Oysa en azından rakip partilerin de “MİLLİ İRADEYİ YANSITTIĞINI, O MİLLİ İRADENİN TEK BİR PARTİYE OY VERMEDİĞİNİ” bilmeleri ve birbirlerine karşı hakarette bir sınırları olmalı değil mi?
HAKARETLER YOĞUNLAŞTI!
Başbakan Erdoğan, belki de “liderlerin TV’de tartışmaları için yapılan çağrıları etkisiz kılmak, bunu daha da imkansız hale getirmek için” olmalı Kemal Kılıçdaroğlu’na hakaretleri yoğunlaştırdı. Bunu yalnız da yapmıyor, Arınç, Bağış veya partisinden kim konuşsa onun bıraktığı yerden hakarete devam ediyorlar.
Son konuşmasında Kılıçdaroğlu için “vitrin süsüdür, sanaldır, vitrinin arkasında çeteciler, akıl hocaları tarafından yönlendirilen bir figürdür. BDP’nin bile parmağında oynattığı bir kukladan ibarettir” demiş. Birkaç gün önce Egemen Bağış’ın benzer sözleri de bunları aratmıyordu, oysa bu iddiaları söylerken halka “hangi kanıtlara dayanarak konuştuğunu” açıklaması zorunludur (tüm liderler için geçerli ama bazıları kurala uyuyor ve ‘somut örnekler göstererek, açıklayarak’ konuşuyor).
NEDEN BDP?
Mesela vatandaş; “Allah Allah, benim dinlediğim, izlediğim kadarıyla hiç de sanal görünmüyor, vitrin süsüne de hiç benzemiyor. Kanlı canlı, inandırıcı konuşan bir lider. Üstelik çeteyle veya BDP ile ne ilişkisi var? Suçu bile söylenmeden hapislerde çürütülen gazeteciyi veya doktoru aday göstermek mi çete ilişkisi? Öte yanda açılımı BDP ile beraber Kılıçdaroğlu mu yaptı, Öcalan’la anlaşmaları, Habur olaylarını vs hükümet yerine kendisi mi yaptı, ne iş? Acaba Başbakan’ın bir başka bildiği mi var, varsa neden anlatmıyor ve böyle üstü örtülü konuşuyor” dediğinde cevabın da hazır olması lazım.
Özellikle bu“BDP ile CHP ve (o da yetmiyor) MHP arasında bir ilişki varmış gibi” gösterilmeye çalışılması, referandum öncesinden başlayarak “gerçek ilişkinin tam tersine çevirme” çabaları gerçekten dürüst siyasetten çok uzak. Ancak halk “açılım”dan başlayarak olanları, muhalefet partilerinin “silah bırakmamış terör örgütü ile hükümetin anlaşma sürecine” karşı çıktıklarını hatırlarsa bu iddianın iç yüzünü anlar.
KİM DEMİŞTİ?
Başbakan Erdoğan yaptığı konuşmada bir de yeniden, ilk iktidar dönemlerinde çok kullandıkları “zenci-beyaz” benzetmelerine dönmüş.
“Bize ‘haddinizi bilin, geride durun’ dediler. Siz kapıcısınız, odacısınız dediler” diyor. Peki bundan önceki Meclislerin milletvekilleri nereden çıktılar? Demirel, Ecevit, Türkeş ve onların milletvekilleri, Menderes dönemi nereden geldi, Bahçeli, Kılıçdaroğlu nereden? Halkın içinden, köyden kasabadan değil mi? Onları seçen halk da uzaydan mı geldi, kim kime “geri durun” dedi?
ARTIK BAŞKALARI ZENCi!
“Kapıcı, odacı” muhabbeti de böylesine zengin hayatlar yaşayan siyasetçilerin ağzında iğreti duruyor doğrusu, istemedikleri kesimlere her sıkıntının reva görüldüğü “10 yıllık iktidardan sonra” bugünün zencileri, mağdurları onlar değil artık..
Bir de “dışlamak, ötekileştirmek” konusu var.. Başbakan “hiç yapmadıklarını” söylüyor. Mesela “medya”da iktidarın istedikleri yerine bağımsız yazmayı, konuşmayı tercih eden gazete ve gazeteciler, “yargı”da aynı şekilde “siyasi baskı altına girmeyi reddedenler”, aynı şekilde (en ufak tepkide) sivil toplum kuruluşları, rektörler, işçiler, öğrenciler, ne oldu onlara?
Belki de Başbakan “ötekileştirmek” kelimesinin hafif kalacağını düşünüyordur.
‘Bana dokunmayan yılan’..
TÜSİAD Başkanı Ümit Boyner, Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın “Boyner ve onun gibi düşünenler iktidara gelirse porno sitelerine izin verirler” sözüne ikinci cevabı bir toplantı için bulunduğu Barcelona’dan vermiş.
“İş alanında kadın-erkek ayırımı yapmamasına rağmen bütün kadınlara ayıp edildiğini” söyledikten sonra çok önemli bir açıklama yapmış. “Hayatımız sanki ‘en çok mağaza açarak büyüme’ üzerine kurulmuş. Ama gözümüzü ‘sadece ekonomik büyümeye’ dikemeyiz. Türkiye’de artık iki konunun değişmesi lazım, birincisi ‘bana dokunmayan yılan bin yaşasın’ atasözünü hafızalardan silmeliyiz, ikincisi ‘sorunları halı altına süpürmek’ten vazgeçmeliyiz. İlerde çocuklarımız ‘Cumhuriyet tarihinin en yakıcı günlerini geçirirken siz ne yaptınız’ diye sorduğunda onlara ‘bizler daha çok mağaza açmak için çalışıyorduk’ mu diyeceğiz”..
EĞİLELİM ARKADAŞLAR!
Bu konuşmada kilit söz “çocuklarımız sorduğunda verilecek cevap”tır. Zira; para kazanmaktan daha önemli olan şey ‘kazanılan paranın mutlu, özgür bir ülkede harcanıp harcanmayacağı”dır. Ümit Boyner “iş dünyasının uzun zamandır yapmakta olduğu” bir hatayı, “aman ekonomimiz bozulmasın, hatta artabildiği kadar artsın bize yeter, yoksa Maliye bizim de kapımıza dayanır, iş de alamayız, rüzgara karşı boynumuzu eğebildiğimiz kadar eğelim, ülkedeki diğer gelişmeleri görmeyelim” şeklindeki yaygın anlayışı sorumluluk ve cesaretle dile getirmiş. Üstelik hala aynı anlayışta çok kişi bulunmasına rağmen.
Biraz geç oldu ama yine de hiç olmamasından iyidir!
Yorum Gönder