Ekonomik kriz, Ecevit’in durumu, seçenek arayışlarındaki göreceli kısırlık adeta fay hattında ya da hatlarında enerji topluyordu. Bu süreçle birlikte hemen tüm meslektaşlarım gibi benim de devlet katlarındaki görüşmelerim yoğunlaştı. Bu görüşmelerimde önemli bulduğum kimi bilgileri ve ayrıntıları ayrıca not ettim. Bunu bir günlük havasında değil gazeteci notları biçiminde yaptım.
Yazı dizisinin ana konusu 2000’li yılların ilk dilimindeki gerilimlerle sınırlı ama, bu dönemi daha iyi aktarabilmek için 1990’lı yılların ikinci diliminden de satır başlarıyla söz etmek gerek...
Cumhuriyet’in Ankara Temsilcisi olarak devletin hemen bütün katlarıyla pek çok meslektaşım gibi dozu değişen ölçülerde diyaloğum vardı.
O dönemin belirleyici ve güç sahibi katlarının başında Çankaya Köşkü geliyordu. 9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, siyasetten gelmenin de getirdiği birikimle medyayla ilişkilerini iyi tutuyordu. Zaman zaman gazetecileri gruplar halinde kabul eder, gündemi belirleyen ve yön veren açıklamalar yapardı.
Demirel 28 Şubat sürecini deneyimi ve medya ile ilişkilerinin getirdiği artılarla götürdü.
Aynı zaman diliminde askerlerle de o günlerin koşulları içinde tüm akredite yayın organlarının temsilcileri gibi benim de diyaloğum vardı.
Bu süreç konumuz dışında olduğu için ayrıntılarına girmek istemiyorum ama, şu kadarını vurgulamam gerek:
Askerler 1990’ların sonu 2000’lerin başında 28 Şubat sürecinin artılarını-eksilerini hep ölçmeye çalıştılar.
Bu gözlemim elbette yaptığım görüşmelere, bunlardan edindiğim bilgilere dayalı idi.
2001-2002 yılı, sonraki yıllarda yaşanabilecek olası gerilimleri sezme ve ne olabilir sorusuna yanıt arama dönemiydi.
Ekonomik kriz, Ecevit’in durumu, seçenek arayışlarındaki göreceli kısırlık adeta fay hattında ya da hatlarında enerji topluyordu.
Devlet katlarındaki görüşmelerim
Bu süreçle birlikte hemen tüm meslektaşlarım gibi benim de devlet katlarındaki görüşmelerim yoğunlaştı.
Görüşmelerim katılım biçimi olarak üçe ayrılabilir:
1. Öteki meslektaşlarımla birlikte grup olarak yaptığım görüşmeler.
2. Gazetemiz içinden yönetici-yazar arkadaşlarımla ve deyim yerindeyse ağabeylerimle birlikte yaptığım görüşmeler.
3. Tek başıma yaptığım görüşmeler.
Aldığım bilgiler ve görüşmelerin önemi açısından bakılırsa yukarıdaki üç şıkkın biri ötekisinin önünde değildi.
Yaptığım görüşmeler içerik anlamında da üçe ayrılıyordu:
1. Kesinlikle yazmayın. Tamamen off the record konuşuyoruz.
2. Görüşmenin şu bölümlerini yazabilirsiniz.
3. Bizim ağzımızdan yazmayın, kaynağı açıklamadan kaleme alabilirsiniz.
Kimlerle görüşüyordum?
Cumhurbaşkanı...
Başbakan, bakanlar...
Türk Silahlı Kuvvetleri’nde Genelkurmay Başkanı’ndan kuvvet komutanlarına pek çok kesim...
Dışişleri’nin hemen hemen tüm katları...
Devlet bürokrasisinde Maliye’den yargıya kadar geniş bir yelpaze...
Tabii siyasetin bütün renkleri...
Günlük değil gazeteci notları
Bu görüşmelerimde önemli bulduğum kimi bilgileri ve ayrıntıları ayrıca not ettim. Bunu bir günlük havasında değil gazeteci notları biçiminde yaptım.
Daha sonra içeriğine de gireceğim bu görüşmelerin yelpazesini ve biçimini ayrıntılı aktarmamın nedeni şu:
Malum iddianamede, yaptığım görüşmelerin sadece belirlenmiş bazı makamlarla olanları bir araya getirilmiş. Sadece aktarılan biçimde görüşmeler yaptığım havası doğmuş. Bunu özellikle netleştirmek istedim.
Bu aktarımdan sonra görüşmelerimin, devletin kimi katlarının havasına geçelim.
‘Sivil darbe girişimi’
3 Kasım 2002 seçimlerinin öncesindeki hava girişte de vurguladığım gibi karmaşık ve sisliydi. Önceki bölümlerde bu konuda kimi ayrıntılara yer vermiştim. Özellikle Ecevit hükümeti etrafında olup bitenler çok önemliydi. Bu konuda benim de görüşmelerim, gözlemlerim, notlarım oldu ama benden daha ayrıntılı bilgiye ve kaynağa sahip meslektaşlarımın yazıları, kitapları oldu.
Bunlardan biri “kaynak” niteliğinde. Milliyet Gazetesi Ankara Temsilcisi Fikret Bila’nın “Sivil Darbe Girişimi ve Gizli Belgelerde 1 Mart Tezkeresi - Ankara’da Irak Savaşları” adlı kitabı (Güncel Yayıncılık) hem kulis hem somut bilgiler içeriyor.
Bila’nın kitabının 140. sayfasında koalisyon hükümetinin son günlerinde yaşanan olaylarla ilgili şu tümce yer alıyor:
“Ecevitler’in ve Bahçeli’nin 2002’de yaşanan olaylara bakışları birbirine yakındı: Sivil darbe girişimi...”
‘Askerden medet umma dönemi bitmeli’
Yukarıda sözünü ettiğim görüşmelerde gündeme gelen başlıca konular şunlar oluyordu.
- AKP hükümetinin uygulamaları.
- Kıbrıs’taki gelişmeler.
- Asker - hükümet ilişkileri.
- Irak’ın durumu.
- Öcalan’ın 15 Şubat 1999’da Türkiye’ye getirilip yargılanmasının ardından terörün boyutları ve terör örgütünün durumu.
Bu konuların hemen hemen tümüyle asker de, öyle ya da böyle, ilgili olunca gazetecilerin günlük haber ağlarından biri de ister istemez Türk Silahlı Kuvvetleri oldu.
Dönemin Kara Kuvvetleri Komutanı Org. Aytaç Yalman, yukarıdaki konuların tümünde, deyim yerindeyse hassastı. Bu konularda gazetecilerle hem görüş alışverişinde bulunmak hem de düşüncelerini aktarmak için temas kurardı. Kimi görüşmelerde, “Az önce şu gazeteci ile, şu işadamı ile konuştum” dediği çok olmuştu.
Dönemin zor konumdaki kişilerinden biri de Genelkurmay 2. Başkanı Org. Yaşar Büyükanıt idi. Org. Büyükanıt’la birkaç kez gazeteci grubuyla, birkaç kez de baş başa görüştüm. Durumu analiz ederken değişik benzetmeler yapmayı ve küçük anılar aktarmayı severdi.
Büyükanıt'ın iki önemli kaygısı
Görüşmelerden süzdüğüm kadarıyla Org. Büyükanıt’ın iki önemli kaygısı vardı.
1. TSK’nin bütünlüğüne ilişkin en ufak bir şüphenin dahi olmaması.
2. Rejim tartışmalarının yaşanmaması.
Genelkurmay Başkanı Org. Özkök daha kapalı durduğu için Büyükanıt, gazeteciler açısından önemli bir diyalog kapısı idi.
Org. Büyükanıt, askerin artık ülke yönetimine müdahalesinin, daha açık vurgulamak gerekirse darbenin konuşulmayacak bir konu olduğunu, bunların konuşulduğu dönemlerin çok geride kaldığını söylediği bir konuşmasında şöyle bir örnek vermişti:
“Türkiye’de, dünyada her şey değişiyor. Bakın sokağa 50 model araba var mı? Yok. Her şey değişiyor.”
Büyükanıt, “ters giden bir şeyler olduğunda askerin akla gelmesinden” yakınmış, şu anısını anlatmıştı.
“Şili Büyükelçiliği’nin bir yemeğiydi. Gayet zarif, iyi giyimli bir kadın genel gidişten kaygısını dile getirdi. Ürktüğünü söyledi. Sonra da bana bakıp gayet doğal bir hava içinde, ‘Neyse ki asker var’ dedi. Oysa ben daha farklı bir şey bekliyordum. Demokrasi içinde mücadele ederiz, ödün vermeyiz gibi şeyler... Kadının yüzüne baktım, şakayla karışık, ‘Şimdi sana bir çakarım’ dedim... Herkes görevini yapmalı, sıkışınca askerden medet umma dönemi bitmeli...”
‘Kaygılarımızı aktardığımız ilgili zeminler var’
Şunu da eklemeyi ihmal etmedi:
“Bizim de özellikle bizi ilgilendiren konularla ilgili, Türkiye’nin temel değerleriyle ilgili kaygılarımız oluyor. Bunların da söyleneceği yerler var. İlgili zeminler var... Bunun ötesinde başka bir şey düşünmemek lazım.”
Org. Büyükanıt bunları aktarırken ister istemez gazetecilik damarım tuttu. Sormadan edemedim: “Söylediklerinize aynen katılıyorum. Genelkurmay Başkanı da Başbakan’la görüştü. 23 Mayıs 2003’teki görüşmede sözünü ettiğiniz zeminde görüşlerini aktardı. Bu görüşmeden alabildiğimiz bilgiler kadarıyla Türk Silahlı Kuvvetleri’nde, Türkiye’nin temellerini oluşturan kimi değerlerin yıpranmakta olduğu endişesi var. Medyada yazılıp çizilenler ortada... Siz de kimi kaygılarımız oluyor dediniz. Anlaşılan ciddi bir iç değerlendirme de söz konusu. Bu konuda ne dersiniz?”
‘En hassas olduğumuz şey iç bütünlük’
Org. Büyükanıt hafifçe doğruldu, “Hah işte, Sayın Balbay” dedi, “en hassas noktaya geldik. Bizim en ama en hassas olduğumuz şey iç bütünlük. Biz kendi içimizde iç bütünlüğe sahip olmazsak, ülke bütünlüğüne nasıl sahip çıkacağız?.. Yer yer kaygılar değişik şekillerde dile getirilebilir ama bu, kesinlikle farklı düşünceler olduğu anlamına gelmez.”
Org. Yaşar Büyükanıt'ın Uğur Mumcu anısı
‘Kendinizdeki değişime bakın’
Söz Büyükanıt’la görüşmeden açılmışken Cumhuriyet’in konumu ile ilgili bir anısını da paylaşalım. Uğur Mumcu 1980 - 90’lı yıllarda yaptığı araştırmalar için Genelkurmay arşivlerinden de yararlandı. Bunu bize de yeri geldikçe anlatırdı. Uğur Abi zaman zaman TSK mensuplarına konferanslar da verirdi. Büyükanıt bu tür diyalog ortamlarından birinde Uğur Abi’ye şaka yollu takılmış:
“Bir zamanlar sakıncalı piyade idiniz. Şimdi Genelkurmay Başkanı ile görüşüyorsunuz. Askeri okullarda konferanslar veriyorsunuz. Nasıl değiştiniz?”
Uğur Abi şu karşılığı vermiş:
“Komutanım, bu soruyu siz kendinize sorun. Kendinizdeki değişime bakın...”
Büyükanıt bu anıyı gülümseyerek anlattıktan sonra ekledi:
“Uğur Bey haklıydı...”
Bu durum aslında Cumhuriyet’le ilgili son yıllarda yaşanan “askere yakınlık” tartışmalarına da yanıt veriyor.
2002’nin sonunda YAŞ şerhlerinden Kıbrıs adımlarına kadar uzanan gerilim 2003’te de aynı hızla devam etti. Cumhuriyet doğal olarak klasik yayın çizgisi neyse onu sürdürdü:
- Ülke bütünlüğü, üniter devlet.
- Laiklik.
- Çağdaş eğitim.
- Günümüz koşulları ve gerçeklerini yadsımadan ve Türkiye’yi yalnızlaştırmadan bağımsız dış politika...
Bu kaygılar Yaşar Büyükanıt - Uğur Mumcu diyaloğuna benzer bir sonuç verdi, Cumhuriyet’in değişmeyen yayın anlayışı, askeri çevrelerin duyduğu kaygılarla bir ölçüde örtüştü.
Yazı dizisinin ana konusu 2000’li yılların ilk dilimindeki gerilimlerle sınırlı ama, bu dönemi daha iyi aktarabilmek için 1990’lı yılların ikinci diliminden de satır başlarıyla söz etmek gerek...
Cumhuriyet’in Ankara Temsilcisi olarak devletin hemen bütün katlarıyla pek çok meslektaşım gibi dozu değişen ölçülerde diyaloğum vardı.
O dönemin belirleyici ve güç sahibi katlarının başında Çankaya Köşkü geliyordu. 9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, siyasetten gelmenin de getirdiği birikimle medyayla ilişkilerini iyi tutuyordu. Zaman zaman gazetecileri gruplar halinde kabul eder, gündemi belirleyen ve yön veren açıklamalar yapardı.
Demirel 28 Şubat sürecini deneyimi ve medya ile ilişkilerinin getirdiği artılarla götürdü.
Aynı zaman diliminde askerlerle de o günlerin koşulları içinde tüm akredite yayın organlarının temsilcileri gibi benim de diyaloğum vardı.
Bu süreç konumuz dışında olduğu için ayrıntılarına girmek istemiyorum ama, şu kadarını vurgulamam gerek:
Askerler 1990’ların sonu 2000’lerin başında 28 Şubat sürecinin artılarını-eksilerini hep ölçmeye çalıştılar.
Bu gözlemim elbette yaptığım görüşmelere, bunlardan edindiğim bilgilere dayalı idi.
2001-2002 yılı, sonraki yıllarda yaşanabilecek olası gerilimleri sezme ve ne olabilir sorusuna yanıt arama dönemiydi.
Ekonomik kriz, Ecevit’in durumu, seçenek arayışlarındaki göreceli kısırlık adeta fay hattında ya da hatlarında enerji topluyordu.
Devlet katlarındaki görüşmelerim
Bu süreçle birlikte hemen tüm meslektaşlarım gibi benim de devlet katlarındaki görüşmelerim yoğunlaştı.
Görüşmelerim katılım biçimi olarak üçe ayrılabilir:
1. Öteki meslektaşlarımla birlikte grup olarak yaptığım görüşmeler.
2. Gazetemiz içinden yönetici-yazar arkadaşlarımla ve deyim yerindeyse ağabeylerimle birlikte yaptığım görüşmeler.
3. Tek başıma yaptığım görüşmeler.
Aldığım bilgiler ve görüşmelerin önemi açısından bakılırsa yukarıdaki üç şıkkın biri ötekisinin önünde değildi.
Yaptığım görüşmeler içerik anlamında da üçe ayrılıyordu:
1. Kesinlikle yazmayın. Tamamen off the record konuşuyoruz.
2. Görüşmenin şu bölümlerini yazabilirsiniz.
3. Bizim ağzımızdan yazmayın, kaynağı açıklamadan kaleme alabilirsiniz.
Kimlerle görüşüyordum?
Cumhurbaşkanı...
Başbakan, bakanlar...
Türk Silahlı Kuvvetleri’nde Genelkurmay Başkanı’ndan kuvvet komutanlarına pek çok kesim...
Dışişleri’nin hemen hemen tüm katları...
Devlet bürokrasisinde Maliye’den yargıya kadar geniş bir yelpaze...
Tabii siyasetin bütün renkleri...
Günlük değil gazeteci notları
Bu görüşmelerimde önemli bulduğum kimi bilgileri ve ayrıntıları ayrıca not ettim. Bunu bir günlük havasında değil gazeteci notları biçiminde yaptım.
Daha sonra içeriğine de gireceğim bu görüşmelerin yelpazesini ve biçimini ayrıntılı aktarmamın nedeni şu:
Malum iddianamede, yaptığım görüşmelerin sadece belirlenmiş bazı makamlarla olanları bir araya getirilmiş. Sadece aktarılan biçimde görüşmeler yaptığım havası doğmuş. Bunu özellikle netleştirmek istedim.
Bu aktarımdan sonra görüşmelerimin, devletin kimi katlarının havasına geçelim.
‘Sivil darbe girişimi’
3 Kasım 2002 seçimlerinin öncesindeki hava girişte de vurguladığım gibi karmaşık ve sisliydi. Önceki bölümlerde bu konuda kimi ayrıntılara yer vermiştim. Özellikle Ecevit hükümeti etrafında olup bitenler çok önemliydi. Bu konuda benim de görüşmelerim, gözlemlerim, notlarım oldu ama benden daha ayrıntılı bilgiye ve kaynağa sahip meslektaşlarımın yazıları, kitapları oldu.
Bunlardan biri “kaynak” niteliğinde. Milliyet Gazetesi Ankara Temsilcisi Fikret Bila’nın “Sivil Darbe Girişimi ve Gizli Belgelerde 1 Mart Tezkeresi - Ankara’da Irak Savaşları” adlı kitabı (Güncel Yayıncılık) hem kulis hem somut bilgiler içeriyor.
Bila’nın kitabının 140. sayfasında koalisyon hükümetinin son günlerinde yaşanan olaylarla ilgili şu tümce yer alıyor:
“Ecevitler’in ve Bahçeli’nin 2002’de yaşanan olaylara bakışları birbirine yakındı: Sivil darbe girişimi...”
‘Askerden medet umma dönemi bitmeli’
Yukarıda sözünü ettiğim görüşmelerde gündeme gelen başlıca konular şunlar oluyordu.
- AKP hükümetinin uygulamaları.
- Kıbrıs’taki gelişmeler.
- Asker - hükümet ilişkileri.
- Irak’ın durumu.
- Öcalan’ın 15 Şubat 1999’da Türkiye’ye getirilip yargılanmasının ardından terörün boyutları ve terör örgütünün durumu.
Bu konuların hemen hemen tümüyle asker de, öyle ya da böyle, ilgili olunca gazetecilerin günlük haber ağlarından biri de ister istemez Türk Silahlı Kuvvetleri oldu.
Dönemin Kara Kuvvetleri Komutanı Org. Aytaç Yalman, yukarıdaki konuların tümünde, deyim yerindeyse hassastı. Bu konularda gazetecilerle hem görüş alışverişinde bulunmak hem de düşüncelerini aktarmak için temas kurardı. Kimi görüşmelerde, “Az önce şu gazeteci ile, şu işadamı ile konuştum” dediği çok olmuştu.
Dönemin zor konumdaki kişilerinden biri de Genelkurmay 2. Başkanı Org. Yaşar Büyükanıt idi. Org. Büyükanıt’la birkaç kez gazeteci grubuyla, birkaç kez de baş başa görüştüm. Durumu analiz ederken değişik benzetmeler yapmayı ve küçük anılar aktarmayı severdi.
Büyükanıt'ın iki önemli kaygısı
Görüşmelerden süzdüğüm kadarıyla Org. Büyükanıt’ın iki önemli kaygısı vardı.
1. TSK’nin bütünlüğüne ilişkin en ufak bir şüphenin dahi olmaması.
2. Rejim tartışmalarının yaşanmaması.
Genelkurmay Başkanı Org. Özkök daha kapalı durduğu için Büyükanıt, gazeteciler açısından önemli bir diyalog kapısı idi.
Org. Büyükanıt, askerin artık ülke yönetimine müdahalesinin, daha açık vurgulamak gerekirse darbenin konuşulmayacak bir konu olduğunu, bunların konuşulduğu dönemlerin çok geride kaldığını söylediği bir konuşmasında şöyle bir örnek vermişti:
“Türkiye’de, dünyada her şey değişiyor. Bakın sokağa 50 model araba var mı? Yok. Her şey değişiyor.”
Büyükanıt, “ters giden bir şeyler olduğunda askerin akla gelmesinden” yakınmış, şu anısını anlatmıştı.
“Şili Büyükelçiliği’nin bir yemeğiydi. Gayet zarif, iyi giyimli bir kadın genel gidişten kaygısını dile getirdi. Ürktüğünü söyledi. Sonra da bana bakıp gayet doğal bir hava içinde, ‘Neyse ki asker var’ dedi. Oysa ben daha farklı bir şey bekliyordum. Demokrasi içinde mücadele ederiz, ödün vermeyiz gibi şeyler... Kadının yüzüne baktım, şakayla karışık, ‘Şimdi sana bir çakarım’ dedim... Herkes görevini yapmalı, sıkışınca askerden medet umma dönemi bitmeli...”
‘Kaygılarımızı aktardığımız ilgili zeminler var’
Şunu da eklemeyi ihmal etmedi:
“Bizim de özellikle bizi ilgilendiren konularla ilgili, Türkiye’nin temel değerleriyle ilgili kaygılarımız oluyor. Bunların da söyleneceği yerler var. İlgili zeminler var... Bunun ötesinde başka bir şey düşünmemek lazım.”
Org. Büyükanıt bunları aktarırken ister istemez gazetecilik damarım tuttu. Sormadan edemedim: “Söylediklerinize aynen katılıyorum. Genelkurmay Başkanı da Başbakan’la görüştü. 23 Mayıs 2003’teki görüşmede sözünü ettiğiniz zeminde görüşlerini aktardı. Bu görüşmeden alabildiğimiz bilgiler kadarıyla Türk Silahlı Kuvvetleri’nde, Türkiye’nin temellerini oluşturan kimi değerlerin yıpranmakta olduğu endişesi var. Medyada yazılıp çizilenler ortada... Siz de kimi kaygılarımız oluyor dediniz. Anlaşılan ciddi bir iç değerlendirme de söz konusu. Bu konuda ne dersiniz?”
‘En hassas olduğumuz şey iç bütünlük’
Org. Büyükanıt hafifçe doğruldu, “Hah işte, Sayın Balbay” dedi, “en hassas noktaya geldik. Bizim en ama en hassas olduğumuz şey iç bütünlük. Biz kendi içimizde iç bütünlüğe sahip olmazsak, ülke bütünlüğüne nasıl sahip çıkacağız?.. Yer yer kaygılar değişik şekillerde dile getirilebilir ama bu, kesinlikle farklı düşünceler olduğu anlamına gelmez.”
Org. Yaşar Büyükanıt'ın Uğur Mumcu anısı
‘Kendinizdeki değişime bakın’
Söz Büyükanıt’la görüşmeden açılmışken Cumhuriyet’in konumu ile ilgili bir anısını da paylaşalım. Uğur Mumcu 1980 - 90’lı yıllarda yaptığı araştırmalar için Genelkurmay arşivlerinden de yararlandı. Bunu bize de yeri geldikçe anlatırdı. Uğur Abi zaman zaman TSK mensuplarına konferanslar da verirdi. Büyükanıt bu tür diyalog ortamlarından birinde Uğur Abi’ye şaka yollu takılmış:
“Bir zamanlar sakıncalı piyade idiniz. Şimdi Genelkurmay Başkanı ile görüşüyorsunuz. Askeri okullarda konferanslar veriyorsunuz. Nasıl değiştiniz?”
Uğur Abi şu karşılığı vermiş:
“Komutanım, bu soruyu siz kendinize sorun. Kendinizdeki değişime bakın...”
Büyükanıt bu anıyı gülümseyerek anlattıktan sonra ekledi:
“Uğur Bey haklıydı...”
Bu durum aslında Cumhuriyet’le ilgili son yıllarda yaşanan “askere yakınlık” tartışmalarına da yanıt veriyor.
2002’nin sonunda YAŞ şerhlerinden Kıbrıs adımlarına kadar uzanan gerilim 2003’te de aynı hızla devam etti. Cumhuriyet doğal olarak klasik yayın çizgisi neyse onu sürdürdü:
- Ülke bütünlüğü, üniter devlet.
- Laiklik.
- Çağdaş eğitim.
- Günümüz koşulları ve gerçeklerini yadsımadan ve Türkiye’yi yalnızlaştırmadan bağımsız dış politika...
Bu kaygılar Yaşar Büyükanıt - Uğur Mumcu diyaloğuna benzer bir sonuç verdi, Cumhuriyet’in değişmeyen yayın anlayışı, askeri çevrelerin duyduğu kaygılarla bir ölçüde örtüştü.
Yorum Gönder