Bayram Şekerleri (1) - Rifat Serdaroğlu
Bu bayram, genç arkadaşlarımıza ufacık bir nasihat ile şekerlerimizi ikrama başlayalım;
Eğer savunduğunuz fikir doğru ise, söylemekten asla geri durmayınız. Bazı zamanlar yalnız kaldığınızı, söylediklerinizin kimsenin umurunda olmadığını hissedersiniz. İşte o an kırılma anıdır.
Ya siz de kişisel hırslar ve menfaatler uğruna, yaşananları ve ülkenizin felakete gidişini görmezden gelip düzene uyacaksınız, ya da tek kişi kalsanız bile “doğru fikrinizi” savunmaya devam edeceksiniz. Doğru fikri savunabilmek için de sorgulayıcı, araştırmacı olmak şarttır…
Asla unutulmaması gereken gerçek şudur; “Doğru fikrin önünde hiçbir duvar duramaz…”
İzin verirseniz, geçen hafta yaşadığımız birkaç olayı araştırıp, sorgulayalım ve doğru fikri bulalım…
*Deniz Feneri adlı “Yüzyılın Soygunu” davasında yaklaşık 3 senedir görevli Savcılar, görevlerinden alındılar. Bunun üzerine CHP Genel Başkanı, Başbakan Erdoğan’a şu soruları tüm Türk Kamuoyu önünde sordu;
-Vaktiyle Deniz Feneri Derneği üzerinden oluşturulan fonlarla bir ilişkiniz var mıydı, yok muydu? Bir bilginiz var mıydı, yok muydu?..
-Savcıların görevden alınmasının, davanın sanıklarından birisinin bir şeyler yapılmazsa konuşacağı tehdidiyle bir ilgisi var mı, yok mu?…
-Kanal 7 de arama yapılacağını Kanal 7 ye bildiren köstebek kim? Bu, size çok yakın çalışan bir çalışma arkadaşınız mı? Savcıların görevden alınmasının arkasında bu gerçeklerin ortaya çıkmasından duyduğunuz telaş mı var?
-Bu yüz kızartıcı suçu işlediği ileri sürülenlerle ne tür bir kader ortaklığınız oldu ki davayı açıkça ört bas etmeye çalışıyorsunuz? Neden korkuyorsunuz Sayın Başbakan, neyin açığa çıkmasından korkuyorsunuz?..
Soruyu soran, Türkiye’nin Ana Muhalefet Partisinin Genel Başkanı. Sorulara muhatap olan kişi Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı. İki makam da Türkiye’nin en önemli makamları. İddialar ve suçlamalar korkunç !… CHP Genel Başkanı, Başbakan’ı sadaka paralarından oluşan fonları kullanmakla, Adalete Anayasa’ya aykırı biçimde müdahale edip suç işlemekle, Adaleti engellemek için “Köstebek kullanmakla”, yüz kızartıcı suçları örtbas etmekle suçluyor.
Suçlamalar çok ağır, her biri kurşun gibi…
Bu sorulara muhatap olan her medeni insanın yapacağı iki şey vardır;
Önce basın toplantısıyla bu iddialara cevap verir ve kendince doğruları söyler, kamuoyunu bilgilendirir ve ikinci olarak iddia sahibini bağımsız Türk yargısına şikayet eder, ceza ve tazminat davaları açar…
Başbakan, bunların ikisini de yapmıyorsa ve hele kamuoyunu hiçe sayıp, bilgi vermek gereğini de hissetmiyorsa, CHP Genel Başkanının iddiaları doğruluk taşıyor demektir.
Benzeri bir olay, demokratik ve özgür basının olduğu bir ülkede meydana gelse idi, basın olayın içyüzünü ortaya çıkarıncaya kadar işin üstüne gider ve kamuoyunu bilgilendirme görevini yerine getirirdi…
Türkiye’de böylesine önemli bir olayı, Almanya’da “Yüzyılın Soygunu” denen bir olayı, basınımızın çok büyük bir kısmı hiç olmamış gibi görmezden geldi. Başbakan’a Somali-Suriye-Libya-Ramazan ile ilgili seveceği soruları soran cemaat-tarikat-liberal ve cici basınımızın aklına, Savcılardan birinin
“Limon satarım daha iyi” cümlesini niçin kullandığını sormadı, soramadı !….
Bu olaydan çıkacak “Doğru Fikir” şudur;*Başbakan Erdoğan, kendisi açıklama yapıp kamuoyunu tatmin etmediği sürece, “Yüzyılın Soygunu” denen bu sadaka dolandırıcılığı ve Adalete baskı yapıp, Savcıların görevlerini değiştirilmesi olayları ile doğrudan ilgilidir. Akrabalarının ve 20 yıllık arkadaşlarının “Hükümlü ve Tutuklu” olarak bu davadan dolayı hapiste olmaları bu tezi güçlendirmektedir…
*Türkiye’de basın asla ve asla özgür ve bağımsız değildir. Birkaç tanesi müstesna bunların haberleri “kurma ve yanlıdır” , bunlar basın organı değil, patronlarının işlerini takip ile görevli ticari kuruluşlardır…
İkinci Olaya Gelince;
Başbakan Erdoğan Kasımpaşa’da eş-dost-akraba ziyaretleri yapıyor. Bu arada bir vatandaş yanına yanaşıyor ve; “Sayın Başbakanım, Oğlum Hakkari’de askerdi, tezkeresini aldı ama yol güvenliği olmadığı için 25 gündür gelemiyor. Lütfen bize yardım et” diye yalvarıyor…
Başbakan, Hakkari Valisini arıyor ve terhis olan askerin derhal babasının yanına gönderilmesini emrediyor. Ertesi gün tüm basında; “Başbakan, askeri babasına kavuşturdu” , “Başbakan emretti, Komutanlar hemen askerleri bıraktılar” tipinde yalakalık örneği manşetler atılıyor !…
O Asker babası, vatandaşlık bilincine ulaşmış bir T.C Vatandaşı olsaydı, soruyu şöyle sorar ve talebini oy vererek seçtiği kişiye iletirdi;
*Sayın Başbakan, 10 yıldır ülkeyi tek başınıza yönetiyorsunuz. 10 yılın sonunda evlatlarımız terhis olmalarına rağmen, devletimizin yolları güvenli olmadığı için evlerine gelemiyorlar. Bunda bir yanlışlık yok mu? Hakkari ve Güneydoğu “Kurtarılmış Bölge” oldu da bizim mi haberimiz olmadı? Çocuklarımız güven içinde ne zaman evlerine gelecek. Sizin oğlunuz askerlik yapmadı, bizi anlamanız için ne yapmamız gerekli, lütfen bize söyler misiniz?
Basının büyük bir kısmı besleme basın yerine, gerçek basın olsaydı şu soruları sorması ve millete olduğu gibi yansıtması gerekmez miydi;*Devlet, Türkiye içinde yollarının güvenliğini sağlayamıyor mu?
*Askerler, yollar güvenli olmadığı için helikopter ile naklediliyor, peki sivil vatandaşlar nasıl seyahat edecek?
*Sayın Başbakan, Türk Milleti bayramda şehit cenazeleri kaldırıyor, siz “Suriye bizim iç meselemizdir” diyorsunuz. Yollarımızın güvenliği “İç meselemiz” değil midir.?…
Bu olaydan çıkacak “Doğru Fikir” ise şudur;
Başbakan ve AKP, terörle mücadelede başarısız olmuştur. Bundan böyle de akacak kanın her damlasından Hükümet ve bizzat Başbakan Erdoğan sorumludur. Ülkemiz bu anlayışla yönetilmeye devam ettiği sürece başımız dertte demektir. Vatanını seven herkesin, demokratik kurallar içinde ve yasaların bizlere verdiği olanaklar çerçevesinde bu cemaat-tarikat zihniyetiyle mücadele etmesi şarttır.
Basın maalesef, yalakalık mertebesinde bir derece daha yükselmiştir…
Sağlık ve başarı dileklerimle
Rifat Serdaroğlu
Eğer savunduğunuz fikir doğru ise, söylemekten asla geri durmayınız. Bazı zamanlar yalnız kaldığınızı, söylediklerinizin kimsenin umurunda olmadığını hissedersiniz. İşte o an kırılma anıdır.
Ya siz de kişisel hırslar ve menfaatler uğruna, yaşananları ve ülkenizin felakete gidişini görmezden gelip düzene uyacaksınız, ya da tek kişi kalsanız bile “doğru fikrinizi” savunmaya devam edeceksiniz. Doğru fikri savunabilmek için de sorgulayıcı, araştırmacı olmak şarttır…
Asla unutulmaması gereken gerçek şudur; “Doğru fikrin önünde hiçbir duvar duramaz…”
İzin verirseniz, geçen hafta yaşadığımız birkaç olayı araştırıp, sorgulayalım ve doğru fikri bulalım…
*Deniz Feneri adlı “Yüzyılın Soygunu” davasında yaklaşık 3 senedir görevli Savcılar, görevlerinden alındılar. Bunun üzerine CHP Genel Başkanı, Başbakan Erdoğan’a şu soruları tüm Türk Kamuoyu önünde sordu;
-Vaktiyle Deniz Feneri Derneği üzerinden oluşturulan fonlarla bir ilişkiniz var mıydı, yok muydu? Bir bilginiz var mıydı, yok muydu?..
-Savcıların görevden alınmasının, davanın sanıklarından birisinin bir şeyler yapılmazsa konuşacağı tehdidiyle bir ilgisi var mı, yok mu?…
-Kanal 7 de arama yapılacağını Kanal 7 ye bildiren köstebek kim? Bu, size çok yakın çalışan bir çalışma arkadaşınız mı? Savcıların görevden alınmasının arkasında bu gerçeklerin ortaya çıkmasından duyduğunuz telaş mı var?
-Bu yüz kızartıcı suçu işlediği ileri sürülenlerle ne tür bir kader ortaklığınız oldu ki davayı açıkça ört bas etmeye çalışıyorsunuz? Neden korkuyorsunuz Sayın Başbakan, neyin açığa çıkmasından korkuyorsunuz?..
Soruyu soran, Türkiye’nin Ana Muhalefet Partisinin Genel Başkanı. Sorulara muhatap olan kişi Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı. İki makam da Türkiye’nin en önemli makamları. İddialar ve suçlamalar korkunç !… CHP Genel Başkanı, Başbakan’ı sadaka paralarından oluşan fonları kullanmakla, Adalete Anayasa’ya aykırı biçimde müdahale edip suç işlemekle, Adaleti engellemek için “Köstebek kullanmakla”, yüz kızartıcı suçları örtbas etmekle suçluyor.
Suçlamalar çok ağır, her biri kurşun gibi…
Bu sorulara muhatap olan her medeni insanın yapacağı iki şey vardır;
Önce basın toplantısıyla bu iddialara cevap verir ve kendince doğruları söyler, kamuoyunu bilgilendirir ve ikinci olarak iddia sahibini bağımsız Türk yargısına şikayet eder, ceza ve tazminat davaları açar…
Başbakan, bunların ikisini de yapmıyorsa ve hele kamuoyunu hiçe sayıp, bilgi vermek gereğini de hissetmiyorsa, CHP Genel Başkanının iddiaları doğruluk taşıyor demektir.
Benzeri bir olay, demokratik ve özgür basının olduğu bir ülkede meydana gelse idi, basın olayın içyüzünü ortaya çıkarıncaya kadar işin üstüne gider ve kamuoyunu bilgilendirme görevini yerine getirirdi…
Türkiye’de böylesine önemli bir olayı, Almanya’da “Yüzyılın Soygunu” denen bir olayı, basınımızın çok büyük bir kısmı hiç olmamış gibi görmezden geldi. Başbakan’a Somali-Suriye-Libya-Ramazan ile ilgili seveceği soruları soran cemaat-tarikat-liberal ve cici basınımızın aklına, Savcılardan birinin
“Limon satarım daha iyi” cümlesini niçin kullandığını sormadı, soramadı !….
