3 Kasım 2002 seçimlerinde Meclis’e 2 partinin girmesi ve verilen oyların yüzde 45’inin parlamentoda temsil edilememesi, yeni bir arayış dalgasını beraberinde getirdi. Eski-meyen siyasetçilerle, uzun yıllar siyaseti yakından izleyip sahaya inmeyen kişiler sık sık buluşup “çare aramaya” başladılar. Bu arayıştakiler “platform” adının yanı sıra “grup” ve “topluluk” adlarını da kullandılar. Kamuoyunda esrarengiz ya da gizli bir toplantıymış gibi tartışılan Kent Otel toplantılarına da 4-5 gazeteci, 8-10 siyasetçi, 4-5 akademisyen, 10-15 bürokrat-yargı mensubu, 2-3 emekli asker, 2-3 belediye başkanı olmak üzere 30-50 arası kişi katılırdı. Devletin resmi koruma görevlileri, yani polisler de otele gelirdi. Eğer bu toplantılar gizli ya da yasadışı kabul edilecekse polislerin konumu nasıl açıklanabilir?
Başlık benim sık kullandığım sözlerden biridir ve Ankara gerçeğidir. Hani bir söz vardır:
Her sabah dünya yeniden kurulur, her sabah taze bir başlangıçtır.
Bu söz başkentteki siyasete uyarlanırsa şöyle denebilir:
Her sabah siyaset yeniden şekillenir, her sabah taze bir hareketin başlangıcıdır.
Bu anlamda Ankara’nın son 25 yılı şöyle özetlenebilir:
• 80’li yıllar sağda ve solda birleşme arayışlarıyla sürdü.
• 90’lı yıllarda sol şekillendi ve kemikleşti. CHP - DSP ayrımı netleşti. Sağda ise birleşme arayışları sürdü. ANAP ve DYP birbirlerine vura vura çöktü. Ama her iki siyasi kanatta da arayışlar sürdü.
• 2000’li yıllarda mevcut siyasi partilere yeni bir iktidar seçeneği eklenebilir mi arayışları bölük bölük devam etti.
Genel durumun özeti buydu.
Ben bir gazeteci olarak, bir fikir gazetesinin yöneticisi olarak bu sürecin tam göbeğinde idim.
CHP’nin 1999 seçimlerinde barajın altında kalmasının ardından arayışlar daha da yoğunlaştı ve çatallaştı.
Arayışların genellikle “platform” diye biten adları vardı. “Anadolu Platformu”, “Sosyal Demokrasi Platformu” gibi.
İşte bu yoğunluğa bakıp o günlerde şu yorumu yapmıştım: “Bu gidişle Ankara’da metrekareye dört arayış düşecek. Ama sonuca bakılırsa bunlar daha çok arayış arayışları.”
Gerçekten de öyleydi. Arayışlar, tıpkı bozkırda bir süre akıp kuraklaşan, toprakta kaybolup giden cılız derelere benziyordu. Böylesi arayışların içinde yer almış kişilerin bana kırılacağını düşünmüyorum. Çünkü ben bu düşüncelerimi hem yazdım hem de yeri geldiğinde, ortamı olduğunda yüzlerine söyledim. 80’li 90’lı yıllardakiler bir yana.. 2000’lere gelirsek...
‘Çare arayışı’
3 Kasım 2002 seçimlerinde Meclis’e 2 partinin girmesi ve verilen oyların yüzde 45’inin parlamentoda temsil edilememesi, yeni bir arayış dalgasını beraberinde getirdi.
Merkez sağ çökmüştü...
MHP parlamento dışında kalmıştı...
DSP yüzde 22’den yüzde 1’e düş-müştü...
Parlamento dışında kalan bu zeminlerden yeni bir parti ya da partiler çıkarılabilir miydi?
Eski-meyen siyasetçilerle, uzun yıllar siyaseti yakından izleyip sahaya inmeyen kişiler sık sık buluşup “çare aramaya” başladılar.
Bu arayıştakiler “platform” adının yanı sıra “grup” ve “topluluk” adlarını da kullandılar.
Gruplar toplantı yeri olarak genellikle otel salonlarını kullanıyorlardı. 4 - 5 yıldızlı otelin çok amaçlı salonlarından biri tutuluyor, saatlerce konuşuluyordu. Yer otel olunca, lobisi de bu toplantıya gelenlerin şoförleri ve korumaları ile doluyordu.
‘Toplantıalra gazeteci kimliğimle katıldım’
Toplantıların bazılarına ben de gazeteci kimliğimle katıldım. Bu ortamlar hem yeni insanlar tanımak hem de sürmekte olan siyasi arayışların içini dışını öğrenme bakımından bizler için önemliydi.
Şunu da vurgulamadan geçemeyeceğim. Katıldığım toplantılarda benim dışımda en az 2-3 gazeteci daha olurdu. Onların da temel kaygısının benimkinden farklı olmadığını görüyordum.
Benim gördüğüm kadarıyla kamuoyunda esrarengiz bir havaya büründürülerek tartışılan toplantıların genel içeriği böyleydi.
Kimi toplantılar da siyasi bir parti kurma ya da benzeri hedeften çok, “ne yapmalı” sorusuna yanıt vermek üzere yapılırdı.
Zaman zaman misafir konuşmacılar katılır; konuşmacı, uzmanı olduğu konu çerçevesinde görüşlerini ortaya koyar ve konu tartışılırdı. Ankara’daki bu bir araya gelmeler İstanbul’un Taksim Toplantıları’na benzetilebilir. Taksim Toplantıları’na hiç katılmadım ama, katılanların anlattığı kadarıyla böyleydi...
‘Devletin polisleri ‘Gizli toplantı’larda!
Kamuoyunda esrarengiz ya da gizli bir toplantıymış gibi tartışılan Kent Otel toplantılarının da ruhu buydu. 4-5 gazeteci, 8-10 siyasetçi, 4-5 akademisyen, 10-15 bürokrat-yargı mensubu, 2-3 emekli asker, 2-3 belediye başkanı olmak üzere 30-50 arası kişi katılırdı. Katılımcıların görevi-konumu gereği koruması olanlar da vardı.
Devletin resmi koruma görevlileri, yani polisler de otele gelir; ya lobide oturur ya da toplantılara katılanlarla aynı donanımdaki yan bir salonda yemeğini yerdi.
Eğer bu toplantılar gizli ya da yasadışı kabul edilecekse polislerin konumu nasıl açıklanabilir?
Toplantılarda siyasi gelişmeler konuşulduktan sonra çoğunlukla şu görüş öne çıkardı:
Başta CHP olmak üzere mevcut partiler güçlenmeli ve daha geniş bir açılım sağlamalı, herkesi kucaklamalı.
Siyasi partiler mezarlığı
Gazeteci olarak bir ya da iki kez katıldığım kimi arayış toplantılarında ise yeni bir siyasi parti kurma fikri çok tartışılırdı.
Hemen herkesin gözü, doldurulmadığını düşündükleri merkezdeydi.
Yeni bir merkez partisi...
Bir kez katıldığım Patalya Oteli toplantısında da bu yönde toplumun bir beklentisinin olup olmadığı konuşulmuştu.
“Sayın Balbay sizin görüşünüz nedir” diye sorduklarında, “Ben düşüncelerimi köşe yazılarımda da dile getiriyorum, değişiklik yok” diye başlar, şöyle devam ederdim:
“Türkiye’deki en büyük mezarlık siyasi partiler mezarlığıdır. Toplumda yeni bir siyasi parti arayışı olmadığı sürece ya da güçlü bir siyasi seçenek olarak ortaya çıkılmadığı sürece bütün parti kurma düşünceleri ölü doğar. Bir süre yaşasa bile büyüme umudu vermediği için büyüyemez.”
Yazı aramızda başlangıçta bana kızarlardı. Bir süre sonra hak verirlerdi.
‘Balbay siyasete girsen bu işleri toparlarsın’
Gelinen noktada birbirine benzer bu toplantılarda konuşulanları olabildiğince açık biçimde aktarmam gerekiyor...
Gazeteciliğe 1980’de İzmir’de başladım. 1989’da Ankara’ya haber müdürü olarak geldim. 1992’de İstanbul’a haber merkezi müdürü olarak geçtim. 1993’te Ankara’ya temsilci olarak geldim. Aynı yıl köşe yazılarına başladım. Halen ulusal ölçekli gazeteler içinde en eski Ankara temsilcisi benim. Mesleğimizden siyasete geçenler de olduğu için kimi ortamlarda yarı şaka yarı ciddi bana seslenirlerdi:
- Balbay sen çıksan.. Girsen siyasete vallahi başarılı olursun... Düşünmüyor musun?
Bu ve benzeri önerilere, seslenişlere yanıtım şu olurdu:
“Hayır, ben gazetecilikten başka bir şey düşünmüyorum. Bence siyaset çok önemli bir kurum. Ülkenin düzlüğe çıkması için birinci işlev siyasetin. Ama bu ülkenin gazetecilere de gereksinimi var.”
Bazen İlhan Abi de şaka yollu takılırdı:
“Balbay siyasete girsen bu işi toparlarsın...”
Ben de yine şakaya vurup yanıtlardım:
“Abi galiba niyetiniz benden kurtulmak. Ama kurtulamazsınız. Benim gazetecilikten başka bir niyetim, hedefim yok. Daha bu meslekte yapacağım çok şey var.”
Başlık benim sık kullandığım sözlerden biridir ve Ankara gerçeğidir. Hani bir söz vardır:
Her sabah dünya yeniden kurulur, her sabah taze bir başlangıçtır.
Bu söz başkentteki siyasete uyarlanırsa şöyle denebilir:
Her sabah siyaset yeniden şekillenir, her sabah taze bir hareketin başlangıcıdır.
Bu anlamda Ankara’nın son 25 yılı şöyle özetlenebilir:
• 80’li yıllar sağda ve solda birleşme arayışlarıyla sürdü.
• 90’lı yıllarda sol şekillendi ve kemikleşti. CHP - DSP ayrımı netleşti. Sağda ise birleşme arayışları sürdü. ANAP ve DYP birbirlerine vura vura çöktü. Ama her iki siyasi kanatta da arayışlar sürdü.
• 2000’li yıllarda mevcut siyasi partilere yeni bir iktidar seçeneği eklenebilir mi arayışları bölük bölük devam etti.
Genel durumun özeti buydu.
Ben bir gazeteci olarak, bir fikir gazetesinin yöneticisi olarak bu sürecin tam göbeğinde idim.
CHP’nin 1999 seçimlerinde barajın altında kalmasının ardından arayışlar daha da yoğunlaştı ve çatallaştı.
Arayışların genellikle “platform” diye biten adları vardı. “Anadolu Platformu”, “Sosyal Demokrasi Platformu” gibi.
İşte bu yoğunluğa bakıp o günlerde şu yorumu yapmıştım: “Bu gidişle Ankara’da metrekareye dört arayış düşecek. Ama sonuca bakılırsa bunlar daha çok arayış arayışları.”
Gerçekten de öyleydi. Arayışlar, tıpkı bozkırda bir süre akıp kuraklaşan, toprakta kaybolup giden cılız derelere benziyordu. Böylesi arayışların içinde yer almış kişilerin bana kırılacağını düşünmüyorum. Çünkü ben bu düşüncelerimi hem yazdım hem de yeri geldiğinde, ortamı olduğunda yüzlerine söyledim. 80’li 90’lı yıllardakiler bir yana.. 2000’lere gelirsek...
‘Çare arayışı’
3 Kasım 2002 seçimlerinde Meclis’e 2 partinin girmesi ve verilen oyların yüzde 45’inin parlamentoda temsil edilememesi, yeni bir arayış dalgasını beraberinde getirdi.
Merkez sağ çökmüştü...
MHP parlamento dışında kalmıştı...
DSP yüzde 22’den yüzde 1’e düş-müştü...
Parlamento dışında kalan bu zeminlerden yeni bir parti ya da partiler çıkarılabilir miydi?
Eski-meyen siyasetçilerle, uzun yıllar siyaseti yakından izleyip sahaya inmeyen kişiler sık sık buluşup “çare aramaya” başladılar.
Bu arayıştakiler “platform” adının yanı sıra “grup” ve “topluluk” adlarını da kullandılar.
Gruplar toplantı yeri olarak genellikle otel salonlarını kullanıyorlardı. 4 - 5 yıldızlı otelin çok amaçlı salonlarından biri tutuluyor, saatlerce konuşuluyordu. Yer otel olunca, lobisi de bu toplantıya gelenlerin şoförleri ve korumaları ile doluyordu.
‘Toplantıalra gazeteci kimliğimle katıldım’
Toplantıların bazılarına ben de gazeteci kimliğimle katıldım. Bu ortamlar hem yeni insanlar tanımak hem de sürmekte olan siyasi arayışların içini dışını öğrenme bakımından bizler için önemliydi.
Şunu da vurgulamadan geçemeyeceğim. Katıldığım toplantılarda benim dışımda en az 2-3 gazeteci daha olurdu. Onların da temel kaygısının benimkinden farklı olmadığını görüyordum.
Benim gördüğüm kadarıyla kamuoyunda esrarengiz bir havaya büründürülerek tartışılan toplantıların genel içeriği böyleydi.
Kimi toplantılar da siyasi bir parti kurma ya da benzeri hedeften çok, “ne yapmalı” sorusuna yanıt vermek üzere yapılırdı.
Zaman zaman misafir konuşmacılar katılır; konuşmacı, uzmanı olduğu konu çerçevesinde görüşlerini ortaya koyar ve konu tartışılırdı. Ankara’daki bu bir araya gelmeler İstanbul’un Taksim Toplantıları’na benzetilebilir. Taksim Toplantıları’na hiç katılmadım ama, katılanların anlattığı kadarıyla böyleydi...
‘Devletin polisleri ‘Gizli toplantı’larda!
Kamuoyunda esrarengiz ya da gizli bir toplantıymış gibi tartışılan Kent Otel toplantılarının da ruhu buydu. 4-5 gazeteci, 8-10 siyasetçi, 4-5 akademisyen, 10-15 bürokrat-yargı mensubu, 2-3 emekli asker, 2-3 belediye başkanı olmak üzere 30-50 arası kişi katılırdı. Katılımcıların görevi-konumu gereği koruması olanlar da vardı.
Devletin resmi koruma görevlileri, yani polisler de otele gelir; ya lobide oturur ya da toplantılara katılanlarla aynı donanımdaki yan bir salonda yemeğini yerdi.
Eğer bu toplantılar gizli ya da yasadışı kabul edilecekse polislerin konumu nasıl açıklanabilir?
Toplantılarda siyasi gelişmeler konuşulduktan sonra çoğunlukla şu görüş öne çıkardı:
Başta CHP olmak üzere mevcut partiler güçlenmeli ve daha geniş bir açılım sağlamalı, herkesi kucaklamalı.
Siyasi partiler mezarlığı
Gazeteci olarak bir ya da iki kez katıldığım kimi arayış toplantılarında ise yeni bir siyasi parti kurma fikri çok tartışılırdı.
Hemen herkesin gözü, doldurulmadığını düşündükleri merkezdeydi.
Yeni bir merkez partisi...
Bir kez katıldığım Patalya Oteli toplantısında da bu yönde toplumun bir beklentisinin olup olmadığı konuşulmuştu.
“Sayın Balbay sizin görüşünüz nedir” diye sorduklarında, “Ben düşüncelerimi köşe yazılarımda da dile getiriyorum, değişiklik yok” diye başlar, şöyle devam ederdim:
“Türkiye’deki en büyük mezarlık siyasi partiler mezarlığıdır. Toplumda yeni bir siyasi parti arayışı olmadığı sürece ya da güçlü bir siyasi seçenek olarak ortaya çıkılmadığı sürece bütün parti kurma düşünceleri ölü doğar. Bir süre yaşasa bile büyüme umudu vermediği için büyüyemez.”
Yazı aramızda başlangıçta bana kızarlardı. Bir süre sonra hak verirlerdi.
‘Balbay siyasete girsen bu işleri toparlarsın’
Gelinen noktada birbirine benzer bu toplantılarda konuşulanları olabildiğince açık biçimde aktarmam gerekiyor...
Gazeteciliğe 1980’de İzmir’de başladım. 1989’da Ankara’ya haber müdürü olarak geldim. 1992’de İstanbul’a haber merkezi müdürü olarak geçtim. 1993’te Ankara’ya temsilci olarak geldim. Aynı yıl köşe yazılarına başladım. Halen ulusal ölçekli gazeteler içinde en eski Ankara temsilcisi benim. Mesleğimizden siyasete geçenler de olduğu için kimi ortamlarda yarı şaka yarı ciddi bana seslenirlerdi:
- Balbay sen çıksan.. Girsen siyasete vallahi başarılı olursun... Düşünmüyor musun?
Bu ve benzeri önerilere, seslenişlere yanıtım şu olurdu:
“Hayır, ben gazetecilikten başka bir şey düşünmüyorum. Bence siyaset çok önemli bir kurum. Ülkenin düzlüğe çıkması için birinci işlev siyasetin. Ama bu ülkenin gazetecilere de gereksinimi var.”
Bazen İlhan Abi de şaka yollu takılırdı:
“Balbay siyasete girsen bu işi toparlarsın...”
Ben de yine şakaya vurup yanıtlardım:
“Abi galiba niyetiniz benden kurtulmak. Ama kurtulamazsınız. Benim gazetecilikten başka bir niyetim, hedefim yok. Daha bu meslekte yapacağım çok şey var.”
Yorum Gönder