Dikkat ediyor musunuz, daha düne kadar esip gürleyen, aslanlar gibi kükreyen AKP yalakalarında gözle görülür bir performans düşüklüğü gözlemleniyor. Yüzlerine yansıyan o kimi zaman mağrur, kimi zaman alaysı ifadeden pek eser kalmamış. Çabuk öfkeleniyorlar. Konuşurken yüz kasları geriliyor, çeneleri titriyor, saldırganlaşıyorlar. Saldırganlık, bastırılmış korkuların dışavurumudur.
Korkuyorlar.
Ayaklarını hep sağlam basacaklarını sandıkları zeminin kaydığını hissetmek korkutuyor onları. Bir yandan da yeni ikbal kapıları aramak için zamanın gelmediğini düşünüyorlar, bu nedenle tedirginler.
İçten içe kendilerini bu duruma düşüren “Büyük Reis”e sitem ediyorlar. “İçten içe” çünkü artık onlar da Korku İmparatorluğu’nun tebaaları.
***
En büyük şoku Ahmet Şık ve Nedim Şener’in “Ergenekon Davası” ile ilişkilendirilerek tutuklanmalarıyla yaşamışlardı. Her iki gazetecinin de var olup olmadığı bugüne dek açıklığa kavuşmamış bir terör örgütüyle ilişkileri olmadığını, olamayacağını biliyorlardı. Ahmet Şık’ın henüz taslak halindeki “İmamın Ordusu” kitabına bilgisayarlarda el konması bardağı taşıran son damlaydı. Çağrıldıkları televizyon programlarında kendilerine konuya ilişkin bir soru sorulduğunda hık mık ediyorlar, terliyorlar, bir şey söyleyemiyorlardı. En şirretlerinin, en yüzsüzlerinin bile dilleri tutulmuştu.
Ya 1 milyon 700 bin öğrenciyi sefil eden o LYS skandalı! Önce küçümsemişler, sonra tezgâh en yetkili ağızdan itiraf edilince ne yapacaklarını bilememişlerdi.
Ardından Barış ve Demokrasi Partisi tarafından desteklenen bağımsız adaylara Yüksek Seçim Kurulu tarafından getirilen yasak! Nasıl da savunmuşlardı o yasak kararını? Ne zamanki Güneydoğu kentlerini ateş sarmış, halk sokaklara dökülmüş, onca insan yaralanmış, bir ölü verilmiş, yasak kaldırılmıştı.
Onlara da tükürdüklerini yalamak düşmüştü.
En son MHP’li yöneticileri ve milletvekili adaylarını hedef alan “kaset operasyonu” oturdu ülkenin gündemine. Birileri kendilerine iş edinmiş, MHP’lilerin özel hayatlarını gizli kameralarla görüntülemişti. Akılları sıra bu görüntüleri internet sitelerine servis ederek MHP yönetimini “rezil rüsva” edecekler, böylece seçim öncesi muhafazakâr seçmeni etkileyerek partinin yüzde 10’luk barajı aşmasını engelleyeceklerdi. Başbakan da bu rezaleti kınayacağı yerde mitinglerde karşı propaganda aracı olarak kullanmaya başlayınca yalakalar da bir anda “ahlak hocalığı” görevine soyunmuşlardı. Görüntülenen dört MHP’liye çok geçmeden altısı daha eklenince sarsılmışlardı. Bu rezalet karşısında utanç duyduklarından değil, “Ulan, herifler bizi de çekmişler midir?” korkusuna kapıldıklarından.
***
Cuma akşamı bunların Hasan Celal Güzel takviyeli “hukuk bilir” takımını izledim CNNTÜRK ekranında. Konu son “Balyoz Davası” tutuklamaları ve “27 Mayıs” idi. Bir dost toplantısında rastlayıp sohbetini dinlediğinizde belki “Ne kadar bilgili bir adam” diyebileceğiniz insanlar ekrana çıktıklarında hukuku guguklaştırıyorlardı.
Hasan Celal Güzel’i es geçelim, çünkü o her zamanki “bağır çağır, bakarsın bir bakan olur” havasındaydı.
Öbürlerinin durumu ise içler acısıydı. Avukat Celal Ülgen Balyoz Davası’nda kanıt diye ileri sürülen belgeleri birer ikişer çürüttükçe bunlara oturdukları yerde tepinmekten başka bir şey kalmıyordu. İçlerinde en “hukuk bilir” görüneni her ağzını açtıkça İstanbul Baro Başkanı Doç. Dr. Ümit Kocasakal atağa geçiyor, bindirdikçe bindiriyordu.
Yalakalar gibi bunların da balonları sönmüş, o alışılageldik ben bilirimci “mağrur” duruşlarından geriye pek bir şey kalmamış, o duruş yerini acınası bir zavallılığa bırakmıştı.
Galiba rüzgâr dönüyor. Biraz daha gayret.
Yorum Gönder