Deve, Muz, Akıl ve Demokrasi - Erol Manisalı
Otelin önündeki kaldırımda bir deve; devenin yanında bir kadın. Poturu, rengârenk yazması ve yine göze hoş gelen hırkası ile tipik bir Yörük kadını.
Deve de öyle sıradan bir hörgüçlü değil; hörgücüne serilen güzel desenli bir Yörük kiliminden, boynundaki süslü çana kadar gösterişli bir mahluk. Tam arkasında, kuyruğunun üzerinde bir de plakası var, aynen otomobilde olduğu gibi.
Anlayacağınız kayıtlı kuyutlu bir hayvan. Öyle ya, ticari bir araç olduğuna göre, tescili ile kendi kimliğini de ispatlamış. Her hali ile ben varım, işte buradayım diyor sanki.
Devenin altında durduğu ağacın gölgesindeki Yörük kadını şimdi eline bir cep telefonu ya da dijital kamera aldı. Hörgüçlünün hemen yanı başında poz veren iki turist kadının resmini, bir profesyonel fotoğrafçı gibi çekiyor.
Yörük kadın da, turistler de, deve de mutlu görünüyorlar. 20 metre mesafeden, hepsinin yüzü gülüyormuş gibi geliyor bana. Alanya’daki Akya’nın balkonundan görülenler bunlar.
Dün yandaki alışveriş merkezinin gıda bölümünde çalışanlara serzenişte bulundum. Tezgâhtaki muzun üzerine “ithal muz” yazmışlar. “Burası Alanya değil mi, niye yerli Alanya muzu da satmıyorsunuz” dedim.
Adam biraz şaşırdı. Sonra, “Sen Alanyalı mısın” soruma evet yanıtını alınca biraz yüklendim; “Siz ithal muzu öne çıkararak Alanyalı çiftçiyi, muz üreticisini, yani kendi aile fertlerinizi işsiz mi bırakmak istiyorsunuz” deyiverdim.
Avrupalı ne mi yapar?
On on beş yıl öncesinde İTO (İstanbul Ticaret Odası) Başkanı, dostum Yıldırım ile tatlı tarafından bir atışmamız olmuştu. Bir seminerde benden önce konuşan Yıldırım, “İstanbul ne güzel bir kent oldu, dünyanın bütün yabancı markaları satış mağazaları açıyorlar, çok güzel” demişti.
Toplantıda söz aldığımda ben de şunları söyledim: “Frankfurt Ticaret Odası Başkanı kalkıp, Frankfurt ne güzel gelişiyor; Güney Kore, Çin, Japonya, Kanada, Brezilya ürünleri bizim pazarımızı doldurdular, çok güzel oluyor, deseydi acaba nasıl bir tepki alırdı?”
- 20 yıl kadar önce Almanya’da bir otomotiv fabrikasının duvarında dev bir yazı görmüştüm; yazının Türkçesi şöyle: “Japon arabası alacaksan git Japonya’da iş ara.”
Bu yazı kuşkusuz, Alman tüketicisine hitap ediyordu. Tabii, ifratla tefrit uçlarına sıkışmak akıldışıdır. Ancak demokratik ve uygar ülkeler içerde istihdamı, katma değeri ve üretimi arttırarak, dış dengeyi sağlayacak yollar ararlar.
Demokrasi ile yönetilen ülkelerde yönetimler kendi işçisine, çiftçisine, sanayicisine, inşaatçısına, bankacısına, sigortacısına olanak yaratmak zorundadırlar. Aksi halde oy alamazlar, iktidarda kalamazlar; demokrasi böyle bir şeydir.
- Amaç sadece, raflara dünyanın en ucuz sübvansiyonlu ürünlerini dizmek değildir. Kendi insanımıza gelir yaratmak için tarımda, hizmetlerde, sanayide her alanda üretimi yüksek tutmak zorundayız.
Yoksa ithal edilen gereksiz malları ileride, nüfusun sadece yüzde üçü, yüzde beşi alabilecek durumda kalır. Aynen, bugün mücevher ithalatında olduğu gibi.
Tarım ve turizm
Alanya ve çevresinin ekonomisi turizme ve tarıma dayalıdır. Turizmdeki 130 bin yatak kapasitesi gibi tarım da yörenin vazgeçilmez dayanağıdır.
Kimi cahiller, turizm ve tarımı birbirlerinin karşıtı, alternatifi sanırlar. Tarım, çok önemli bir iktisadi öğe olduğu kadar turizmin ayrılmaz bir parçasıdır, tamamlayıcısıdır.
Ayrıca tarım yörenin, sosyal ve kültürel kimliğini oluşturur. Bir yörede yerel kimlik yok ise turizm de sığlaşır ve zamanla yok olur.
İtalya ve Fransa’da şarapçılık ve üzümcülük turizmin ayrılmaz bir parçasıdır. İtalya ve Fransa’da üzüm ve şarap ne ise Alanya’da muz odur.
İthal muzu bu yörede öne çıkardığınız zaman Napoli’de Kaliforniya şarabı satmış olursunuz. Sonra da Akya’nın önünde duran Yörük kadının devesini Arabistan’dan getirirsiniz.
Altmışların başında, üniversite öğrencilik yıllarımda, Alanya’ya ilk gelişimde bir tek turizm tesisini hatırlıyorum; adı da Banana idi... Muz diyarının tek turizm tesisinin adı tabii ki muz olacaktı...
Yorum Gönder