Geçen hafta uluslararası medyanın ekonomi yazarları arasındaki tartışmalar ve kimi ilginç gelişmeler sanırım iki olguya işaret ediyordu.
Birincisi: Yaklaşık beş yıldır bir mali krizden bir türlü çıkamayan dünya ekonomisinde koşullar yeniden bozulmaya başlıyor. İkincisi: Bu, dünya ekonomisinin yönetiminden sorumlu olanların “artık yönetemediklerini” gösteriyor. Bu koşullarda, İspanya’dan Yunanistan’a, Arap dünyasına uzanan kitle hareketleri, liberal demokrasiye karşı “gerçek demokrasi” talepleri, “yönetilenlerin de artık eskisi gibi yönetilmek istemediklerini” gösteriyor.
‘Toparlanma’ yavaşlıyor
Dünya ekonomisinin, ABD, Avrupa, Japonya, Çin gibi en büyük parçalarının son verileri, genel bir yavaşlamaya işaret ediyor.
ABD ekonomisi yılın ilk üç aylık döneminde yüzde 1.8 oranında büyümüştü. “High Frequency Economics” uzmanları ikinci üç aylık dönemde büyüme hızının yüzde 4 düzeyine ulaşmasını bekliyorlardı. Şimdi beklentilerini yüzde 2.8’e çekmişler. Geçen hafta açıklanan veriler işsizlik tazminatına başvuranların sayısında yine bir artış olduğunu gösteriyordu (New York Times). ABD’de nisan ayında dayanıklı tüketim mallarına olan talepte görülen yüzde 3.6’lık gerileme de (The Economist) bu beklentiyi destekliyordu.
Avrupa’nın durumu malum; bir taraftan Merkez Bankası’nın ve Almanya’nın dayattığı kemer sıkma politikaları, diğer taraftan yüksek borçlanma faizleri ekonomik toparlanmaya izin vermiyordu. Markit ve HSBC’nin bir öncü gösterge olarak kullandıkları “Avro Bölgesi Satın Alma Müdürleri Anketi”nin son bulguları endeksin, nisanda 57.8 düzeyinden, mayıs ayında, sert bir biçimde 55.4’e gerilediğini gösteriyor (The Economist). Ancak, The Economist’e göre piyasalarda en büyük etkiyi, Çin imalat sanayisi için oluşturulan benzer bir göstergenin, mayıs ayında 51.1’le uzun dönemli ortalama olan 52.3’ün belirgin bir biçimde altına inmiş olmasıydı.
Bunlara Japonya’da ekonominin yeniden resesyona girmiş, tüketici fiyat endeksinin nisan ayında yüzde -4.8 gerilemiş olmasını ekleyince ortaya çıkan görüntünün piyasaları olumsuz etkilemesi de kaçınılmazdı. Gelişmiş ekonomilerin borsalarının endeksi MSCI mayıs ayında yüzde 4.2 değer kaybetmiş (Washington Post). Bir Associated Press yorumunda da Dow Jones’un bu ay yüzde 3.5 Asya borsalarının da genelde yüzde 3 dolayında değer kaybettiklerine dikkat çekiliyordu.
Geçen hafta UBS AG ve IHS Global Insight’ın, dünya ekonomisine ilişkin 2011 büyüme öngörülerini, sırasıyla 3.9 ve 3.8’den 3.6 ve 3.5’e çektiklerini okuduk.
Ya ABD iflas ederse?
Avrupa’daki bir türlü aşılamayan borç krizine ilişkin tartışmalara geçen hafta çok daha korkutucu bir ekleme yapıldı: ABD’de Federal hükümetin borçlarını zamanında servis edemeyerek temerrüde düşme olasılığının giderek artıyor olmasından, bunun gerçekleşmesi halinde küresel mali piyasalarda bir paniğe yol açmasından korkuluyor.
ABD ekonomisi günde yaklaşık olarak 6 miyar dolar açık üreterek yoluna, 14.294 trilyon dolarlık borç sınırına çarpmak üzere, hızla devam ediyor. Bazı “kötümser” yorumculara göre, FED’in mali piyasaları desteklemek için yarattığı parasal genişleme 30 Haziran’da bitince ya ABD temerrüde düşecek ya da FED yeni bir parasal genişlemeyle muazzam bir enflasyon dalgasını harekete geçirecek.
Panik tüccarları bir yana, Wall Street Journal’ın emektar analistlerinden Peggy Noonan da bu konuya geçen haftaki yazısında “On yılın sözcüğü: Sürdürülemez” başlığıyla eğiliyor, “Washington nihayet borç krizini kabul etti. Ama önlem alabilecek mi” diye sorarak devam ediyordu. Ancak Noonan’ın “Bizi bu belanın içine sokanlarla, şimdi bizi bu beladan çıkaracağını iddia edenler aynı siyasetçiler. Kim onların sözünü, niye ciddiye alsın ki” saptaması, bu konuda pek de umutlu olmadığını gösteriyordu. Aslında galiba artık ABD’nin temerrüde düşmesinin engellenemeyeceğine inanılıyor. Öyleyse durumu idare etmenin yollarını aramak, panik önlemeye yönelik bir söylem üretmek gerekiyor.
Wall Street Journal’da “The Armageddon Lobby” (Temerrüt olunca felaket olacak diyenler) başlıklı yorum, bu temerrüde düşme durumunun aslında “teknik bir iflas” (yalnızca geçici bir aksama) olacağını, etkilerini abartmamak gerektiğini, bono piyasalarının bu durumu anlayarak paniklemeyeceğini savunuyordu. Public Banking Institute’ün direktörü Ellen Brown’un The Asia Times’da aktardığına göre, WSJ’nin yorumuyla ilgili olarak, Suudi Prensi El Valit bin Talat CNBC’ye, 20 Mayıs’ta verdiği bir demeçte “Bu bir kumardır. Siz dünya liderisiniz bununla kumar oynayamazsınız” diyormuş.
Ellen Brown, bir temerrüde düşme durumunda “yalnızca hükümet felç olmakla kalmaz, borçlanma faizleri tavana çarpar, bono fiyatları yere çakılır. Bu bonoları karşılık olarak tutan bankaların portföyleri çöker, bankalar piyasasında likidite yine kurur” diyor ve ekliyor “ABD, hemen ‘AAA’ kredi notunu kaybeder”. Brown, 1931’de İngiltere’nin sterlin karşılığında altın veremeyecek duruma düşmesiyle tetiklenen, tarihin en büyük depresyonuyla, bugün ABD’nin temerrüde düşmesiyle tetiklenmesi olası süreç arasından bir paralellik de kuruyor.
Bu madalyonun öbür yüzü
Dünya ekonomisinde “toparlanma” yavaşlıyorsa, gündemde ABD ekonomisinde ya temerrüde düşme ya da yeni bir likidite genişlemesi olasılığı varsa; bu madalyonun öbür yüzünde işsizlikte de, yoksullaşmada da sıçrama yaratacak yeni bir toplumsal yıkım dalgası var demektir.
Mali sermayenin emtia piyasalarında enerji ve temel besin maddelerinin fiyatlarına yukarı doğru güçlü bir basınç yaratarak çalışanların yoksullaşma sürecini hızlandırdığı da bir gerçek.
Ama, dünya ekonomisini yönetme iddiasında olanlar ekonomik krize, yoksullaşmaya, işsizliğe bir çare üretmeye gelince, tam anlamıyla bir siyasi ve entelektüel iflas sergiliyorlar.
Sağlık, eğitim, işsizlik ödeneği gibi sosyal harcamalara kaynak bulunamazken, “Wall Street Journal S&P 500” endeksindeki firmaların, 960 milyar dolar nakit paranın üzerinde oturduğunu aktarıyor. Yatırılacak verimli alan yokmuş!
İşte bu tür saçmalıklardan dolayı Avrupa ve Arap dünyasında meydanları dolduranlar (dünya proletaryası), giderek daha belirgin bir sesle, liberal demokrasiye alternatif, bir “gerçek demokrasi”, buna uygun ekonomi, kaynak yönetimi talep ediyor. BM yeni “ekmek ayaklanmaları” olabilir derken gazeteler artık bu talepleri sayfalarına daha çok taşıyor. İnanılacak gibi değil ama The Guardian, işçilerin fabrikaları kendileri yönettikleri takdirde, daha önce patrona verilen kaynakları, bu kez vergi olarak devlete ya da yerel gelişme projelerine aktararak çok daha akılcı, topluma katkı yapıcı bir biçimde değerlendirebileceklerini savunan geniş kapsamlı bir makaleye sayfalarında yer verebiliyor (R.Wol, 27 Mayıs).
Besbelli ki dünyada artık yeni rüzgârlar esiyor...
Yorum Gönder