İddiam şu: Osmanlı Devleti zamanında; İstanbul'daki meyhane sayısı bugünkü İstanbul'daki meyhanelerden daha fazla idi...
İkinci iddiam da şu: O zaman içilen şarab bugünkülerden çok daha çeşitliydi.
Yani; İslam'ın yayıcısı, şeriatın koruyucusu gibi gösterilen Osmanlılar; şarabcıydılar. İddialarımın bir kaynağı da büyük Türk seyyahı Evliya Çelebi'dir. 17. Yüzyıl'ın bu ünlü gezgini; seyahatnamesinin ilk cildinde İstanbul anlatılıyor. Esnafı tanıtırken de "meyhaneciyan" dediği meyhaneciler hakkında bilgi veriyor. Evliya Çelebi; tahmini nüfusunun 600-700 bin olduğunu sandığım İstanbul'da o zaman tam 1060 meyhane bulunduğunu yazıyor. Bunu günümüz İstanbul'unun nüfusuyla orantılayın. Karşımıza en az 20 bin meyhane çıkar.
Peki İslam dini şarabı yasaklamadı mı? Bu yasağı Evliye Çelebi de kitabında Maide Suresi'nin 90. ayetini aktararak dile getiriyor.
Getiriyor amma şaraba da ses edilmediğini yazıyor. Peki neden?
İÇKİ VERGİSİ
Cevabını da veriyor Evliya Çelebi: "Al-i Osman'ın (Osmanoğulları'nın) ihtişamı o kadar yüksek ki masrafları da çok fazla oluyor ve Allah'ın emri üzere şarabı yasaklamıyor ve ondan para topluyor. Bu geliri toplayan emanet de devletin büyük emanetlerinden birisidir." (bak: Cilt I, s. 355)
Görüldüğü üzere, Osmanlı sultanları Allah'ın şarabı yasak ettiğini biliyor amma şarab ve rakıdan yüksek miktarda gelir elde ettiği için Kuran'da yazılı olan o yasağı dikkate almıyor.
Zaten Türk milleti en eskiden beri şarab içmiş ve bunu da kutsallaştırmıştır. Orta Asya'da pirinç rakısı, mısır rakısı gibi içkiler de kullanılmıştır. Tabii kımız da bir esrüklik (sarhoşluk) içkisi olarak çok bol tüketilmiştir. Ve hakan (kagan) otağlarında törenle içilen şarab yahud kımıza da "dolu" denilmiştir.
Osmanlı Devleti'nin temeli de dolu içilerek atılmıştır. Beyler, dolularını Otman Bey'e karşı uzatıp ona baş eğdiklerini söylemişler ve endisini bey bildiklerini kabul etmişlerdir. Sonra da o "Ateş Adam"ı (Od-man) bir keçe üzerine koyup yedi kere havaya atarak beyliğini perçinlemişlerdir.
(Haydi bu bilginin nerede yazılı olduğunu da siz araştırın.)
ŞARAB ÇEŞİTLERİNE BAKIN
Peki hangi şarablar içiliyormuş bundan 380 sene kadar önce İstanbul'da? Sadece isimlerini verelim:
Vişne şarabı (Satan dükkân 60, çalışan sayısı 500) Nar şarabı/Hurma şarabı (Vay dinsizler, mübarek hurmadan bile şarab çıkarmışlar!) Dut şarabı./Karpuz şarabı/ Köknar şarabı/ Avşıla şarabı/ İpsime şarabı/ Islama şarabı/ Mavuza şarabı./ Bedevine şarabı/ Misket şarabı/ Fışfış şarabı./ Nardenk şarabı/ Bozon şarabı/ Hümül şarabı...
Günümüzün rakısına o zamanlar arak deniliyordu. Ve bu içki de yapıldığı bitkiye göre ayrı ayrı dükkanlarda satılıyordu. Buyurun onları:
Gülefser arakı/ Horilka arakı/ Firna arakı/ Sudina arakı/ Poloniyye arakı/ Hardaliye arakı/ İmamiyye arakı/ Balısıca arakı/ Ohlamur arakı/ Anison arakı/ Darçın arakı/ Saman arakı/ Karanfil arakı/ Şuşnar arakı/ Halil arakı.
Görüyorsunuz ki mümin İstanbul'da satılan rakı çeşidi; şimdiki İstanbul'daki rakı çeşidinden çok çok fazladır.
Rum, Yahudi kesiminden çıkan meyhaneciler; devletin düzenlediği esnaf törenlerinde de yer alırlardı. Bunların kullandığı parlak oğlanlar; geçit törenide; halka şarap yerine şerbet dağıtırdı ki bu da bir dolaylı içki reklamı idi.
AYAKLI MEYHANE
İslam âleminin başkenti İstanbul'da şarab ve arak kullanımı o kadar yaygındır ki bu işi sadece dükkanlarda yapmazlar. Bir de piyade meyhane konumundaki "ayaklı meyhane"ler vardır. Piyade meyhane veya ayaklı meyhane; dolaşarak içki satan kişilere verilen addır. Bunlar; bol ve uzun cüppelerinin altına; temizledikleri koyun bağırsaklarını kumaşla dikerler, bunun içini de rakı ile doldururlar; ağzına da bir tıpa geçirirler. Ayaklı meyhaneler kalabalık yerlerde dolaşırlar; kıyafetlerinden de anlaşılırlardı. Canı rakı isteyen İstanbullu ayaklı meynaye işaret eder; o da bir kuytuya çekilerek, cebinde taşıdığı kalplu bardağı çıkartır; rakıyı kor; müşteriye uzatırdı.
Acaba kaç ayaklı meyhane varmış o zamanlar hiç tahmin ettiniz mi?
Hadi yine Evliya Çelebi pirimizden öğrenelim: tam 800 kişi bu işten ekmek yiyormuş.
Afiyet olsun kardeşim.
ŞERBETHANE
Meyhane'ye daha sonraları şerbethane adı veriliyor. İçeride büyük fıçılarda rakılar ve şarablar bulunuyor. Mevsimine göre her türlü meze de sunuluyor. Elbette ki çalgıcılar; köçekler de müşterilerin emrindedir. Sadece içki değil, nargile ve daha çok çubuk denilen tütün de içiliyor. Ve; beyzadeler macun da alıyorlar. Yani afyon çekiyorlar.
Lakin; daha 15. Yüzyılın ilk çeyreğinden itibaren Osmanoğulları şarabı kullanmayı serbest bırakmışlar; bunun için bir emanet oluşturmuşlardır. Bu emanet aracılığıyla toplanan paralar da Osmanlı hanedanının yüksek giderlerini karşılamada kullanılmıştır.
Uzmanları bilir ki Padişah 3. Selim'in başlattığı Nizam-ı Cedid hareketinin mali kaynaklarından birisi de rakı ve şaraba getirilen yüksek ek vergi olmuştur. Bu zecriye vergisi da daha sonra patlayacak olan ayaklanmanın sebeblerinden sayılmaktadır.
ÇAKIR GETÜRÜN
Osmanlı Padişahı 4. Murad, meyhaneleri, bozahaneleri ve kahvehaneleri yasaklamıştı. Onun devrinde yaşayan Evliye Çelebi; bu zalim padişahın nice yüz bin insanı katlettirdiğini yazıyor. Yüz binlerce olmasa da binlerce insanı sorgusuz sualsiz öldürten bir padişah idi o.
Peki kendisi ne yapıyordu?
Evliye Çelebi; 4. Murad'ın huzuruna kabul edildiğinde anlattıkları ile sultanı şenlendirir. Padişah Murad; hemen emir verir:
-Çakır getürün.
Çeşnicibaşı, sofracıbaşı, sakabaşı koşturur; çakır getirilir. Bu çakır; Evliye Çelebi'nin yazdığı gibi şarab dolu kadehtir. Şarap içiyorlar diye nice bin kelleler kestiren 4. Murad; o şarap kadehini mideye indirir (çakır- keyf olur) ve sohbete devam eder.
Burada, huzurda oynatılan köçekleri; hatta âşık olunan Yahudi oğlanı da yazmayorum. Merak eden var ise onu da yazarım.
Son sözümüz şimdilik şu olsun:
O Osmanlılar; bugünkü kendisini Osmanlıcı sananların bildikleri veya arzu ettikleri gibi kısır biçimde ve zahitçe yaşamadılar. Kim demişti şu sözü: "Halkın dini ile onu yöneten padişahların dini hiçbir zaman aynı olmamıştır."
Hoca Saadeddin Efendi miydi acaba?
Haydi bunu da bir araştırın bakalım.
Yorum Gönder