Yarış! - Cüneyt Arcayürek
İki parti arasında kıyasıya kavga yeni bir içerik kazandı.
Bu kez, vaat yarışını aştı.
RTE’nin, Kılıçdaroğlu’na meydan okuma niteliğindeki önerisi:
12 Haziran’da tek başına iktidara gelemezsem genel başkanlıktan istifa edeceğim. Sen istifa eder misin?
Ertesi günü Kılıçdaroğlu’ndan RTE’ye:
12 Haziran’da oylarım yükselmezse ben istifa edeceğim. Ya sen? Oyların düşerse istifa edecek misin?
Bu kapışma özde iki liderin olası seçim sonuçlarını yansıtıyor.
RTE, seçimden yine AKP’nin birinci, CHP’nin ikinci parti çıkacağına…
… Kılıçdaroğlu ise, CHP oyları yükselirken AKP oylarının düşeceğine inanıyor.
***
Geçmişten bugüne gelelim:
Türkiye’de bugüne dek genel seçimleri yitiren bir liderin parti genel başkanlığını bıraktığına tanık olmadık.
Devir değişti. Batı ülkelerinde olduğu gibi bizde de seçim yitiren parti genel başkanları istifa edeceklerdir, diyebilirsiniz.
Siz, siz olun; ülkemize ileri demokrasi geldi diye Batılı kimi kuralların bizde de uygulanacağı gibi düşsel olasılıklara kapılmayın.
1950’den beri; yandan çarklı demokrasimizin gözde liderleri seçimde partisinin aldığı sonucu önce yönetim kurullarında tartışır...
... sonra basın toplantısı yapar...
… seçimlerde yaptıklarını ve yapacaklarını halka yeterince anlatamadıkları, halkın aksayan yanlarını gördüğü için bekledikleri sonucu alamadıklarını söyler ve... istifa etmezdi!
Eski tas eski hamam. Ne hamam ne de tellaklar değişir!
***
Eski tellaklar arasında; hızını alamayıp, Kızılırmak’ın yatağını genişletip Ankara’yı Karadeniz’e bağlayacaklarını ilan ediverenlere de rastlanırdı.
Bu denli yükseklerde uçan palavraya “o dediğin herhalde şakaydı” desen de para etmezdi.
O günden bugüne ne değişti: Ha Karadeniz’i Ankara’ya getirmek, ha İstanbul’a kanal inşa etmek!
Karşı çıkarsan kanal projesine; “Ne yani? Benim milletim Panama, Süveyş kanallarını yapandan daha mı geri” diye, üstelik bir de milliyetçilik dersi alırsınız!
Bu arada bir başka çılgın projeyi bir başka seçime sakladıklarını öne süren söylentileri, bu kadarı da olmaz diye çöp sepetine atmayın.
Nedir gizlenen proje? Sapanca Gölü’nü Marmara’ya bağlayacak bir kanal!
***
Dün; geçmiş yıllarda Avrupa’ya gidip gelene “Nasıl oraları?” diye sorarsanız; “Aramızda en az iki yüz yıl mesafe var” yanıtını alırdınız. Ülke severliğiniz tutar da “Peki, yetişemez miyiz?” diyecek olursanız, çoğu kez şöyle bir konuşma geçerdi aranızda:
“Yetişiriz, ama bir koşulla.”
“Nedir o koşul?”
“Onlar ilerlemeye devam etmezse!”
Bugün? Dinleyin RTE’yi.
Artık biz Avrupa’yı yakalamaya değil, tersine artık Avrupa bize yetişmeye çalışıyor.
Uygarlık alanında öyle ilerledik ki, kimi öyküler çook gerilerde, geçmişte kaldı. Örneğin coşan bir konuşmacı “Şu kadar yılda Avrupa’yı on yüzyıl geride bıraktık” diye bağırınca ünlü şair Yahya Kemal esefle dizine vurmuş ve “Yahu, şu Avrupa ile bir türlü beraber olamadık… Ya geride kalıyor, ya da geçiyoruz” demiş.
Yaptıklarım yapacaklarımızın teminatıdır diyor ya RTE; fıkradaki gibi, adam “Öyle bir atım var ki, başı doğuda, kuyruğu batıda” deyince; dinleyenlerden biri, “Hoca, ata yürüyecek yer bırakmadın” diye seslenmiş, o hesap:
Başbakan, İstanbul’u, Ankara’yı (sıra İzmir’de) yepyeni, görkemli bir çehreye kavuşturacağını ilan ediyor.
Ceketinin eteğinden çekip, biraz dur, az nefes al. Fren yap diyene de rastlanmıyor.
Oysa Başbakan’ın akıllara aykırı gelen kalkınma düşleri eksik diyorum.
İstanbul’a, Ankara’ya büyük mü büyük yeni adalet sarayları inşa edeceğini söylüyor.
Fakattt, daha büyük, şöyle onar, on beşer bin kişiyi konuk edeceği cezaevleri yok çılgın projeler arasında.
Diyelim ki Başbakan, bu vaadini sonraya sakladı. Peki, ama bu konuyu yazan, eleştiren neden yok?.. Soru bir fıkra anımsattı. Bilmem bugünlere uygun düşer mi:
“İstiklal Mahkemesi’nden yeni kurtulan gazeteci Velid Ebüzziya arkadaşlarına öğüt veriyordu: ‘Aman çocuklar, fincancı katırlarını ürkütmeyiniz’.
Akbaba mizah dergisinin sahibi Yusuf Ziya Ortaç, umutsuz bir bakışla kaşlarını kaldırdı: ‘İmkânsız!’ dedi. ‘Neden?’ diye sordular, yanıtladı:
‘O kadar çok katır var ki!’”
Yorum Gönder