Bu olaydan çıkacak “Doğru Fikir” şudur;*Başbakan Erdoğan, kendisi açıklama yapıp kamuoyunu tatmin etmediği sürece, “Yüzyılın Soygunu” denen bu sadaka dolandırıcılığı ve Adalete baskı yapıp, Savcıların görevlerini değiştirilmesi olayları ile doğrudan ilgilidir. Akrabalarının ve 20 yıllık arkadaşlarının “Hükümlü ve Tutuklu” olarak bu davadan dolayı hapiste olmaları bu tezi güçlendirmektedir…
*Türkiye’de basın asla ve asla özgür ve bağımsız değildir. Birkaç tanesi müstesna bunların haberleri “kurma ve yanlıdır” , bunlar basın organı değil, patronlarının işlerini takip ile görevli ticari kuruluşlardır…
İkinci Olaya Gelince;
Başbakan Erdoğan Kasımpaşa’da eş-dost-akraba ziyaretleri yapıyor. Bu arada bir vatandaş yanına yanaşıyor ve; “Sayın Başbakanım, Oğlum Hakkari’de askerdi, tezkeresini aldı ama yol güvenliği olmadığı için 25 gündür gelemiyor. Lütfen bize yardım et” diye yalvarıyor…
Başbakan, Hakkari Valisini arıyor ve terhis olan askerin derhal babasının yanına gönderilmesini emrediyor. Ertesi gün tüm basında; “Başbakan, askeri babasına kavuşturdu” , “Başbakan emretti, Komutanlar hemen askerleri bıraktılar” tipinde yalakalık örneği manşetler atılıyor !…
O Asker babası, vatandaşlık bilincine ulaşmış bir T.C Vatandaşı olsaydı, soruyu şöyle sorar ve talebini oy vererek seçtiği kişiye iletirdi;
*Sayın Başbakan, 10 yıldır ülkeyi tek başınıza yönetiyorsunuz. 10 yılın sonunda evlatlarımız terhis olmalarına rağmen, devletimizin yolları güvenli olmadığı için evlerine gelemiyorlar. Bunda bir yanlışlık yok mu? Hakkari ve Güneydoğu “Kurtarılmış Bölge” oldu da bizim mi haberimiz olmadı? Çocuklarımız güven içinde ne zaman evlerine gelecek. Sizin oğlunuz askerlik yapmadı, bizi anlamanız için ne yapmamız gerekli, lütfen bize söyler misiniz?
Basının büyük bir kısmı besleme basın yerine, gerçek basın olsaydı şu soruları sorması ve millete olduğu gibi yansıtması gerekmez miydi;*Devlet, Türkiye içinde yollarının güvenliğini sağlayamıyor mu?
*Askerler, yollar güvenli olmadığı için helikopter ile naklediliyor, peki sivil vatandaşlar nasıl seyahat edecek?
*Sayın Başbakan, Türk Milleti bayramda şehit cenazeleri kaldırıyor, siz “Suriye bizim iç meselemizdir” diyorsunuz. Yollarımızın güvenliği “İç meselemiz” değil midir.?…
Bu olaydan çıkacak “Doğru Fikir” ise şudur;
Başbakan ve AKP, terörle mücadelede başarısız olmuştur. Bundan böyle de akacak kanın her damlasından Hükümet ve bizzat Başbakan Erdoğan sorumludur. Ülkemiz bu anlayışla yönetilmeye devam ettiği sürece başımız dertte demektir. Vatanını seven herkesin, demokratik kurallar içinde ve yasaların bizlere verdiği olanaklar çerçevesinde bu cemaat-tarikat zihniyetiyle mücadele etmesi şarttır.
Basın maalesef, yalakalık mertebesinde bir derece daha yükselmiştir…
Sağlık ve başarı dileklerimle
Rifat Serdaroğlu