Şeamet tellalları çarşafa dolanıyor - Selcan Taşçı
Özellikle genç okurlar başlıktaki ” şeamet tellalı “ deyiminin ne olduğunu anlayamayabilir. Şeamet Arapça bir isimdir. Uğursuzluk demektir. Tellal da, yüksek sesle bir bilgiyi yayan kişidir. Şeamet tellalı ”uğursuz bir bilgiyi yayan kişi“ anlamında bir deyimdir. ”Şeamet tellallarına rağmen“ dedim, çünkü seçim yaklaştıkça ne gariptir ki ”uğursuz bilgileri“ yayanların sayısında bir artış görünüyor.
Seçimler yaklaşıkça AKP yandaşı kesimlerde ”tuhaf bir panik“ baş gösterdi. Anketlere (!) göre AKP tek başına ve üstelik anayasayı değiştirecek çoğunlukla iktidara geleceği halde, yandaşlar en ”uğursuz“ senaryolarla halkın zihnini karıştırmaya çalışıyorlar. AKP dışındaki tüm muhalefeti ”işbirliği“ içinde gösteren yandaşlar işbirliğinin bir kaos yaratma amacına yönelik olduğunu öne sürüyorlar.
***
Örneğin diyorlar ki ”Seçimlere kadar Güneydoğu’dan 50-60 şehit cenazesi gelebilir.“ Neden? Çünkü derin muhalefetle işbirliği yapan derin PKK seçimlere gölge düşürmek, AKP iktidarını zora sokmak istiyor. Bununla da yetinmiyorlar, suikastlar olabileceğini, bombalar patlayabileceğini, asker ve polisin silahlı bombalı saldırılara uğrayabileceğini çekinmeyen yazabiliyorlar.
Ne gariptir ki, üst üste ”kaos senaryoları“ üretenlere devletin hiçbir birimi ”Bu bilgileri nereden alıyorsunuz?“ diye sormuyor. Bu bilgiler ne MİT ne de diğer istihbarat birimlerinin elinde var. Zaten bu nedenle yazılan bazı haberler bir iki gün içinde gerçekleşiyor. İstihbaratın haberi olmadığı için eylem yapanlar ellerini kollarını sallayarak amaçlarına ulaşıyor. O halde bilgilerin kaynağı nedir?
Oysa yargı sistemimiz son yıllarını hep gerçekleşmemiş komplo teorilerini çözmek amacıyla geçirdi. İmzasız ihbar mektupları, gece yarıları emniyetin bilgisayarına atılan e-mail’ler, gizli tanıklar vasıtasıyla yüzlerce kişi gözaltına alındı, tutuklandı, davalar açıldı. ”Olacak“ denilenlerin hiçbiri olmadı ama insanlar işkence çekmeye devam ediyor. Ancak yandaşların açıkça yazdıklarına dokunan yok.
***
Yandaşlar ” Şurada saldırı olacak “ diyorlar, oluyor. ” Bomba patlayacak “ diyorlar patlıyor. Nedense başta iktidar olmak üzere devletin ilgili birimlerinin hiçbiri ”Bunları nereden biliyorsunuz“ deme cesareti gösteremiyor, belli ki merak bile etmiyorlar. Ya da bilgiyi bizzat kendileri veriyorlar. Öylesi tabii ki çok vahim, komplo teorileri ihbar da kabul edilmiyor ki aynen yaşanıyor.
***
Şurası bir gerçek ki, AKP iktidarının yarattığı korku ortamı halk üzerinde çok etkiliydi. Sokaklarda bu korkuyu ”maddi olarak“ görebiliyorduk. İnsanlar gerçek fikirlerini açıkça söylemekten, bir tavır sergilemekten çekiniyordu. Ancak şimdi durum farklı. Sokaklarda insanların yüzündeki korku izleri giderek siliniyor. Vatandaşlar siyasi görüşlerini daha açıkça belirtmekten eskisi kadar çekinmiyor.
Can Ataklı / Vatan
+++
Devletin şefkatli temsilcisi
Yolu Ilgaz’ın dağ köylerinden geçenler, burada konaklama imkanı bulanlar, ’Biçtiğimiz anlamı’ iyi anlarlar. Çoğu açlık sınırının altındaki Kastamonu ve Çankırı köylüleri, tenceresinde mısır koçanı kaynatır. ’Devlet’ine hamdeder’. Kurutulmuş patlıcan-domatesten yemek yapar ’Allah bu millete zeval vermesin’ der. Yakıtı çalı-çırpıdır. ’Şükreder’. Kazara Tanrı misafiri gelse, üç kaynatımlık tarhanasını ikram eder. Böyle de eli açıktır. Bonkördür. Birtakım ülke düşmanı gibi, ülkesinin bayrağını ateşe vermez. Ilgaz Dağı’ndaki son operasyon aklımıza bunları düşürdü. Kaderin çizdiğine değil, bölücünün suikast planladığı yere iyi bakın. Tıpkı, bazı ’Çivisi sökülmez illerimizde yaptıkları saldırılar’ gibi. Bir elinde Rus yapımı Kalaşnikof, öbüründe ABD imalatı M-16 tüfekleriyle ölü ele geçen teröriste ne demeli? Kastamonu Valisi ’Keşke sağ ele geçirilseydi’ diyor. Bu da, yıkılmaya çalışılan ’Devlet’in şefkatli temsilcisi’.
