Hukuk, İyi de Nasıl Bir Hukuktur Bu? - Deniz Kavukçuoğlu

93 sanıklı şike davasının duruşması 14 Şubat’ta Silivri’de başladı. Sanıkların 23’ü tutuklu olarak yargılanıyor. Aralarında hakkında 22-72 yıl ceza istenen Fenerbahçe Kulübü Başkanı Aziz Yıldırım’ın da bulunması, başta sporseverler olmak üzere, kamuoyu bu davaya büyük ilgi gösteriyor. Basın , duruşma aşamalarını internet sitelerinden flaş haber” olarak kesintisiz duyururken, televizyon kanalları da cezaevinin önünden canlı yayın yaptılar.
Türkiye beş yıldır toplu davalarla kalkıp toplu davalarla yatıyor. Ergenekon, Ayışığı, Sarıkız, Balyoz, KCK ve daha birçok dava nedeniyle binlerce insan cezaevlerinde tutuklu bulunuyor. Uzadıkça uzayan davalarda henüz verilen tek bir karar yok; yazarlar, gazeteciler, televizyoncular, bilim insanları, orgeneralden teğmene kadar her rütbeden subaylar, polis müdürleri, belediye başkanları, eski ve yeni milletvekilleri, her meslekten birçok insan yıllardır, aylardır demir parmaklıklar arkasında ömür tüketiyor.
Bu yazıyı yazarken bir yandan da CNN Türk ekranında Silivri’den yapılan canlı yayını izliyorum. Haberciler arada bir Fenerbahçeli yandaşlara mikrofon tutuyorlar; konuşmalarından bu insanların hukuka güvenleri kalmadığı izlenimine kapılıyorum. Kendileriyle konuşulan spor yazarları, avukatlar, spor adamları ise “usulen” hukukun üstünlüğünden, yüce Türk yargısının adaletinden söz ediyorlar.
Buna benzer davalar İtalya’da, Almanya’da, Yunanistan’da, daha birçok başka ülkede de görüldü; fakat en ağır şike davalarında bile bir sanık hakkında 22 ila 72 yıl arasında hapis cezası istendiği görülmedi. Bu tür ağır cezalar yurttaşların hukuka olan güvenlerini sarsıyor.
* * *
Şu sıralar kamuoyunu yakından ilgilendiren bir olay da Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT) yöneticileri hakkında yürütülen soruşturma ve bu soruşturma kapsamında çıkarılan yakalama emirleri. Toplumdaki genel kanı MİT ile polis arasında bir “erk savaşı” başladığı yönünde. Bu kanı, MİT’in AKP iktidarının, polisin ise Gülen Cemaati’nin dümen suyunda olduğu görüşünden kaynaklanıyor. Eğer öyle ise korkulu bir durumla karşı karşıyayız demektir.
Hükümet ise “erk savaşı” diye tanımlanan bu itişmede/sürtüşmede MİT’ten yana davranıyor; MİT Müsteşarı’nın yargıç karşısına çıkarılmasını engellemek için TBMM’de gerekli yasa değişikliği için hazırlık yapıyor. Hükümet, bir MİT Müsteşarı’nın “suç işlemeyeceği” noktasından hareket ediyor; o zaman da insan haklı olarak bu çekince niçin “terör örgütü kurmak” savıyla Genelkurmay eski Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ tutuklanırken gösterilmedi/gösterilmiyor diye soruyor. Bu soru doğal ki TSK’nin eski Kuvvet Komutanları, üniversite rektörleri, gazeteciler ve devamı için de geçerlidir.
* * *
Toplu tutuklamalar insanların bilinçaltına korku yerleştiriyor, konuşmaktan, yazmaktan, eleştirmekten, herhangi bir egemen güce karşıt olmaktan çekiniyorlar, korkuyorlar. Sürekli telefon ya da ortam dinlemelerinin kurbanı olabilecekleri kuşkusuyla yaşıyorlar.
Toplumdaki yaygın kanı bu ülkede evrensel hukukun işlemediği yönündedir. Tanık olduğumuz hukuk uygulamaları bu kanıyı doğruluyor. “Hukuk, iyi de nasıl bir hukuktur bu?” sorusu insanların dillerine giderek daha fazla yerleşiyor. Gazetecilerin/yazarların işyerleri basılıp bilgisayarlarındaki kitap taslaklarına el konulduğu, bu taslaklardan hareket edilerek yazarlarının “terör örgütü üyeliği” suçlamasıyla tutuklandığı bir ülkede bu tür soruları duymak hiç kuşku yok ki doğaldır.
Fakat olayın bir başka acıklı yanı daha var: Çeşitli davalarda tutuklu olarak yargılanan sanıklar hakkındaki savlar bilindiği gibi telefon ve ortam dinlemelerinin çözümlerine dayanıyor. Bu kanıtlara dayanılarak yapılan yargılamaları “olağan” karşılayan insanlar, kendi telefonlarının da dinlendiğinin ayırtına vardıklarında büyük tepki gösteriyorlar. Benzer duruma Ergenekon, Balyoz davalarının sanıklarıyla KCK davası sanıkları arasında da rastlıyoruz. “Benim için hukuk”, “onun için hukuk” mantığı evrensel hukukun ülkemizde de yerleşmesi için gerekli olan yurttaş dayanışmasının önünde engel oluşturuyor. Demokrasi ve özgürlük gibi hukuk da belli kişi ve kesimlere özel olarak uygulanacak “parçalanabilir” bir kavram değildir.
Bu hukuk düzenini değiştirmek istiyorsak, önce kendi hukuk ve adalet anlayışımızı değiştirmemiz gerekiyor diye düşünüyorum.

Yorum Gönder

[blogger][facebook][disqus]

Kemalın Askeri

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget