Adaya ayak bastığımda her yıl yaptığım ilk iş, tarihi vapur iskelesi çıkışındaki ufak kitapçı dükkânına uğramak olur.
Ahşap çerçeveli renkli vitrayları olan dükkânda; yaz sıcağı kalabalıkları ve “dünyanın gerisinden uzaklık” duygusu veren tatlı bir loşluk vardır…
O loşluk, bu yüz senelik kitapçıda aynı zamanda, tuhaf bir “zamansızlık” duygusu yaratır…
Arka tarafta, dört koltukla üzerinde hep çaydanlık bulunan bir masa göze çarpar.
Nikolaki İksida’dan miras kalan dükkânı Vasiliki Hanım, hemen günün her saatinde ağırladığı özel dostlarıyla bu köşede oturur…
Önde, müşterilerin gelip geçtiği pencereli tezgâh bölümünde de Ferruh Ertürk durur.
Tarih soluyan dükkân
Edebiyat ve sanata meraklı Ferruh Bey; tüm rafları tarih soluyan bu minik dükkâna İstanbul’dan benzeri olmayan kitaplar taşır…
Babiâli’de dahi kolay bulamayacağınız tarih ve siyaset ağırlıklı kitapları, sürprizi bol bu dükkânda hemen elinizle koymuş gibi bulabilirsiniz.
Bu mikro dükkân çocukluğumunun İstanbulu’nun damıtılmış bir minyatürü gibidir: Rumlar, Ermeniler, Yahudiler… Tüm azınlıklarla ilgili eserler, Cumhuriyet ve Atatürk, Kurtuluş Savaşı’yla ilgili kitaplar, tarihi dönem romanları, İstanbul ile Adalar hakkındaki kitapların yanı sıra; “yeni çıkan” ve “çok satanlar” arasından Ferruh Bey’in özel tercihlerini yansıtan kitaplar bulabilirsiniz.
Daha doğrusu bulabilirdiniz.
Ferruh Bey bu kış ölmüş.
Adanın, insanın içine işleyen o müthiş soğuk, rutubetli kış günlerinden birinde zatürree olmuş. Apar topar karşıya, hastaneye yetiştirmişler. Gidiş o gidiş.
Arap Baharı ilkeleri burada
Ferruh Bey’in yokluğunu, yıllardır alıştığım onun o özgün “kitap seçimi yelpazesindeki” belli belirsiz başkalaşmayla fark ettim…
Kitap seçimlerinin değiştiğini görünce, bu isimsiz dükkânın, isimsiz bekçisinin nerede olduğunu sordum: “Kaybettik!” dediler…
Bir yakınımı kaybetmişçesine üzüldüm.
Vasiliki Hanım’ın “ayrıcalıklı dostlarını” ağırladığı bölmede, Taylan Karaduman’la işte böyle tanıştık. Hemen oracıkta ortak sevgimiz/derdimiz “ada”yı konuşmaya başladık.
“Tabii seyahat özgürlüğü var. Buraya gayet tabii herkes gelebilir!” dedi Taylan Bey; “Ancak onlar da geldiği zaman, helal olsun; geldiğimize değdi… demeli. Şehirden fazlasıyla kolay ulaşılabilir bir yere dönüşen ada, ne yazık ki ‘ada’ olmaktan çıktı. Adanın özgün mimarisi, florası yok oluyor. Çocukluğumuzda erik çaldığımız bahçelerin yerinde yeller esiyor.”
Bu yıl, adada inanılmaz bir inşaat furyası var.
Mihran Azaryan adlı bir Ermeni mimarın elinden çıkan 100 yıllık ada iskelesinin yanı başına “yaptım oldu” mantığıyla kondurulan yeni “Mavi Marmara” iskelesi bu furyaya tipik örnek.
Mayıs sonunda, Büyükşehir Belediyesi tarafından bir gecekondu gibi şipşak inşa ediverilen yeni iskeleye bakan meydan da, gene Büyükşehir tarafından yaz başından beri inşa ediliyor…
Bir havaalanı inşaatı kadar uzun süren meydanın yapımı hâlâ bitmedi ama “Mavi Marmara” gemilerinin yanaştığı iskelenin karşısına hemen bir aptes çeşmesi konduruldu.
Yaz aylarında adayı “kara çarşaf” ve “peçeye” sokan Araplar, isterlerse, burada hemen aptes alabiliyor.
Meydana bakan eski Lido Moteli’nin yerine yapılan “Lido Terrace” rezidansının altına da bu arada muazzam bir “Migros” açıldı.
Ada sahiline çıkar çıkmaz karşınıza gelen ilk işaret, dev boyutlarda turuncu puntolarla yazılmış bir “Migros” ilanı oluyor.
Öyle ki insan kendisini doğrudan bir “Migros adasına” yanaşmış gibi hissediyor.
Büyükada sahilinde Migros’tan başka bu büyüklükte başka yazı yok.
Migros’un az ilerisinden yükselen merdivenlerin tepesindeki bir başka yüz yıllık eski abide… “Splendid Oteli” üzerindeki zarif yazıyla, “Migros” yazısının kör kör parmağım gözüne ebatlarını karşılaştırdığınızda; adanın geçmişi ile bugünkü portresi arasındaki çarpıcı fark, başka söze gerek bırakmayan biçimde ortaya çıkıyor.
Günübirlikçi turistler, “Mavi Marmara” gemilerinden indikten sonra hurra buraya bu “Migros”a dalıyor. Günlük nevalelerini tamamlayıp, adaya dağılıyorlar.
Ramazan başına kadar “Arap Baharı” ülkelerinin eksiksiz tamamı buradaydı.
İskeleden… “Fıstık Ahmet”in “Prinkipo”suna uzanan Maden sahili, hafta sonları özellikle bir çöl panayırına dönüşmüştü.
Fiks mönü restoranlarda harem-selamlık oturanlar mı istersiniz; önde bermuda şortlu erkekler, arkada çifter çifter çarşaflı kadın ve çocuklarıyla yürüyen kafileler mi; denize giren erkeklerini güneş ve peçe altında sabırla bekleyen kadınlar mı?
Arap’ın her türlüsü buradaydı.
Ramazanda, neyse bu manzaralar bitti. Ada boşaldı.
Geriye “seferi” olmaya aldırış etmeyen İranlılar kaldı!
İranlılar, Araplardan çok farklı…
Ortalama İranlı ile ortalama Arap arasındaki büyük uygarlık farkını, cep kadar adamızda; elle tutulur biçimde hissetmek mümkün…
Dünyanın gelip geçtiği müthiş bir mikrokozmos burası.
Yalnız insanlığın değil, İstanbul üzerinden göçen muhteşem kuş kafileleri bile adamızdan geçiyor…
Örneğin bugün tepemizden leylekler geçti. Yaz artık bitiyor. Eylül başına dek ben de müsaadenizi istiyorum.
Nilgün Cerrahoğlu/Cumhuriyet
Yorum Gönder