...
Bakalım, kimlik tespitinden sonra cenaze nereye gönderilecek? Demirtaş’lar, Zana’lar ve ötekiler yine taziye çadırlarına doluşacak mı? Bölge insanını tahrik edip, sokağa dökmeye devam edecekler mi? Bu kez ’Durup, dururken sınırın öbür tarafına geçip, katlettiler’şeklindeki malzemeleri yok; ’Kuzey Irak nerede, Ilgaz Dağları neresi?’. ’Medyanın Federasyoncuları’nı da merak etmiyor değiliz. Ne yazacaklar? Yine ekranlara çıkıp ’Katil Devlet’söylevlerini devam mı ettirecekler? Boşverin siz bu alçakları. Çankırı’nın, Kastamonu’nun dağ köylüsü ’Tek Bayrak, Tek Devlet, Tek Millet’i yaşatmaya yeter. Artar bile. Onlarla ’Ezan susmaz, Bayrak inmez’.
Burhan Ayeri / Akşam
+++
Gidin ve yargılanın
Almanya’daki ikinci Deniz Feneri e.V. davasının sanıkları arasında Kanal 7 Yönetim Kurulu Başkanı Zekeriya Karaman ve RTÜK’ün eski başkanı Zahid Akman gibi isimler de var. İlk mahkeme kararını açıklarken Deniz Feneri e.V. soygununun asıl faillerinin bu kişiler olduğuna dikkat çekmişti.
Ankara’daki soruşturma biliyorsunuz uzadıkça uzadı ama gelen haberler artık işin sonuna doğru yaklaşmakta olduğumuzu gösteriyor. Seçimlerden sonra iddianame ortaya çıkacaktır, öyle görünüyor. Almanya’daki ikinci davanın başlaması ise mahkemenin bu konuda vereceği karara bağlı. Mahkeme, sanıkların Almanya’ya gelme ihtimalleri olmadığını, Türk makamlarının da teslime yanaşmayacağını düşünerek sonuçsuz kalacak bir davayı başlatmama eğiliminde.
Ama orada da son karar henüz verilmedi, bekliyoruz. Ben buradan Zekeriya Karaman ve Zahid Akman’a bir çağrıda bulunmak istiyorum: Madem suçsuz olduğunuzu, bu konudaki haberlerin ve yayınların kasıtlı olduğunu, gerçeğin çarpıtıldığını söylüyorsunuz, neden Almanya’ya gidip yargılanarak aklanmıyorsunuz?
Üstelik Almanya’daki yargılama usullerinin bir sonucu olarak açılan davalar yıllarca sürmüyor, kısa sürede bitiriliyor. Yani işinizden gücünüzden yıllarca uzak kalma tehlikesi de yok. Gidin ve üzerinize yapışmış bu yolsuzluk iddiasından yargılanarak kurtulun.
Mehmet Y. Yılmaz / Hürriyet
+++
Allahlık Ali Bey!
Turgut Özal’ın dediği çıktı.
Hani bir kere ağzından “federasyon” lafı kaçırmıştı ya... “Bize göre tesadüfen değil, bile bile”
Özal, tepkileri görünce yumuşak bir viraj almıştı:
“Ben federasyon demedim, federasyon tartışılsın” dedim.
Şimdi o günler geride kaldı, ne federasyon, “Kürdistan demek bile yadırganmıyor.
***
Siz ” Radyo Televizyon Üst Kurulu “ diye bir kurumu bilir misiniz, hani arada RTÜK der geçeriz.
Geçenlerde tarihi bir karar verdi, bir televizyon programında tartışma sırasında ” Kürdistan “ diye bir söz geçince, her halde şikayet eden olacak ki, konu RTÜK’e gelmiş, üst kurulda partilerin seçtikleri var, çoğunluk AKP’li, ne var bunda demişler.
Artık, televizyonlarda ” Kürdistan “ demek serbest...
***
Aslında bu konu tartışılmamalı bile, Habur Kapısı’nda seyyar mahkeme kurup, eşkıyayı yargılayan bir yönetimde ” Kürdistan “ desen ne olur, demesen ne olur...
Adam Türkiye’ye bir başbakan yetmez diyor.
İki başbakan da olmaz, çaresi var, İmralı’daki çıkar başbakan yardımcılığına oturur.
Biz bunu çok önce de yazdık.
***
Şimdi seçim var, seçimle birlikte, yeni anayasa yapma yetkisi de verilmiş olacak.
Adamlar açık açık söylüyorlar.
Hele seçim bitsin, yeni anayasa taslağı gelsin, Kürtler anayasaya girsin, Kürtçe ikinci resmi dil olsun, yerel yönetimler federasyona giden yolu temizlesin...
Ondan sonra?
Nedir sonra olan?
Bekleyin, yaşarsak göreceğiz.
***
Son günlerde MHP’ye niye saldırıyorlar hem de, en pespaye biçimde, aman barajı geçmesinler.
Eğer, MHP barajı geçemezse ne olur?
MHP muhalefeti anayasayı kolay kolay
geçirtmez.
Ya CHP?
Allah selamet versin, bir zamanlar resimli bir roman kahramanı vardı:
Allahlık Ali Bey...
Hatırladınız mı?
Hasan Pulur / Milliyet
+++
13 Haziran sabahı gazeteci olmak
12 Eylül referandumu Türkiye’de birçok açıdan milat oldu. İlk kez bu referandumla bir ’bölünme’ haritası ortaya çıktı mesela.
Biz gazeteciler için kendi mesleğimizi yapmanın imkansızlığı da referandumla tescillendi. O günden bugüne köşesini fıkrayla, suya sabuna dokunmayan konularla geçiren ve sürekli zaman kazanmaya çalışan köşe yazarlarını görüyorsunuz. Yargılamayın, ne yazık ki pek seçenek de kalmadı. Sanırım benim de topluma ve ülkenin geleceğine dair yaşadığım derin hayal kırıklığıyla İstanbul’u terk ederken yapmak istediğim buydu ilk başta: Zaman kazanmak. Doğrusu, referandumdan sonra sular durulur ve Türkiye zoraki bir normalleşme sürecine girer diye bekliyordum. Ama hükümete yaranma derdindeki birtakım gazetecilerin saçtığı terör bunu imkansız hale getirdi.
Seçim kampanyalarıyla beraber ton daha da arttı, çıta iyice düştü. Sadece işini yapan gazetecilere karşı her gün ayrı bir tehdit, her gün bir ihbar, başka gazeteciler tarafından hedef gösterilmek... Bu şartlar altında gazetecilik yapılabilir mi? Hadi gazeteciliği bıraktım, bu baskı ortamında yaşanabilir mi? Tehdit ve iftiranın bol keseden havada uçuştuğu bir ortamda bazen kendimi Oğuz Atay’ın ’Korkuyu Beklerken’hikayesindeki kahraman gibi hissetmeye başladım. Ortada geçerli hiçbir sebep yokken, sadece hissedilen terör yüzünden kafayı sıyırmakta olan bir münzevi gibi.
***
12 Eylül’den sonra kendi hayatım, yaşadığım ülke hakkında bir sürü kuşku bulutu dolaşıyordu kafamda. 12 Haziran seçimlerinden sonraysa yaptığımız işle ilgili. Şu son sekiz yıl gösterdi ki yandaş yazarlık, tetikçilik, Başbakan’ın ve hükümetin arkasına sığınarak, onlardan güç alarak yapılan gazetecilik bu mesleği öldürdü. Eskinin şikayet edilen pespaye basını, düzeysizlikte 10’a, 100’e katlandı.
Oray Eğin / Akşam
+++
Terfiye uygun sanık hiyerarşisi!
Gölcük’te yapılan aramalarda ele geçirilen belgeler üzerine hazırlanan, Koramiral Kadir Sağdıç ve 9 subay hakkındaki iddianame kabul edildi. Kadir Sağdıç hakkında çifte müebbet isteniyor. Avukatının ifadesine göre, iddianamenin en ilginç yanı, Kadir Sağdıç’ın savunması alınmadan hazırlanmış oluşu...
Feyyaz Öğütçü, Kadir Sağdıç, Mehmet Otuzbiroğlu... Bu isimler 2011, 2013 ve 2015 döneminde deniz kuvvetleri komutanı olacaktı... Üçü de şu anda balyoz sanığı olarak tutuklu. Dava sonuçlanıp beraat etmedikçe terfi etmeleri mümkün değil. Ayrıca... Önümüzdeki YAŞ’ta amiralliğe terfi edecek 10 albaydan 7’si tutuklu... Davalar özellikle Deniz Kuvvetleri’nde terfi sıralamasını büyük ölçüde değiştirmiş durumda.
Melih Aşık / Milliyet
Yorum Gönder