Gerilimli Yıllar/3 - Mustafa Balbay

Sohbetin bir yerinde sordum: Partinizin geldiği çizgide geçmişte zaman zaman rejim tartışmaları yaşandı. Atatürk'e, devrimlerine olan yaklaşımlarla ilgili soru işaretleri oluştu. Net bir ifade ile vurgulamanız gerekirse Atatürk'e nasıl bakıyorsunuz? Erdoğan hazırlıklı, rahat bir ifade ile şu karşılığı verdi: "Biz Mustafa Kemal’in olumlu yanlarının elbette arkasındayız."
Türkiye 3 Kasım 2002 seçimlerine giderken başlıca iktidar seçeneklerinden AKP’nin durumu şuydu:

Recep Tayyip Erdoğan Genel Başkan... Ancak milletvekili adayı olması yasak!..

Ortada ilginç bir durum vardı.

AKP seçimlerden 1. parti olarak çıktığında Erdoğan genel başkan olarak devam edecek, ama Başbakanlık görevini Abdullah Gül yürütecekti.

Böyle bir durum hiç yaşanmamıştı.

ANAP ve DYP’deki çöküş AKP’nin şansını katmerliyordu. Öyle ki, Anadolu’daki kimi orta büyüklükteki yerleşim merkezlerinden şu tür haberler geliyordu: “Falanca ilçe DYP örgütü tabelayı alıp AKP’ye geldi...”

“Falanca ilçe ANAP örgütü, yer arayan AKP ilçe örgütüne ‘Tabelayı indirelim, teşkilatınız burası olsun’ önerisi getirdi...”

Katılım artık kişi kişi ya da grup grup değil, örgütler halinde oluyordu.

Böylesi günlerin hemen öncesinde Erdoğan gazetelerin Ankara temsilcileriyle Dedeman Oteli’nin çatısında kahvaltıda bir araya geldi. Cumhuriyet adına ben katıldım. Kahvaltıyı organize eden Murat Mercan, Erdoğan gecikince hayli zor anlar yaşamıştı.

Sohbette Erdoğan uzun uzun partisinin yenilikçi düşüncelerinden söz etti. Zaten Fazilet Partisi’nden koparken “Yenilikçiler” olarak ayrılmışlardı.

Hedef tam demokrasiydi, AB süreciydi.

Erdoğan bu konuda “samimi” olduklarını göstermek için Ecevit hükümetinin demokratikleşme adımı olarak ortaya koyduğu her şeyi desteklediklerini, desteklemeye de devam edeceklerini söyledi.

‘Mustafa Kemal'in olumlu yanlarının arkasındayız’

Sohbetin bir yerinde sordum:

- Partinizin geldiği çizgide geçmişte zaman zaman rejim tartışmaları yaşandı. Atatürk’e, devrimlerine olan yaklaşımlarla ilgili soru işaretleri oluştu. Net bir ifade ile vurgulamanız gerekirse Atatürk’e nasıl bakıyorsunuz?

Erdoğan hazırlıklı, rahat bir ifade ile şu karşılığı verdi: “Biz Mustafa Kemal’in olumlu yanlarının elbette arkasındayız.”

Erdoğan 2002 sonbaharında, daha seçimler yapılmadan tabloyu yaptırdığı özel anketlerle de görmüştü, tebrikleri kabul ediyordu.

Tansu Çiller, Mesut Yılmaz ve Devlet Bahçeli koltuklarını bırakmak zorunda kaldı, AKP tek başına iktidara oturdu


3 Kasım 2002: Sandık tasfiyesi

Önceki başlıklarda anlattığımız gerilimlerin, dalgalanmaların ardından 3 Kasım 2002’de son sözü sandık söyledi:

- AKP yüzde 34 ile tek başına iktidar.

- CHP yüzde 20 ile ana-muhalefet.

- Sonrası tasfiye.

Gerçekten de AKP ve CHP dışındaki partilerin hemen tümünde Türkiye’nin alışmadığı bir sandık tasfiyesi yaşandı.

Demokrasinin rayına oturduğu ülkelerde iki temel kural vardır:

1. Seçimle gelen iktidar seçimle gider.

2. Seçimi kaybeden partinin lideri gider.

Türkiye bu iki “gider”den birincisini oturttu ama, ikincisini ne yazık ki oturtamadı.

Önceki seçimlerde parti liderleri yüzde kaç oy alırsa alsın şunu söylerdi: “Halkımız bize bu kez görevi verdi.”

Parti sonuncu olsa bile lideri genel anlamda böyle yaklaşırdı. Bazen tersi de olurdu. Lider seçim sonuçlarına bakıp koltuğu bıraktığında gerek etrafındaki kadro, gerekse Anadolu’daki taraftarları koro oluştururdu:

“Genel başkanımız bizi bırakma.”

Ancak 3 Kasım 2002 bütün bunlardan farklıydı. DYP lideri Tansu Çiller, ANAP lideri Mesut Yılmaz, MHP lideri Devlet Bahçeli koltuklarını bırakmak durumunda kaldılar.

Ecevit de kontrollü bir geçişle koltuğunu kendisinin belirlediği kişiye devretti.

Meclis’in dışındaki sahne buydu.

Ya içindeki sahne?

Tablo şöyleydi:

Recep Tayyip Erdoğan AKP Genel Başkanı, Abdullah Gül Başbakan.

Erdoğan siyasal yasaklı olması nedeniyle Meclis’e girememiş, ama partisi hükümeti kurmuştu.

Bu tabloyu herkes kendi bakış açısına göre yorumlayabilirdi ama, bir kişinin bakışı ayrıca önemliydi:

Anamuhalefet lideri Deniz Baykal.

‘Daha fazla mağdur edebiyatı yaptırmam’

Baykal, seçimlerden hemen sonra partinin içinde ve dışında çok tartışılan bir karar aldı, Erdoğan’ın yasaklı durumuna son verecek anayasa değişikliğini destekledi.

O günlerde Baykal bir telefon görüşmemizde kararını şöyle özetlemişti:

“Daha fazla mağdur edebiyatı yaptıramam.”

Gerilimlerden biri böyle

çözülmüştü.


Özkök: Sandıktan çıkan neyse o!

1990’ların ikinci yarısındaki REFAHYOL hükümeti deneyimi, 28 Şubat sürecinde yaşananlar, kökleri Refah Partisi’ne dayanan AKP iktidarına askerlerin nasıl bakacağı sorusunu beraberinde getiriyordu.

Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hilmi Özkök 4 Kasım 2002 günü Amerika Birleşik Devletleri’ne gitmeden önce ilk değerlendirmesini yaptı:

“Demokrasiye saygılıyız... Sandıktan çıkan sonuç buysa, saygı duymak gerekir.”

Elbette doğru olan buydu. Ancak komuta kademesi bu tümcelerin altına şu tür birkaç tümce daha ekliyordu:

- Türkiye, demokratik, laik bir hukuk devletidir.

- Atatürk ilkelerine, laik rejime bağlılık her iktidarın doğal icraatı arasındadır...

Bu ve benzeri birkaç tümce genel bir rahatlama sağlatacak gibi görünüyordu.

Bunun yerine Genelkurmay karargâhına şu tür bilgiler gelmeye başladı:

- AKP’liler Anadolu’da “Genelkurmay Başkanı bizden” dedikodusu yaymaya başladılar...

Bunun gerçek olup olmaması bir yana “Şüyuu vukuundan beterdir” sözü öne çıkıyordu.

O günlerde askerler Zaman gazetesinde yayımlanan bir yazıya dikkat kesildiler.

Yazı eski İzmir Anakent Belediye Başkanı Burhan Özfatura’nın imzasını taşıyordu. Özfatura şöyle diyordu:

“Beraber çalışmak, kapasitesini, güzel hasletlerini, demokratik yapısını yakından tanımak imkânı bulduğum Genelkurmay Başkanımız Sayın Hilmi Özkök, Türkiye için büyük bir şanstır. AKP’nin bunu çok iyi değerlendireceğine inanıyorum.”

Bu yazı 22 Kasım 2002 Cuma günü Zaman gazetesinde yayımlandı. 25 Kasım günü de köşemde konu ettim.

Yalman'ın 10 Kasım mesajı

Derken 10 Kasım geldi. O gün Genelkurmay Başkanı, önceden pogramlanmış gezisi nedeniyle ABD’deydi.

Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Aytaç Yalman telefon etti. 10 Kasım nedeniyle bir mesaj ya da benzer açıklama yapmayı tasarlıyordu. “Bir bildiri mi” diye sordum. Yanıtı şu oldu:

“Bir kahve içelim.”

Başka gazetecilerle de görüşmüştü. Hazırladığı 10 Kasım mesajını bir demeç havasında verdi. Okudum. Dikkatimi çeken tümceleri ayrıca not ederken birkaç tümce daha ekledi.

Yalman’ın mesajı Cumhuriyet’te 9 Kasım 2002 günü çıktı. Mesaj şöyleydi:

“Türkiye Cumhuriyeti’nin temellerinde kurtuluş ve kuruluş savaşı vardır. Cumhuriyet, Atatürk ilkelerinin üzerinde yükselmiştir. Cumhuriyete anlam ve muhteva kazandıran Atatürk ilkeleri olmuştur. Biz bunun bilincindeyiz ve bu bilincin Türkiye’yi çağdaş dünyaya taşıdığına inanıyoruz.”

O gün Org. Yalman’ın tutumundan sezdiğim şuydu:

Açıklamada hedef, kamuoyuna mesaj vermek olduğu kadar aynı zamanda askeri rahatlatmaya dönüktü. İçe-dışa bir bakıma şunu demek istiyordu:

“Bizim hassasiyetimiz açısından değişen bir şey yok.”



GÜNDEM

MUSTAFA BALBAY

Meclis’ten Beklenen...


TBMM’nin 22. dönemi bugün başlıyor... Arşive baktık, 30 Nisan 1999’da 21. dönemi, “Meclis Açılırken” başlığıyla işlemiş, beklentilerimizi aktarmışız...

Çoğu gerçekleşmemiş...

Biz yine de beklentimize eklentiler yapıp Meclis’ten umudu kesmeyelim...

Önceki dönemlerden pek çok bakımdan daha farklı bir Meclis tablosu ile tanıştık. TBMM her dönemde geleneksel olarak yüzde 60-70 oranında yenilenir. Bu kez yenilenme yüzde 90’ı buldu. Geçen dönem CHP, Meclis dışında kalmıştı. 1999’da Meclis’e gelebilecek olanların önemli bir bölümü 2002’de geldi. CHP saflarının yarıya yakınının eski milletvekili olduğunu vurgulayalım.

Her dönem Meclis’e giren partinin sayısı dönem sonunda ikiye katlandı. Bu, ya bölünmelerle ya da yeni oluşumlarla gündeme geldi. Görünen o ki, bu kez de benzer gelişmeler yaşanacak!

AKP ve CHP’de genel merkezin güçlü olduğu bir yapı var. Erdoğan ve Baykal, listelerinin yapımında birinci derecede rol oynadılar. Ancak genel merkez ağırlıklı yapı zamanla Meclis ağırlıklı hale gelir ve vekiller arasında farklı düşünmeler başlar!

Seçimler öncesinde yarışa katılan partilerin sıralaması şöyle öngörülüyordu:

AKP, CHP, DYP, MHP...

Sıralama aynen böyle oldu ama, son iki partinin barajı geçememesi yüzde 65-70 oranında AKP’nin, yüzde 30-35 oranında CHP’nin daha fazla milletvekili çıkarmasını sağladı. Seçilemeyecek sıralarda olduğunu düşünenler de Meclis’e girdi. Durum, bir ölçüde geçen dönemin MHP’sini anımsatıyor.

İlk izlenimlerimiz AKP ile CHP arasındaki iktidar-muhalefet dengesinin sık sık gerginleşeceği yönünde. Dileğimiz elbette bu değil ama, her iki partinin mayası sürekli uyuma uygun değil!

Mademki, büyük ölçüde yenilendi, çiçeği burnunda vekillere anımsatalım. Geleneksel olarak, vekiller iki konuda çok hızlı el kaldırır:

Tatile girerken ve maaşlar artarken!

Dileyelim, bu gelenek sürmesin...

Dokunulmazlık...

Yukarıda sıraladığımız nedenlerle, özellikle AKP’nin Meclis’teki yapısı henüz kamuoyuna yansımadı. Şu aşamada ünlü vekillerin başında Fadıl Akgündüz geliyor. Her dönemin fotoğrafını veren bir vekil olur. O kişinin durumu Meclis’in portresini oluşturur.

Fadıl Bey’in de böyle bir özelliği var. Ancak bütün gözleri Akgündüz’ün üzerine çevirip öteki dosyaları komisyon altı etmek de doğru değil...

Dosya ve komisyon dedik de, dokunulmazlık konusu 22. dönemde öncekilere oranla daha fazla konuşulacak. Bizce de kürsü dokunulmazlığı dışında, vekillerin ayrıcalıkla donatılmaması gerekli. Ancak, yargı bağımsızlığı tam olarak sağlanmadan bu yola gidilirse, dokunulmazlığı kaldırmanın pratik bir yararı olmaz.

Nasıl olsa bundan çok söz edeceğiz, şimdilik bunu anımsatmakla yetinelim...

Bu dönemin bir başka sihirli sözcüğü ise şu olacak:

Milli irade!

Erdoğan, atacağı her adımın başında şunu söyleyecek:

“Milli irade bizim elimizde, size ne oluyor? Bunu kimseyle paylaşmayız... İstediğimizi yaparız...”

Bunu şimdiden söylemeye başladı bile... Erdoğan’ın demokrasi anlayışını ortaya koyan tümcelerden biri. Durumun özeti şu:

Yüzde 79’un yüzde 34’üyle Meclis’in yüzde 66’sına hâkim olup yetkinin yüzde 100’ünü kullanmak!

Seçimlerden önce de vurgulamıştık; hükümet, devlet organlarıyla uyum içinde topluma hizmet etme yeridir. Devlete ve topluma hükmetme yeri değildir. Erdoğan dış politikadaki davranışlarıyla olaya böyle bakmadığını gösterdi. Şimdi gözler Meclis’te. Aynı mantık sürerse Meclis de yasama yeri değil, yaslanma yeri olur, Erdoğan’ı onaylama makamı haline gelir...

22. dönem başlarken Kurtuluş Savaşı’nın en ateşli günlerinde bile işlevini yitirmeyen Meclis’in, salt parti politikalarının yasalaştırıldığı değil, ülke sorunlarının çözüldüğü yer olmasını dileyelim...

(15.11.2002, Cumhuriyet)

Yorum Gönder

[blogger][facebook][disqus]

Kemalın Askeri

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget