İranlaşmak - Nilgün Cerrahoğlu

Türkiye’deki “devlet krizini” mercek altına alan yazarlar günlerdir “Görülmüş şey mi?” diye yazıyor, “devletin tepesinde böyle itiş kakış olur mu?”
Neden olmasın? Oluyor. Fransa’da, Almanya’da, İngiltere’de değil tabii.. ama yanı başımızdaki İran’da hem çok sık oluyor…
Devlet erkânı arasındaki “itişmeler” doğu komşumuzda vakayı adiyeden sayılıyor. “Bilim” kıvamında nerdeyse masaya yatırılıp etüt edilebilecek cinsten bir yönetim tarzı olarak öne çıkıyor.
“Hukuk devleti” kurallarının işlemediği yerde “güçler ayrımı” tabii olmuyor. Kurumlar arasında işlemesi gereken “denge ve fren mekanizmalarını”, iktidar kavgası adına iktidar odakları ya da “klikleri” sağlıyor.
Kişiler ya da nüfuz grupları etrafında oluşan “klikler”-ki İran’da buna “iktidar hanedanları” deniyor- kâh birbirlerinin ayaklarını kaydırıyorlar, kâh paslaşıyorlar. Dünün paslaşan ekipleri, bakıyorsunuz düşman oluyor. Ya da tersi… düşman kardeşler.. kankaya dönüşüyor.
Devlet tepesindeki bu dalgalanma/pozisyon farklılaşmalarını, “siyasi fikirler” ya da “düşünceler” yerine, çıkarlar ve “iktidar pozisyonlarını sağlamlaştırmak” kaygısı yönetiyor. Keyfi ve şeffaflıktan uzak bu kavga -moda deyişle!- “gölge oyunu” şeklinde yaşanıyor. Halk “gölge oyununu” seyrederek gölgelerin ebatındaki değişikliklere göre, memleket encamı üzerinde “kripto şifreler” çıkarıyor. İran çözümlemeleri hep böyle, “gölgelere” dayandırılan değerlendirmelerle yol alıyor…
Türkiye’de yaşanan son krizde, bizim de artık böyle bir yönetime doğru hızla yelken açtığımız ortaya çıktı.
Çok başlı devlete örnek
İki ülke görünürde hayli farklı.
Türkiye Batı’ya göbeğinden bağlı, nispeten “açık bir toplum”. İran ise görece olarak kapalı. Ve rejimi itibarıyla katı Batı karşıtı.
Türkiye, devlet terminolojisinde, yarım asrı aşkın süredir -içi boşaltılmış!- Batı demokrasileri deyimlerini kullanıyor.
İran ise siyaset jargonunu İslam devrimi kavramları üzerine oturtuyor…
Zaman zaman zıt konumlar ve görünümler içinde olan bu iki ülke, ne var ki aslında birbirine özde çok benziyor…
Gülen-RTE kavgasını akla düşüren biçimde İran’ın üst düzey iki ismi dini lider Hamaney ile Cumhurbaşkanı Ahmedinejad örneğin, aylardır amansız bir “iktidar kavgası” içindeler.
Öyle ki “Hamaney kliği” ile “Ahmedinejad klikleri”; devlet içinde devlet gibi, İran’ da “iki başlı” bir devlet oluşturuyor…
2009’da “insan hakları”, “reform”, “demokratikleşme” isteyen “Yeşil İsyan” muhaliflerine karşı birleşip birlikte hareket eden ve muhalefeti ezen iki lider, şimdi birbirlerinin gözlerini oymak için fırsat kolluyor.
“Demokles’in kılıcı” gibi Ahmedinejad üzerinde kendisini “görevden azletmek tehdidini” kullanan Hamaney, Cumhurbaşkanı etrafındaki en yakın isimleri örneğin tutuklattırmaktan kaçınmadı.
Bu da yetmedi.. 1979 İran devriminden bu yana hiç kullanılmamış bir prosedürle, Ahmedinejad’ın meclise hesap vermesi istendi. Derinleşen ekonomik krizin yarattığı hoşnutsuzlukları fırsat bilen Hamaney yanlısı milletvekilleri, aralarında yeterli sayıda imza toplayarak devlet başkanını parlamentoya hesap vermeye çağırdı.
Bu ideolojik bir çekişme değil. Gelecek ayın parlamento seçimleri öncesinde götürülen bir hesap sadece. 2009 isyanından bu yana ilk büyük siyasi sınav olacak olan seçim arifesinde, taraflar birbirlerne “ayar vermek” peşindeler!
Batıya koşarken doğuya gitmek
İran’da bu “ayar vermek” operasyonu öyle sistemli uygulanıyor ki, ülkeyi savaşa sürükleyebilecek “nükleer program görüşmeleri” bile “derin kapışmadan” etkileniyor. Batı ile son kertede anlaşabilecek “klikler”, ülkeyi açmazdan çıkarıp pozisyonlarını sağlamlaştıracaklarından, diğer iktidar öbekleri tarafından sistemli olarak sabote ediliyor….
Bizim devlet içindeki “Kürt açılımcıları” gibi, İran’ın “nükleer açılımcıları” da… sonunda er geç geri adım atıyor. “Açılımcıların” hep geri adım atmasına yol açan bir neden de “açılım projelerinin” fikirler üzerine değil pragmatik/oportünist konjonktürel duruşlara dayandırılanması oluyor…
Yargı sistemi de… bu arada Türkiye ile şaşılacak benzerlikler gösteriyor.
“Devlet içinde devlet” gibi çok başlı iktidar bölüşümü ve kavgalar yanında, yargı da Türkiye’ deki gibi çok katmanlı İran’da.
“Şeriat hukuku” ayrımını bir yana bırakırsak, İran’da da -Türkiye’ de olduğu gibi!- “adi suçlara” bakan mahkemelerle “devlet ve siyasi suçları” ele alan mahkemeler farklı yapılandırmalarla birbirinden ayrılmış.
İkinci tür mahkemeler aynı bizde olduğu gibi sıradan vatandaşları değil, “devlete karşı suç işlediği varsayılan” gazeteciler, yazarlar, politikacılar, protestocuları yargılıyor. Bu kesimlerin uğradığı infazlar, çoğu kez bizde olduğu gibi, mahkemeden önce bir büyük “itibarsızlaştırma operasyonu” kapsamında uluorta medyada yapılıyor !
Uzun uzadıya böyle daha çok devam edebilirim. Ama yerim bitti.
Ne iş değil mi? Yarım küsur asırlık Batı demokrasisi deneyiminden sonra, dönüp dolaşıp buluştuğumuz yer İran.
Boşuna dememişler “Türkiye, güvertesinde batıya koşarken doğuya giden gemidir” diye.

Yorum Gönder

[blogger][facebook][disqus]

Kemalın Askeri

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget