Bayramları Hak Etmiyoruz - Ataol Behramoğlu

3 Eylül Cumartesi günü yayımlanacak olan bu yazıyı Şeker Bayramı’nın da ilk günü olan 30 Ağustos Ulusal Zafer Bayramı günümüzde yazıyorum…
Çünkü duygularımı eskitmeden, tam da iki büyük bayramın kesiştiği bu özel günde yazmak istedim.
Ender rastlanan bir göksel olay gibi, iki büyük bayram mutlu bir rastlantıyla aynı günde birleşti.
Fakat benim içimde bayram sevinci ve mutluluğunun kırıntısı bile yok…
***
Bu sevinçsizlik ve mutsuzluğun kişisel nedenlerle ilgili olmadığını tahmin edebilirsiniz.
Tam tersine, çalışma odamın bir deniz görünümüne açılan penceresi önünde bu satırları yazarken, az önce ev yolunda karşılaştığım pırıl pırıl üç küçük komşu çocuğunun “iyi bayramlar” diyerek gülümserlerken apak dişlerinden yansıyan masum ve çocuksu ışıltılar şu anda da gözlerimin önünde ve içimi ısıtıyor.
Fakat bu kadar…
O çocukların duruluk ve içtenliğiyle karşılaşmış olmak bile yüreğimdeki ağırlığı hafifletemiyor.
Bayramları hak etmediğimizi, toplumca bayramlara yakışmanın çok ötelerinde olduğumuzu düşünüp duyumsamayı sürdürüyorum…
***
30 Ağustos, hepimizin bildiği gibi, büyük özverilerle kazanılmış bir kurtuluş savaşının birkaç gün içinde kesin utkuyla sonuçlanacak son evresinin başlangıcıdır.
Bir ulusun kendi öz bilincine sahip olmasını, bu öz bilinçle övünç duymasını sağlayan sayılı günlerin en önemlilerinden biridir…
Nitekim öyleydi de…
30 Ağustos kutlamalarında, aşırı ve abartılı bir ulusalcılığa kapılmaksızın, ulusça bir coşku yaşanırdı.
Günümüz Türkiye’si bu coşkunun çok uzağındadır.
Konu sadece bölünmüşlük, sadece bitip tükenmezce uzayıp giden şehit cenazesi dizileri de değil…
Türkiye insanı bir ulusun bireyi olduğunu, bir ulusa aidiyet duygusunu giderek yitiriyor…
Alman, Fransız, İtalyan, akla gelebilecek her hangi bir başka ulustan ve ülkeden insanın, ulusal kimliklerini dile getirmekten çekindiklerine, bunu yapmaktan hoşnutsuzluk duyduklarına rastlayamazsınız.
Bizim ülkemizde ise bir ulusa ait olmayı dile getiren en temel kavramlar, neredeyse bir suçun, suçluluğun adı oldu…
Bunun başlıca sorumluları, ulusal birliğimizi ve kimliğimizi, sadece “yurttaşlık” gibi sosyolojik bir kavrama, onun da üstünde ve esas olarak “din” olgusuna indirgemeyi eninde sonunda başarmış olanlardır…
Eninde sonunda, çünkü bütün Cumhuriyet tarihi bu gerici akımların, kalkışmaların ve iktidar savaşımlarının da tarihidir…
***
Dinsel aidiyet ulusal aidiyetin yerini tutamaz.
Çağdaş, laik bir ulusallık kavramı içinde, kişisel bir inanç dizgesi olan dinlerin yeri çok daha farklı bir alandadır, öyle olmak zorundadır.
Günümüz Türkiye’sinde bu gerçeğin tam tersi yaşanmakta…
Ve üstelik, din olgusu, asıl ve temel içeriğinden; insanlar arasında kardeşliği, iyiliği, insanca dayanışmayı, yardımlaşmayı öğütleyen asıl anlamından koparılmış ve yalıtılmış olarak…
Günümüz Türkiye’sinde İslam dini, onu toplumun ortak kültürel değerlerinden biri, bir kardeşlik öğretisi olarak değil, bu dinin kutsal kitabını tasarladıkları din devletinin anayasası olarak kabul edenlerin elinde bir silah ve tehdit unsuruna dö-nüştürülmeye çalışılmaktadır ve bu neredeyse bütünüyle başarılmıştır.
Bu nedenle, tıpkı ulusal bayramlarımız içeriklerini nasıl yitirmeye yüz tuttuysa, dinsel günler ve bayramlar da saflıklarını; iyilik, kardeşlik, dayanışma duyguları esinlemesi gereken asıl özelliklerini yitirmeye başlamış, neredeyse sözünü ettiğim bu çevrelerin gösteriş ve propaganda günlerine dönüşmüştür.
***
Bayramlarımızı hak etmiyoruz.
Ulusal bilincinin aşınmakta ve aşındırılmakta olduğunu ayrımsamayan ya da bunu önemsemeyen bir ulus, ulusal bayramlarını kutlamayı hak etmiyor demektir ve giderek açık seçik görülmekte olan da ne yazık ki bu gerçeğin görüntüleridir…
Benzer nedenlerle aynı olgu dinsel bayramlarımız için de geçerlidir…
Toplumun din duygularını sömürerek iktidarlarını ve çıkarlarını pekiştiren; bunu yaparken de kendileri gibi düşünmeyenleri dışlayan, tehdit eden çevrelerin ardı sıra giden bir toplum, dini bayramları kutlamayı da hak etmiyor demektir.
Çünkü söz konusu bu çevreler, dinsel değerleri çağdaş değerlerin karşısına koymakla asıl büyük kötülüğü dinin kendisine yapmakta; onun ortak bir kültürel değer olarak (bir zamanlar olduğu gibi) bütün toplumca, inananlar kadar inanmayanlarca da kabul görmesine en büyük darbeyi indirmektedir.
Sevgili okurlarıma: 9 Eylül Cuma saat 19.00’da, CHP kuruluş yıldönümü nedeniyle, müzisyen Halûk Çetin’le Ereğli (Zonguldak) Kültür Merkezi’ndeyiz.

Ataol Behramoğlu/Cumhuriyet

Yorum Gönder

[blogger][facebook][disqus]

Kemalın Askeri

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget