bizim hükümeti aldı bir telaş! Eyvah, şimdi ne yapacaklardı! İşin şakası yoktu çünkü bu hususlar Ankara’daki ABD büyükelçiliği tarafından Washington’a kripto ile geçilmişti. İfade ilginçti:
“Polisler bu sunumu sadece bize yaptıklarını bildirdiler!”
Demek ki AKP iktidarı Türkiye’yi bir sömürge olarak görüyor, Emniyet yetkililerini yabancı büyükelçiliklere gönderip onlara brifing verdiriyordu.
Büyükelçilik ise, bir gün bu belgelerin Wikileaks adı altında ortaya saçılacağını elbette bilemezdi.
Bizim hükümet yetkilileri bunları okuyunca panikledi. Şimdi birbiri ardına açıklamalar yapılmaya başlandı:
“Belgeler yalandır. Türk polisi Amerikalılara brifing vermemiştir. Bu konuda hukuk yollarına başvuracağız…”
***
Gördüğünüz gibi, durum fazlasıyla kritik! Ortada kocaman bir yalan var ama sahibi (!) belli değil.
Şimdi, olasılıkları değerlendirelim.
1- Emniyet yetkilileri bu konuda ABD büyükelçiğine gidip çeşitli zamanlarda brifing verdiler. Resmi yolla gönderilmişlerdi. Orada Ergenekon’dan, Deniz Baykal’ın rüşvet (!) yediğinden, Büyükanıt’ın saygın kızının cinsel yaşamından söz ettiler ve bazı iddialarını fotoğraf gibi görsel sunumlarla da desteklediler. ABD büyükelçiliği de bunları olduğu gibi Washington’a geçti. Bunların günün birinde açığa çıkacağını elbette bilmiyorlardı.
2- Bazı Emniyet yetkilileri durumdan vazife çıkardılar, ABD büyükelçiliğine kendiliklerinden gidip sunum yaptılar. Amirlerinin haberi yoktu…Ya da onlara ‘Siz gidin ama resmi yoldan olmasın, bizim haberimiz yok haaa!’ denilmişti.
3- ABD büyükelçisi, FBI ve CIA ajanları, ortada böyle bir brifing olmadığı halde Washington’a yalan yazdılar. Masa başında kendiliklerinden ürettikleri ve bizim gazetecilik dilinde ‘asparagas’ dediğimiz hayali haberleri Washington’a resmi yollarla iletmekten hiç utanmadılar.
Şimdi, bunların hangisi doğru olabilir? Sondan başlayalım!
Bence üçüncü olasılık doğru olamaz.
İşin doğrusu birinci veya ikinci olasılık olabilir. Ancak ikinci biraz zayıf kaçıyor!..Bazı polislerin oralara kendiliğinden gidip böylesine işgüzarlık yapması pek mümkün değil.
Dolayısıyla, benim kafamda birinci olasılık ön plana çıkıyor.
Bu durumda hükümete düşen çok önemli bir görev var:
Madem polislerin oraya gittiği inkar ediliyor, o halde İçişleri Bakanlığının, Ankara’daki ABD büyükelçiliğini derhal mahkemeye vermesi gerekir!
Kölenin, sahibini mahkemeye vermesini benzer ama başka çaresi yoktur!
***
Ancak, bunları yazarken çok önemli bir gerçeği daha ıskalamadan sizlere aktarmam gerekiyor. Türk polisinin ABD büyükelçiliğine çeşitli zamanlarda Ergenekon brifingleri verdiği ilk kez şimdi belgelenmedi. Bunu yandaş Taraf gazetesi de manşetinden defalarca –Wikileaks belgelerine dayanarak- açıklamıştı.
O zaman hükümetten hiçbir tepki, ya da yalanlama gelmemişti.
İşte size örnekler:
Taraf’ın 19 mart 2011 tarihli manşeti:
“Wikileaks belgelerinde Ergenekon. Sabancı’yı Veli Küçük öldürttü. Emniyet, ABD’li yetkililere verdiği brifingde Küçük’ü böyle anlattı.
FBI talep etti, polis çok şey anlattı…
Anayasa Mahkemesi üyeleri sırada. Brifingi Washington’a rapor eden belgede ‘Türk polisi Ankara’daki FBI temsilcisine Ergenekon soruşturmasının Anayasa Mahkemesi hakimleri ile birkaç muvazzaf generali de kapana kıstırabileceğini söyledi’ yazıyor”
Şimdi dikkat ediniz, polis bu brifingi kasım 2008’de vermiş…Ve sonrasında olanları düşünün.
Acaba Ankara’daki ABD büyükelçiliği müneccim mi! Onlar gaipten haber mi almışlar ki, sonradan olacakları bilmişler!
O halde yukarıda sorduğum soruyu bir kez daha sorayım: Hükümet niçin o zaman yalanlama yapmamıştı?
***
İşin çok önemli bir boyutu daha var. CHP Konya milletvekili Atilla Kart, Tayyip’in yanıtlaması istemiyle TBMM Başkanlığına 26 eylül 2011 günü bir soru önergesi verdi. Önergede Türk polisinin, çeşitli zamanlarda ABD büyükelçiliğine brifing verip vermediği soruluyor, “Polis, yaptığı bu bilgilendirme için siyasi iktidardan talimat almış mıdır” deniliyordu.
Meclis Başkanı Cemil Çiçek, içinde yorum olduğu gerekçesiyle bu önergeyi işleme koymadı ve iade etti! Önerge, içindeki yorum bölümü (!) silinerek, Kart tarafından yeniden verildi ve Meclis Başkanlığı tarafından 2 ocak 2012 günü Tayyip’e iletildi.…
Ve Tayyip bu önergeye yine yanıt vermedi. Önerge 30 ocak günü Meclis Başkanlığı tarafından işlemden kaldırıldı.
Oysa Tayyip çok rahat yanıt verebilir ve milletin vekiline “Polisleri oraya biz göndermedik (!)” diyebilirdi. Acaba niçin suskun kaldı? Atilla Kart dünkü basın toplantısında şöyle dedi:
“Bir başbakan böylesine somut bir suçlamaya niçin cevap veremez? Kendisine diyoruz ki hamaset ve demagoji yapmayı, gündem değiştirmeyi bırak da, devletin kurumlarının muhbirlik yapmasına neden göz yumuyorsun? Yüksek mahkeme başkanlarının ve Emniyet yetkililerinin yabancı ülkeler nezdinde muhbirlik yaptığı bir ülkede yaşıyoruz…”
Görüyorsunuz, gerçekler artık ortada. Yukarıda saydığım üç olasılık içerisinde, birincisinin doğru olduğu anlaşılıyor.
O halde hem özetin özeti, hem de acı gerçek şöyle:
Türk polisi, ABD’li diplomatlara ve Ankara’daki FBI ajanlarına “Minik kuş” olarak çalışmış.
Yani Türkiye sömürge mi? Yok canım, değil!

ÖZÜR

Sevgili okuyucularım, 35. yıl nedeniyle yazılı ve sözlü olarak ilettiğiniz kucaklar dolusu kutlama için çok teşekkür ediyorum. Beni yine duygulandırdınız, mutlu ettiniz.
İkincisi, dünkü yazımın son cümleleri şöyleydi :
“Bunun 40. yılı falan olmayacak. Ne bileyim, belki 36. yılı bile olmaz!”
Dün bu son cümle yüzünden sizlerden yine tomarlar dolusu yazılı ve sözlü eleştiri aldım. Herkes bu son cümlenin anlamını soruyor, üzüntüsünü dile getiriyordu. İnanmayan olursa gazeteye gelip onları okuyabilir. Bazıları hasta mı olduğumu, bazıları gazeteciliği bırakmayı mı düşündüğümü soruyor, buna hakkım olmadığını söylüyordu. Çok şükür hem sağlığım yerinde, hem de bırakma niyetim yok.
O, sadece duygusal bir cümleydi ama yanlış anlaşıldı. Demek ki ben iyi anlatamamışım, ya da gereksiz bir cümle kullanmışım. Sizlerden özür diliyorum .

Emin Çölaşan/SÖZCÜ

Yorum Gönder

[blogger][facebook][disqus]

Kemalın Askeri

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget