Ecevit, Pazar Panorama programında "Önümüzdeki seçimlerle ilgili bir endişemi dile getirmek istiyorum" dedi, arkasını şöyle getirdi: "Yapılan anketler bu seçimlerde AKP'nin ve DTP'nin barajı geçeceğini gösteriyor. Bu durum Türkiye'de ciddi bir gerilim ortamı doğuracak... Bundan ciddi endişe ediyorum..."
Başlarken
Dizi yazılar genellikle “Sunuş” diye başlar ama, bu dizi için “Başlarken” demek daha uygun düşecek.
Günlük yazılarımda da bölüm bölüm dile getirdim. Ecevit koalisyonunun son dönemi ve AKP iktidarının ilk yılları Türkiye’nin siyasi tarihinde apayrı bir bölüm tutacak.
Ben bu süreci deyim yerindeyse tam göbeğinde yaşadım. Bu dönem ne bir iki komutanın çıkış yolu aramasıyla anlatılabilir ne AKP’nin yönünü AB’ye dönüp “tam demokrasiyi oturtuyoruz” iddialarıyla... Ne bu en kritik dönemin Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in son derece dikkatli ve net devlet adamı tavırlarıyla anlatılabilir, ne ana muhalefetin topluma AKP gerçeğini gösterme stratejisiyle...
Tümünü bir bütün olarak sütuna yatırmak bence bir başlangıç olabilir.
O haberlerin arkasındayım
Yukarıda sıraladığım yelpazenin bütün taraflarıyla diyaloğum vardı. Bunların tümü yasal zeminlerde, makamlarda gerçekleştirilen diyaloglardı. Kimi aldığım bilgileri haberleştirdim. Bunlar o günlerin koşulları içinde çok kritik ve tartışılan haberler oldu. Doğal olarak o haberlerin tümünün arkasındayım.
Tutuklanmamın arkasından medyada yer alan haberler ve yorumlar, benim konumumu ayrı bir tartışma konusu haline getirdi. Hem bu tartışmayı benim açımdan netleştirmek hem de Türkiye’nin sözünü ettiğim dönemine bir ölçüde açıklık getirmek için böyle bir yazı dizisi kaçınılmaz hale geldi.
“O dönem yaşanan her şeyi biliyorum, hafızamı ortaya koydum mu, not defterimi açtım mı yer yerinden oynar” iddiasında değilim.
Kimi görüşmelerim “off the record” idi. Yani yazılmamak üzere. Gelinen noktada bunları da bir ölçüde açmak gerekecek.
Darbe günlüğü tanımını reddediyorum
O günlere bir bütün olarak bakıldığında diziye “Gerilimli Yıllar” başlığını koymak uygun düşecekti. Bu diziyle ilgili elbette kimi tarafların açıklamaları olacaktır. Öyle sanıyorum ki, gazetemiz yönetimi bunlara da yer verecektir.
Medyada “darbe günlüğü” gibi sunulan kimi notlarıma ilişkin iddialara gelince... Her şeyden önce darbe günlüğü tanımını reddediyorum. Bu notlar sorguda bana gösterilmedi. O nedenle aynen kabul etmek ya da tümünü reddetmek gibi bir yöntemi benimsemedim. Evet, ben kimi notlar tuttum. Bunlar ham halde, ileride sadece benim gözden geçireceğim şeyler olduğu için içeriği hakkında da özenli olmadığım notlardı. O nedenle benim için ve muhatapları için hukuken bağlayıcı olduğunu düşünmüyorum.
Neden sildim?
İleride bu dönemi bir araştırma olarak, bir kitap olarak yazabilirim düşüncesiyle aldığım bu notları neden sildim?
1- İleride 2000’li yılları yazacak olursam, güncel olarak yazdığım haberlerin bana yeterince ışık tutabileceğini düşündüm.
2- Olaylar öylesi bir hale geldi ki, bu notları bulundurmak artık anlamsız diye düşündüm. Gazetemizin bilgisayar sistemi yenilenirken arkadaşlar “önceki dosyaların tümü siliniyor, saklayacaklarınız varsa ayıralım” dediklerinde bir an düşündüm, “yok” dedim. Bu notların tümünü artık yok hükmünde saydım. Bu anlamda başka notlarım da yok.
3- 2007’den itibaren kendim için yeni kitap ve araştırma konuları seçtim. Son iki yılda yazdığım kitaplar (Heyecan Yaşlanmaz, 78’liler) bunun göstergesidir.
Teknolojik takip artık o kadar ileri ki, yukarıda aktardığım bilgilerin ilgili merciler tarafından da hemen doğrulanabileceğini söyleyebilirim.
Farklı notlar birleştirilmiş, montajlanmış, yorumlar eklenmiş
“Balbay günlükleri” diye sunulan metinlerle ilgili değerlendirmemi bir kez daha aktarmak istiyorum:
Ben bu şekilde, özel bir dosya halinde günlük tutmadım. Benim farklı zamanlarda, farklı dosyalarda yer alan kimi notlarım bir araya getirilmiş, montajlanmış, yorumlar-açıklamalar eklenmiş ve ortaya böyle bir “günlük” çıkarılmış.
Şunu da vurgulamadan geçemeyeceğim; bilgisayarıma son 10 yılda giren-çıkan yazı ve belgenin tümü yüz binlerce sayfayı bulur. Bunlardan sadece bir bölümünün çıkarılıp, özel olarak montajlanıp salt bir kesimle diyaloğumun olduğunun ortaya çıkarılmak istenmesini kabul edemem.
Dizide iki temel amacım var:
1- 2000’lerin ilk yarısındaki Türkiye’nin siyasal tablosunu ortaya koymak.
2- Mustafa Balbay’ın gazetecilik hedefleri dışında başka hiçbir gündeminin olmadığını anlatmak.
Gerilimli yılların ilk işareti Ecevit’ten
2002’nin ikinci yarısıydı... Ecevit’in sağlığı Başbakanlık işlevini usul usul etkilemeye başlamıştı...
Ama bütün inadıyla makamının başındaydı. O yıllarda TRT’de pazar günleri “Pazar Panorama” programının yorumcu konuğuydum. Sunucusu Cem Kırçak’tı. Ecevit, bu programa hemen her çağırışımızda gelirdi. Programa biz de hazırlıklı gelirdik, Ecevit de... Daha doğrusu Ecevit kimi temel mesajlarını vermek için bu programı zeminlerden biri olarak kullanırdı...
Koalisyon artık iyiden iyiye yorgun düşmüş, Türkiye seçim atmosferine girmeye başlamıştı.
‘AKP’nin farklı bir ufuk çizdiği düşüncesindeyim'
Ecevit, Pazar Panorama programında “Önümüzdeki seçimlerle ilgili bir endişemi dile getirmek istiyorum” dedi, arkasını şöyle getirdi:
“Yapılan anketler bu seçimlerde AKP’nin ve DTP’nin barajı geçeceğini gösteriyor. Bu durum Türkiye’de ciddi bir gerilim ortamı doğuracak... Bundan ciddi endişe ediyorum...”
Programın ardından Ecevit’e ayrıca sorma gereği duydum:
- Biraz açar mısınız, nedir duyduğunuz endişeler?
Ecevit - Sayın Balbay, AKP’nin Sayın Erbakan hareketinden daha farklı bir yol izleyeceği düşüncesindeyim. Bu durum da beni endişelendiriyor. Onu dile getirmek istedim.
- Nasıl bir dönem olur düşüncesindesiniz?
Ecevit - Sayın Erbakan’ı bütün yönleriyle tanıyorduk. Ama AKP etrafında oluşan ekibin daha farklı bir ufuk çizdiği düşüncesindeyim.
Ecevit’in değerlendirmeleri, AKP’nin tepkisini çekti. Daha şimdiden bunalım ürettiğini iddia ettiler.
‘ABD’nin her istediğine evet diyecekler’
Ecevit’le 3 Kasım 2002 seçimlerinin ardından Anıttepe’deki DSP Genel Merkezi’nde uzun bir sohbet yaptık. Üzerindeki stresin kalkmasından olsa gerek, sağlığı da seçim öncesine oranla yerine gelmişti.
Ecevit’e yukarıdaki sözlerini anımsattığımda, görüşlerinin değişmediğini söyledi. Şöyle düşünüyordu:
“Göreceksiniz Irak’ta ABD’ye ödün verecekler. İstedikleri her şeye evet diyecekler... Bu durum Kuzey Irak’ta başımıza ne iş açar bilemem.”
‘ABD’yi oyaladım’
Ecevit’in kaygılarına dış sorunlar da eklenmişti. Aslında ABD, Ecevit hükümetinden de çok şey istemişti. 11 Eylül 2001 İkiz Kuleler saldırısının ardından ABD açısından 2 hedef ortaya çıkmıştı:
Afganistan ve Irak...
Afganistan bir ölçüde daha uzak bir coğrafyaydı ama Irak’la ilgili her adım içimizi de etkileyecekti.
Ecevit’e sordum:
- ABD, Irak için sizden ne istedi?
Ecevit - Irak’ın işgali için gerekli olan her şeyi.
- Siz ne yaptınız?
Ecevit – Oyaladım.
Ecevit hükümetinin 2002’nin ikinci yarısında içine düştüğü durumun temel nedeninin bu konu olduğuna ilişkin görüş, saptama ve bulgular değişik zamanlarda ortaya atıldı.
Derviş'in ABD ziyareti
Hemen yeri gelmişken şunu da vurgulamalıyım... 11 Eylül olaylarından 10 gün kadar sonra dönemin ekonomiden sorumlu Devlet Bakanı Kemal Derviş, ABD’ye gitti.
Gideceği gün sabah Hazine Müsteşarlığı’nda gazete ve televizyonların Ankara temsilcileriyle kahvaltılı sohbette bir araya geldi.
Bir saat kadar sohbete katıldı. Sonra bizi kahvaltı ile baş başa bırakıp havaalanına gitti.
Bizler sohbette Derviş’in ekonomi ağırlıklı konuşacağını, IMF programıyla ilgili yeni bilgiler verebileceğini düşünüyorduk.
Derviş’in ilk tümcesi şu oldu:
-“Türkiye ABD’nin terörle mücadelesine her türlü desteği vermelidir.”
Cem o kadar emin başlamıştı ki...
Türkiye 3 Kasım 2002 seçimine giderken siyaset sahnesi yeniden şekilleniyordu,. Koşar adım ilerliyordu. Koalisyonun üç ortağı ekonominin altında kalmıştı. Ecevit’in söylemiyle, ekonomik programının acı ilaç bölümü bitmiş, meyvelerin yeneceği dönem başlıyordu. Ama bunu anlatmak artık olanaksızdı.
MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli temmuz başında Bursa Kocayayla Türkmen Kurultayı’nda seçim startını vermiş, ok yaydan çıkmıştı.
Koalisyon ortaklarının sandığa gömülmesi demek merkez sağ, merkez sol ve milliyetçi partinin yarış dışı kalması demekti. Geriye AKP ve CHP kalıyordu.
İkisinden hangisi umut olarak öne çıkacaktı?
Bu tartışma usul usul alevlenirken, kamuoyunun da etkisiyle ortaya yeni bir lider adayı çıktı:
İsmail Cem...
Cem, kısa sürede o kadar parlatıldı ki, kamuoyu yoklamalarında yüzde 40’a kadar çıkardılar.
DSP kadrolarından bir ekip kurdu mu, bu iş bitmişti. Ama ille de yanına Kemal Derviş’i almalıydı. Bunun için çok bastırdı...
İsmail Cem tebrikleri kabul ediyor
Her taraftan Cem fısıltılarının yükseldiği o yaz günlerinde, bir öğle vakti, Meclis’ten Cem’in makamından aradılar. Cem, Meclis’te fiili bir çalışma ortamı oluşturmuştu.
Arayan kişi şu notu iletti:
- Sayın Cem, yarım saat sonra sizi makamında bekliyor...
Gittim... Odaya giren çıkan belirsiz... Olağanüstü bir hareketlilik var. Cem, Başbakanlık koltuğuna oturmak üzere olan, seçim zaferinden yeni çıkmış bir siyasetçi gibiydi.
Her taraftan Cem liderliğindeki Yeni Türkiye Partisi’nin (YTP) örgütünü oluşturmak, katılmak üzere arıyorlardı. Cem, “Artık telefon bağlamayın” dedi... Sohbete başladık, bir dakika sonra telefon.
Eski Almanya Dışişleri Bakanı Hans Dietrich Genscher arıyordu.
Çok özür diledi; telefona uzandı... İngilizce tebrikleri kabul etti...
Birkaç dakika sonra bir telefon daha. Arayan Yunanlı mevkidaşı Papandreu idi.
İlk çelme Kemal Derviş'ten
O sohbette Cem, artık yeni bir projenin oluştuğunu, siyasetin bu tür zamanlarda ani üretimler yapabildiğini, o kendine has biçemiyle anlattı....
Cem’e göre Türkiye YTP iktidarına hazırlanıyordu...
Cem ilk çelmeyi Kemal Derviş’ten yedi. Derviş son anda CHP Genel Merkezi’nde Deniz Baykal’la saatler süren görüşmenin ardından bu partide karar kıldı...
Cem artık dönemezdi....
Cansız Kayseri mitingi
Seçim çalışmalarına kendi bölgesi Kayseri’den başlama kararı aldı... Orada büyük bir gövde gösterisi yapacak, arkasını getirecekti...
Cem, Kayseri’ye doğru yola çıktı...
Sık sık bilgi alıyordu; meydan nasıl, coşku nasıl?
Miting saati yaklaşmıştı, yoldaydı...
Miting alanından şu notu ilettiler:
- İsmail Bey yavaş gelsin!..
Miting alanı dolmamıştı, ortalık cansızdı. Biraz zaman geçerse belki dolabilirdi...
Cem her şeyi anlamıştı!..
Bana göre Cem o gün ne yazık ki seçim yolculuğuna değil, kanser yolculuğuna başlamıştı.
Yorum Gönder