Fikir çok iyi...
Bir gizli örgüt, Atatürk hakkında 72 yıldır saklanan bir sırrı açıklamak üzeredir ki; bundan zarar görebilecek çevreler devreye girer ve müthiş bir serüven başlar...
Aslında silahlı-külahlı romanları pek okumam. Ama bu kitap sadece bir ajan-polisiye öyküsü değil; aynı zamanda yakın tarih ve biyografi kitabı!
Mustafa Kemal’e, Kurtuluş Savaşı’na ve Türkiye Cumhuriyeti’ne dair öyle alıntılarla örülmüş ki, unuttuğumuz çok şeyi anımsatıyor. Örneğin:
Kurtuluş Savaşı’nda uçaklarımızın kullanıldığı pistleri, silindir olmadığı için yan yana dizilen binlerce askerin sert adımlarla yürüyerek yaptığını...
Atatürk’ün kendisine “Ata’m” denilmesine sert tepki gösterdiğini...
Bazı yalakaların ismini İstanbul’a vermek istemelerine şiddetle karşı çıktığını...
Sovyetler Birliği’nin 1990’lı yıllarda parçalanacağını 1936’da tahmin ettiğini...
Bir arkeolojik kazı yerini ziyarete gittiğinde, arkeologların kazdığı yerde bir şey olmadığını belirterek başka bir yerin kazılmasını istediğini ve gösterdiği yerde ciddi miktarda tarihi eser bulunduğunu...
İlk aşkının adının Emine olduğunu...
Evlenmek istediği Hatice isimli kızın annesinin, “Ben zabite kız vermem” diyerek onu geri çevirdiğini...
Samsun’a gittiği Bandırma gemisinin Osmanlı Sadrazamı Damat Ferit Paşa’nın ispiyonuyla bir İngiliz gemisi tarafından izlendiğini...
İngiliz ajanlarının Anadolu’da halkı ona karşı kışkırtmak için hoca kıyafetleri giyerek kendisini dinsizlikle suçladığını biliyor muydunuz?
Zaten bu kitabın tek iyi yönü, bilgi bakımından yazarın cömert davranması...
Bunun dışındaki her şey çok fazla amatörce!
Noktalama işaretleri bile savruk... Virgülden, noktadan sonra verilmesi gereken boşluklar yok sayılmış...
Kurgudan başlayalım:
- Yurt dışında yaşayan ve yıllardır görmediği babasının öldürülmesi üzerine İstanbul’a getirilen bir kadın, hemen Ankara’ya babasının yanına gitmek istemiyor; bunun yerine Dolmabahçe’deki bir çay bahçesinde tanımadığı bir adamla “sırıtarak”, “kıkırdayarak”, “gülerek” saatlerce oturup sohbet ediyor...
- Yazar sözüm ona Atatürk hayranı bir ajanı anlatıyor ama bu ajan ne hikmetse Atatürk’ün öldüğü odayı bile yanlış biliyor. O odadan sarayın ön bahçesindeki kapıya koridordan geçilerek gidildiğini sanıyor.
- Yazarın Dolmabahçe’ye yabancı olduğu, beli tabancalı bir adamı yüksek güvenlikli giriş kapısından saraya sokmasından ve onlarca güvenlik görevlisinin bulunduğu sarayda yaşanan silahlı çatışmaya hiç kimseyi müdahale ettirmemesinden de belli.
- Ajanı öldürmek için kiralanan katil, adamın elinden düşen ve merdivenlerden yuvarlanarak kendi ayaklarının önüne kadar gelen tabancayı ne hikmetse almıyor ve kaderin cilvesine bakın ki aynı tabancayla öldürülüyor!
- Ve deneyimli ajan, kendisini öldürmek isterken ölen bu adamın kimliğine ve telefonuna bakmayı bile akıl edemiyor! Bunun yerine, adamın cesedinin önünde, daha önce babasını kaybeden kadınla cilveleşiyor!
n Zamana karşı yarışıldığı için kadın Londra’dan İstanbul’a F-16’yla getiriliyor ama İstanbul’da ve Ankara’da taksiyle dolaştırılıyor!
Gelelim kitabın “yazıyla” ilgili sorunlarına...
Genç yazarlar herhalde en iyi kitabın, en uzun kitap olduğunu düşünüyor olmalılar ki uzattıkça uzatıyorlar...
İddia ediyorum, 379 sayfalık bu kitap, iyi bir editör tarafından; içeriğinden hiçbir şey kaybetmeden rahatlıkla 200 sayfaya indirilir.
Ufak tefek yazım hatası yüzlerce var, yani kitap fazlasıyla pasaklı!
Ama onlara girmeyip sadece ciddi bulduğum birkaç yanlıştan örnek vereceğim:
77. sayfada “Bu kadar kısa sürede Ankara’ya gelinir mi” diye bir satır var... Okuduğunuzda görüyorsunuz ki; bu, kitabı okuyan editörün notu... “Pasak” sözünü neden kullandığımı anladınız mı?
80. sayfada kahramanlardan biri Kolej’den Kızılay’a birkaç saniyede koşuyor... Çok merak ettim, poposunda motor mu vardı diye!
134. sayfada mazur yerine maruz yazılmış... Demek ki yazar ikisinin anlamını da bilmiyor!
147. sayfada “Hedefi yüzde 100 doğruluk payı ile doğrulayarak...”
149. sayfada “Bacaklarını önüne doğru katlayarak...”
188. sayfada “Yasemin, sanata olan ilgisinden dolayı mimariye çok önem verirdi. Bu önem de mimariyle ilgilenmesini sağladığı için az çok yapılardan anlardı” gibi anlamsız cümleler kurarak, bir pasaklılık şovu yapıyor...
Aynı cümlede, aynı sözcükten üçer, beşer kullanarak, cümleleri içinden çıkılmaz hale sokuyor!
İnsanların gırtlak temizlemek için öksürdüklerini bilirdik ama o 164. sayfada “nefes temizlemek için” diye yeni bir öksürük türü uyduruyor...
Bu satırları bir “ilk kitap için” çok sert, hatta acımasız bulabilirsiniz...
Ama eğer Atatürk’ü roman kahramanı yapmak gibi çok önemli bir işe soyunuyorsanız...
Ya kılı kırk yaracaksınız ve tertemiz bir eser ortaya çıkaracaksınız...
Ya da bu kadarcık eleştiriyi sineye çekeceksiniz!
FELAH
Türü: Roman
Yazarı: Volkan Arslan
Yayımcı: Cinius Yayınları
Baskı tarihi: Temmuz, 2011
Sayfa sayısı: 379
Kitapçı fiyatı: 20 lira
İnternet fiyatı: 17 lira
Kişisel not: Yazarla tanışmıyorum.
Mustafa Mutlu/VATAN
Yorum Gönder