İktidara gelen AKP’nin ana gündem konularından biri eğitimdi. AKP’nin hedefleri şöyleydi: YÖK yönetimini ve yapısını değiştirmek. Üniversite rektörlerinin ve üst yönetiminin tümünü yenilemek. Üniversiteye giriş sınavında katsayıyı kaldırıp imam hatip lisesi mezunlarının tüm fakültelere girebilmesini sağlamak. Kılık kıyafet yönetmeliğini değiştirip üniversiteye türbanla girişin önünü açmak. AKP temel bir yasa değişikliğiyle bunların tümünün “çözülebileceğini” düşünüyordu. Bu girişim Ankara’nın tüm katlarında gerilim üretti.
Ekonominin krizde, uluslararası ilişkilerin çıkmazda olduğu bir dönemde iktidara gelen AKP’nin ana gündem konularından biri şuydu: Eğitim.
AKP kadroları eğitimin önemini kavramış, bu alanda atılacak adımların, geleceği kazanmak için en önemli hamle olduğunu görmüştü.
AKP, toplumun büyük kesiminin “evet sorun var” dediği konu ve kurumlara şöyle yaklaştı:
“Madem ki herkes sorun olduğunu kabul ediyor. O zaman çözelim.”
Nasıl çözelim?
“Uzlaşmayla...”
İlk bakışta güzel bir çözüm zemini. Ancak AKP’nin “uzlaşma” derken en çok şu noktaya kadar geldiği görüldü:
Tarafların istediği değişiklikler yasaya konur, Meclis son şeklini verir, böylece uzlaşma sağlanmış olur.
Eğitimle ilgili konularda da denenen bu “uzlaşma” ne yazık ki sonuç vermedi.
AKP’nin hedefleri
2003 yılını pek çok yönüyle işledik ama YÖK Yasası’nda yapılmak istenen değişikliklerin en az öteki temel konular kadar gerilim yarattığını vurgulamadan geçemeyeceğim.
AKP’nin hedefleri şöyleydi:
• YÖK yönetimini ve yapısını değiştirmek.
• Üniversite rektörlerinin ve üst yönetiminin tümünü yenilemek.
• Üniversiteye giriş sınavında katsayıyı kaldırıp imam hatip lisesi mezunlarının tüm fakültelere girebilmesini sağlamak.
• Kılık kıyafet yönetmeliğini değiştirip üniversiteye türbanla girişin önünü açmak.
AKP temel bir yasa değişikliğiyle bunların tümünün “çözülebileceğini” düşünüyordu.
Bu girişim Ankara’nın tüm katlarında gerilim üretti.
En tepeden başlayalım...
Sezer'den üniversitelere özel önem
Dönemin Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer, üniversitelere özel bir önem veriyordu, öyle ki; yasal haklarını en geniş biçimde burada kullandı desek abartmış olmayız.
Sezer, rektör atamalarında son sözü söyleyen makamdaydı. Üniversiteler 6 aday seçip YÖK’e gönderiyor, YÖK bunu 3’e indirip Köşk’e gönderiyor. Köşk 3 kişiden birini rektör olarak atıyor. Seçim, cumhurbaşkanının. Birinci sıradakini de atayabilir üçüncü sıradakini de...
Sezer, siyasetten gelen bir cumhurbaşkanı değildi. Bu anlamda eteğinde taş yoktu. Tek kriteri şu oldu:
Üniversitede laik, demokratik, çağdaş eğitime öncelik verecek, Atatürk devrimlerini özümsemiş kişileri rektör olarak atamak.
Burada, ilk 3’e girip hatta ilk sırada olup atanmayanlarla ilgili olumsuz bir düşünce yerleştirmek amacında değilim. Ancak Sezer, kendi ölçütleri doğrultusunda böyle bir yöntem benimsedi.
Sezer, atanmasında titiz davrandığı, hatta oy sayısı nedeniyle risk alarak tercih ettiği rektörlerin görev başında yaptıklarını da dikkatle izledi. Temaslarını hiç eksik etmedi.
Sezer, benzer kriterleri YÖK üyelerinin seçiminde de korudu.
Hal böyle olunca YÖK Yasası’ndaki değişiklikler konusunda da gücü ve yetkileri doğrultusunda hep devrede oldu.
Mumcu'nun denge arayışı
Hükümetin hedeflerini girişte aktardık. Yasaya geçirmek için her türlü çabayı gösterdi. İlk aşamada vitrinde dönemin Milli Eğitim Bakanı Erkan Mumcu vardı.
Mumcu ANAP kökenliydi. Çıkacak YÖK Yasası’nın hem AKP’yi hem de YÖK’ü ve rektörleri tatmin etmesi için çaba harcadı.
Bu, tek sözcükle olanaksızdı. Ancak Mumcu yine de çabalarını sürdürdü. Kasım 2002’de göreve geldikten kısa bir süre sonra Üniversitelerarası Kurul’a katıldı ve şu sözü verdi:
“Yasada sizin evet demediğiniz tek madde olmayacak.”
Söz güzeldi ama, tutması zordu.
Öyle oldu.
Mumcu kısa bir süre sonra, şu anlama gelen bir açıklama yaptı:
“Rektörlerle mutabakat halinde hazırlanan yasa metni Meclis’te değişebilir.”
Tablo, Mumcu’nun denge arayışları içinde bir sonuca gidemeyeceğini ortaya koyuyordu.
Daha 'kararlı' Bakan Çelik
Daha “kararlı” bir Milli Eğitim Bakanı gerekiyordu.
Bulundu...
Erdoğan’ın Başbakanlık koltuğuna oturmasıyla birlikte Milli Eğitim Bakanlığı’na Hüseyin Çelik getirildi.
Çelik’in bakışı şöyle özetlenebilir:
Madem ki bu bakanlığın adı Milli Eğitim, o zaman eğitimin tüm aşamaları bu bakanlığın tasarrufu altındadır!
Çelik, temelde bu mantıkla yasa değişikliği çalışmaları başlattı.
Rektörler AKP'nin YÖK yasasına karşı
Dönemin YÖK Başkanı Prof. Kemal Gürüz hükümetin planladığı değişikliklere karşı çıkıyordu. Bunu yüksek sesle dile getirmekten de çekinmiyordu.
Arşivler Gürüz’ün bu konudaki demeçleriyle doludur.
Üniversite rektörleri ise şöyle bir zıt durumla karşı karşıya idi:
YÖK’ün yetkilerini gereğinden fazla buluyorlardı. Üniversitelerin akademik, idari ve mali özerkliğe sahip olmasını istiyorlardı.
Ancak hazırlanan yasa, mevcut durumdan daha geriye gidiş anlamına geliyordu.
Bir başka deyimle rektörler değiştirilmesini istedikleri, sadece koordinasyon görevini üstlenmesinden yana oldukları YÖK’e sahip çıkmak durumundaydı. Çünkü AKP’nin hazırladığı YÖK Yasası mevcut akademik, mali, idari hakları da ortadan kaldırıyordu.
İş başa düşmüştü...
YÖK yönetiminin sürdürdüğü çabanın yanı sıra rektörler de Üniversitelerarası Kurul (ÜAK) aracılığıyla devreye girdi. Rektörler devletin tüm katlarını ve medyayı defalarca dolaşıp “bilgilendirme” mücadelesine giriştiler.
Cumhuriyet’e gelen rektörler heyetiyle yukarıdaki zıtlaşmayı paylaştım. Durum bir başka yanıyla kara mizahtı.
TSK: Eğitimin birliği - Laiklik siyaset dışıdır
Türk Silahlı Kuvvetleri’nin bünyesindeki Eğitim ve Doktrin Komutanlığı’na (EDOK) bir gezi düzenlendi.
EDOK’un hazırladığı projeler, uygulamalar, gazete ve televizyonların Ankara temsilcilerine ve savunma muhabirlerine aktarıldı. EDOK’ta, askerlerin eğitiminin sadece okulda değil meslek boyunca devam ettiği anlatıldı. Öyle ki, görev süresi bitiminde emeklilik dönemi için bile “eğitim programı” hazırlanmış.
Bu programın gerekçesini şöyle açıklamışlardı:
“Personelimiz emekliliğe daha görevde iken hazırlanmalı ki, yaşamının kalan dilimine uyumu sağlıklı olsun.”
Toplantı bitiminde gazetecilerin çoğu birbiriyle şu görüşü paylaşmıştı:
“TSK eğitimin önemini kavramış ve çözmüş.”
TSK kendi içindeki eğitim sorununun yanında dışındaki gelişmelerle de ilgilenmeyi sorumluluk kapsamı içinde gördü.
Bunu da “laiklik temelinde” değerlendirdi. Bu tartışmanın ayrıntısına girersek, çıkamayız. Sadece konumuz bağlamında değerlendirme yapmak gerekirse; AKP hükümetinin YÖK ve imam hatiplerle ilgili yasa çalışmaları için açıklama yapmak durumunda kaldılar.
Ekonominin krizde, uluslararası ilişkilerin çıkmazda olduğu bir dönemde iktidara gelen AKP’nin ana gündem konularından biri şuydu: Eğitim.
AKP kadroları eğitimin önemini kavramış, bu alanda atılacak adımların, geleceği kazanmak için en önemli hamle olduğunu görmüştü.
AKP, toplumun büyük kesiminin “evet sorun var” dediği konu ve kurumlara şöyle yaklaştı:
“Madem ki herkes sorun olduğunu kabul ediyor. O zaman çözelim.”
Nasıl çözelim?
“Uzlaşmayla...”
İlk bakışta güzel bir çözüm zemini. Ancak AKP’nin “uzlaşma” derken en çok şu noktaya kadar geldiği görüldü:
Tarafların istediği değişiklikler yasaya konur, Meclis son şeklini verir, böylece uzlaşma sağlanmış olur.
Eğitimle ilgili konularda da denenen bu “uzlaşma” ne yazık ki sonuç vermedi.
AKP’nin hedefleri
2003 yılını pek çok yönüyle işledik ama YÖK Yasası’nda yapılmak istenen değişikliklerin en az öteki temel konular kadar gerilim yarattığını vurgulamadan geçemeyeceğim.
AKP’nin hedefleri şöyleydi:
• YÖK yönetimini ve yapısını değiştirmek.
• Üniversite rektörlerinin ve üst yönetiminin tümünü yenilemek.
• Üniversiteye giriş sınavında katsayıyı kaldırıp imam hatip lisesi mezunlarının tüm fakültelere girebilmesini sağlamak.
• Kılık kıyafet yönetmeliğini değiştirip üniversiteye türbanla girişin önünü açmak.
AKP temel bir yasa değişikliğiyle bunların tümünün “çözülebileceğini” düşünüyordu.
Bu girişim Ankara’nın tüm katlarında gerilim üretti.
En tepeden başlayalım...
Sezer'den üniversitelere özel önem
Dönemin Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer, üniversitelere özel bir önem veriyordu, öyle ki; yasal haklarını en geniş biçimde burada kullandı desek abartmış olmayız.
Sezer, rektör atamalarında son sözü söyleyen makamdaydı. Üniversiteler 6 aday seçip YÖK’e gönderiyor, YÖK bunu 3’e indirip Köşk’e gönderiyor. Köşk 3 kişiden birini rektör olarak atıyor. Seçim, cumhurbaşkanının. Birinci sıradakini de atayabilir üçüncü sıradakini de...
Sezer, siyasetten gelen bir cumhurbaşkanı değildi. Bu anlamda eteğinde taş yoktu. Tek kriteri şu oldu:
Üniversitede laik, demokratik, çağdaş eğitime öncelik verecek, Atatürk devrimlerini özümsemiş kişileri rektör olarak atamak.
Burada, ilk 3’e girip hatta ilk sırada olup atanmayanlarla ilgili olumsuz bir düşünce yerleştirmek amacında değilim. Ancak Sezer, kendi ölçütleri doğrultusunda böyle bir yöntem benimsedi.
Sezer, atanmasında titiz davrandığı, hatta oy sayısı nedeniyle risk alarak tercih ettiği rektörlerin görev başında yaptıklarını da dikkatle izledi. Temaslarını hiç eksik etmedi.
Sezer, benzer kriterleri YÖK üyelerinin seçiminde de korudu.
Hal böyle olunca YÖK Yasası’ndaki değişiklikler konusunda da gücü ve yetkileri doğrultusunda hep devrede oldu.
Mumcu'nun denge arayışı
Hükümetin hedeflerini girişte aktardık. Yasaya geçirmek için her türlü çabayı gösterdi. İlk aşamada vitrinde dönemin Milli Eğitim Bakanı Erkan Mumcu vardı.
Mumcu ANAP kökenliydi. Çıkacak YÖK Yasası’nın hem AKP’yi hem de YÖK’ü ve rektörleri tatmin etmesi için çaba harcadı.
Bu, tek sözcükle olanaksızdı. Ancak Mumcu yine de çabalarını sürdürdü. Kasım 2002’de göreve geldikten kısa bir süre sonra Üniversitelerarası Kurul’a katıldı ve şu sözü verdi:
“Yasada sizin evet demediğiniz tek madde olmayacak.”
Söz güzeldi ama, tutması zordu.
Öyle oldu.
Mumcu kısa bir süre sonra, şu anlama gelen bir açıklama yaptı:
“Rektörlerle mutabakat halinde hazırlanan yasa metni Meclis’te değişebilir.”
Tablo, Mumcu’nun denge arayışları içinde bir sonuca gidemeyeceğini ortaya koyuyordu.
Daha 'kararlı' Bakan Çelik
Daha “kararlı” bir Milli Eğitim Bakanı gerekiyordu.
Bulundu...
Erdoğan’ın Başbakanlık koltuğuna oturmasıyla birlikte Milli Eğitim Bakanlığı’na Hüseyin Çelik getirildi.
Çelik’in bakışı şöyle özetlenebilir:
Madem ki bu bakanlığın adı Milli Eğitim, o zaman eğitimin tüm aşamaları bu bakanlığın tasarrufu altındadır!
Çelik, temelde bu mantıkla yasa değişikliği çalışmaları başlattı.
Rektörler AKP'nin YÖK yasasına karşı
Dönemin YÖK Başkanı Prof. Kemal Gürüz hükümetin planladığı değişikliklere karşı çıkıyordu. Bunu yüksek sesle dile getirmekten de çekinmiyordu.
Arşivler Gürüz’ün bu konudaki demeçleriyle doludur.
Üniversite rektörleri ise şöyle bir zıt durumla karşı karşıya idi:
YÖK’ün yetkilerini gereğinden fazla buluyorlardı. Üniversitelerin akademik, idari ve mali özerkliğe sahip olmasını istiyorlardı.
Ancak hazırlanan yasa, mevcut durumdan daha geriye gidiş anlamına geliyordu.
Bir başka deyimle rektörler değiştirilmesini istedikleri, sadece koordinasyon görevini üstlenmesinden yana oldukları YÖK’e sahip çıkmak durumundaydı. Çünkü AKP’nin hazırladığı YÖK Yasası mevcut akademik, mali, idari hakları da ortadan kaldırıyordu.
İş başa düşmüştü...
YÖK yönetiminin sürdürdüğü çabanın yanı sıra rektörler de Üniversitelerarası Kurul (ÜAK) aracılığıyla devreye girdi. Rektörler devletin tüm katlarını ve medyayı defalarca dolaşıp “bilgilendirme” mücadelesine giriştiler.
Cumhuriyet’e gelen rektörler heyetiyle yukarıdaki zıtlaşmayı paylaştım. Durum bir başka yanıyla kara mizahtı.
TSK: Eğitimin birliği - Laiklik siyaset dışıdır
Türk Silahlı Kuvvetleri’nin bünyesindeki Eğitim ve Doktrin Komutanlığı’na (EDOK) bir gezi düzenlendi.
EDOK’un hazırladığı projeler, uygulamalar, gazete ve televizyonların Ankara temsilcilerine ve savunma muhabirlerine aktarıldı. EDOK’ta, askerlerin eğitiminin sadece okulda değil meslek boyunca devam ettiği anlatıldı. Öyle ki, görev süresi bitiminde emeklilik dönemi için bile “eğitim programı” hazırlanmış.
Bu programın gerekçesini şöyle açıklamışlardı:
“Personelimiz emekliliğe daha görevde iken hazırlanmalı ki, yaşamının kalan dilimine uyumu sağlıklı olsun.”
Toplantı bitiminde gazetecilerin çoğu birbiriyle şu görüşü paylaşmıştı:
“TSK eğitimin önemini kavramış ve çözmüş.”
TSK kendi içindeki eğitim sorununun yanında dışındaki gelişmelerle de ilgilenmeyi sorumluluk kapsamı içinde gördü.
Bunu da “laiklik temelinde” değerlendirdi. Bu tartışmanın ayrıntısına girersek, çıkamayız. Sadece konumuz bağlamında değerlendirme yapmak gerekirse; AKP hükümetinin YÖK ve imam hatiplerle ilgili yasa çalışmaları için açıklama yapmak durumunda kaldılar.
Yorum Gönder