Tahrir (Kurtuluş) Meydanı göstericileri, milyonlar adına bölgenin kaderini değiştirecek tarihi yazıyorlar. (El Düstur, 2 Şubat)
Kahire’de ölüm ve yaralanmalarla sonuçlanan iktidar yanlısı provokatörlerin 2 Şubat tarihli saldırısı, ülkede iç çatışma ihtimalini arttırdı. O güne kadar “Mübarek gitsin” diye slogan atan göstericiler, bu kez “Cellat Mübarek, tutuklanıp yargılanmalı” talebini yükselttiler.
Arap halkları, öncelikle Mübarek’in gitmesini; ardından isyan fırtınasının hangi ülkede kopacağını bekliyor. Ortadoğu’nun kaderi Kahire’de belirlenecek. (Abdülbari Atwan, El Quds El Arabi, 1 Ocak 2011)
Diken üstündeki Suudi Arabistan Kralı Abdullah, şöyle diyor: “Hiçbir Müslüman, bir Arap-İslam ülkesi olan Mısır’ın güvenlik ve istikrarıyla oynayamaz. ABD Başkanı Obama’yı şu noktada uyarıyor: Mısır’ın istikrarı, güvenliği ve selameti asla pazarlık konusu olamaz. Mısır’ın kaderi ile kazanımları, Arap ve İslam dünyasınınkiyle ortaktır.” (El Şark El Awsat, 30-31 Ocak 2011)
Suudi hanedanında Şiilere, liberallere ve kadınlara yönelik şiddetli baskılar zaman zaman yerel protesto ve kıpırdanmalara yol açsa da petro-dolara dayanan muazzam servet, hemen tüm Körfez ülkelerinin güvencesi gibi gözüküyor.
Doha’daki Brookings Merkezi yöneticisi Şeyh Salman, isyan krizinin bu bölgeye uzanamayacağını ileri sürüyor. Dubai’deki yabancı bir güvenlik uzmanına göre; petro-dolar prenslikleri, Ürdün ve Cezayir’e oranla daha fazla bağışıklığa sahiptir. Kuveyt gazetesi El Vatan, siyasi faaliyet ve serbestliğin görece daha fazla olduğu ülkesinde halk hareketlerinin gençler tarafından hem hoş karşılandığını hem de tehdit olarak görüldüğünü yazıyor. Zira Körfez gençliği, Tunus ve Mısır’daki olayların özünü henüz kavrayabilmiş değiller. Buna karşılık Suudi gençleri, devrik Tunus lideri Bin Ali’ye iltica hakkının verilmesinden memnun olmadılar. Kral ailesine yakınlığıyla bilinen gazeteci Cemal Kaşıkçı ile ülke basını da aynı duygularını dillendirdiler. (El Sefir, 3 Şubat 2011)
33 yıldır ülkeyi yöneten Yemen Başkanı Ali Abdullah Salih, yaşam boyu makamında kalmaya gayret etti. Son gelişmelerden etkilenen Yemenli muhalifler, hükümeti dört koldan kuşattılar. 3 Şubat’ta düzenlenen büyük muhalif gösterisinden önce sahneye çıkıp şu sözleri verdi: Bir daha başkan olmayacağım; oğlumu başkan yapmayacağım. Sosyo-ekonomik ve politik reformları uygulayacağım. Yemen’de Şii/Zeydi Havsiler, El Kaide ve ayrılıkçı Güney Yemen Hareketi, silahlı mücadele yoluyla rejime zor anlar yaşatıyorlar. Sosyalist ve İslamcı muhalif partiler ise “tek adam” yönetimine karşı mücadele ediyorlar. Ülke, mezhepsel ve bölgesel (Güney-Kuzey) parçalanmayla karşı karşıya. Yemen lideri, yılanların başında dans ederek idare-i maslahatçılık yapıyor.
Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad’ın inkârına ve reform vaatlerine rağmen dipten kaynayan bir toplum var. Suriye Müslüman Kardeşleri, sivil itaatsizlik için çağrıda bulundu. (El Şark El Awsat, 1 Şubat 2011)
Ürdün, Kral’ın girişimiyle reform başlatılan nadir ülkelerden biri; muhalefet, özellikle Müslüman Kardeşler, düzeni değiştirmek yerine sistemde reform talep ediyorlar. (Ureyb Rentawi, El Düstur, 2 Şubat 2011)
İsrail, Ürdün’deki devrimci değişime askeri yolla müdahale edebilir.
1990’larda silahlı (FİS ve GİA gibi) İslamcı hareketlerle çatışma sonucu 100 bin kadar insanı ölen Cezayir’de Başkan Buteflika, milli diyalog başlattı. Daha önce imzalanan “Milli Uzlaşma” belgesi gereği, yaralarını sarmayı; sosyo-ekonomik sorunları çözmeyi planlayan ülkede hâlâ generaller ile siyasetçiler iç içe. Kim kime karşı, pek bilinmiyor. 40 siyasi partisi bulunmasına rağmen, iktidar asker-sivil yönetimin tekelinde. Her ikisi ekonomiyi ortaklaşa yönetiyorlar, fakat üst düzey askeri-sivil bürokraside yolsuzluk ve rüşvet çok yaygın.
Eski Başbakan Ahmed Bin Bitur, Arap ülkelerinde yaşananlar ışığında, “acil ama sessiz değişime gidilmesini” istedi. (El Cezire.net, 3 Şubat 2011) Muhalefet sıkıyönetimin kaldırılmasını istiyor, demokratik açılım ve sosyo-ekonomik adalet için faaliyet yürütüp protesto girişimlerinde bulunuyor. Ama yönetim taviz vermeye niyetli değil; herhangi bir sertleşme, kan dökülmesiyle sonuçlanabilir.
Geri adım atıldı
Fas’ta, birkaç yıl önce Kral öncülüğünde başlatılan açılım ve reformlar durdu; geri adımlar atıldı. Çok partili sisteme karşın son gelişmelerden etkilenen siyasi oluşumlar, demokratik mücadele yollarını denemek üzere hareketlendiler. Kral ailesinden bazı prensler, politik ve sosyo-ekonomik değişimin kaçınılmazlığına işaret ediyorlar. Moritanya yönetimi, sosyal ve siyasal reformları başlatarak işleri yoluna koydu sayılır. Ancak El Kaide uzantılarının gerçekleştirdiği silahlı eylemler, bu ülkenin ne denli kırılgan olduğunu gösterdi. (El Sefir, 3 Şubat 2011)
ABD şaşkın, İsrail panikte
Yandaş El Ehram gazetesi, değişimde ABD’nin aktif ve olumlu yanına işaret ediyor.
ABD, Mısır’ın düşmesiyle Arap-İslam dünyasında yaratacağı depremin farkında fakat gelişmeler karşısında sersemlemiştir. Çelişkili tavırlar alıyor.
“ABD’nin derdi ne Mübarek, ne Mısır’ın geleceğidir. O, Mısır ve bölgedeki çıkarlarının peşindedir. Mısır’a 30 yılda toplam 90 milyar dolar yardım sunan ABD, isyanın şaşkınlığıyla uyandı. Kimine göre bu halk hareketi, ABD’nin teşviki ve tezgâhıdır. Bu doğru olamaz; zira ABD, en stratejik müttefikinin felaketini isteyip tüm Ortadoğu’da patlamalara yol açacak kadar aptal değildir. Ayrıca iddia edilen doğru olsaydı; ABD, neden açıkça şunu diyemedi: Ey Mübarek, kalk ve git!” (Racih El Huri, El Nahar, 2 Şubat 2011)
Amerikalı siyasi yorumcu Steven Cook şunu söylüyor: “Mısır’ın yıkımı; güvenliğini ABD’ye havale etmiş Suudi Arabistan, zayıf Ürdün, küçük Körfez prenslikleri, Arap dünyasıyla irtibatı ipliğe bağlı Fas yöneticilerinin yüreğine korku salıyor. ABD, bu ülkelere sırtını dayarsa, çıkarlarından emin olamaz. Ayrıca İsrail’e düşman İslami yükseliş ile Mısır-Amerikan ilişkilerini bozacak köklü değişimler, Beyaz Saray’ı ürkütüyor.”
İsrail Başbakanı Netanyahu, “Mısır’daki değişimi anladığını” belirtti ama “Obama’nın Mübarek’ten vazgeçmesinden” yakındı. İsrail, son günlerde ABD ve AB nezdinde Mübarek lehine kulis yapmış, ancak başarılı olmamıştı.
Netanyahu, Mısır’da rejimin değişikliği ihtimalini gördüğünden, uluslararası güçleri Mısır-İsrail arasında varılmış anlaşmaları korumaya çağırdı. Olmazsa, İsrail ordusu Gazze-Mısır sınırını yeniden işgal edebilir.
İsrailli bir yetkiliye göre Mısır, “ABD’nin bölge politikalarında anahtar ülkedir. Oysa İsrail açısından büyük önemli bir eksen, bir çeşit istinat duvarıdır.”
İsrail basınının farklı bir analizine bakalım: “Mavi Marmara olayından sonra Türkiye ile stratejik ortaklık bitti. Ürdün Kralı Abdullah, hükümetimizi eleştiriyor: Netanyahu ile buluşmaktan kaçınıyor. Hariri hükümetinin düşmesi ve Hizbullah’ın siyasi yükselişi, Ortadoğu’daki ılımlılar blokunu çökertti. Mübarek giderse, Netanyahu’nun Arap müttefiki kalmaz. Yerine Ömer Süleyman geçerse, bu İsrail için çok hayırlı olur.” (Yediot Ahronot, 30 Ocak 2011)
Bölgeyle ilgili tahminlerimiz
1Tunus ve Mısır’daki halk isyanı, henüz devrim aşamasında değildir. Muhtemelen ilk aşamada sistem içi uzlaşmalar ve ileri reformlarla sonlanacaktır.
2 Muvazaa çoğulculuk ve yandaş demokrasi tezi çökmüştür. (Bilal Hasan, El Şark El Awsat, 30 Ocak 2011)
3 Mübarek rejiminin düşmesi, bölgedeki depremin tetikleyicisi olabilir; etkileri, bir ülkeden diğerine göre farklılık gösterecektir.
4 ABD, köhne rejimlere, miadını doldurmuş yöneticilere bağlı kalmayacak; işine geldiği yönetim ve şahsiyetlerle yeni işbirliği olanakları arayacaktır.
5 ABD’nin iradesi her şeyi belirlemez; değişim ve ilişkilerin boyutunu, halkların mücadele kararlığı da belirleyecektir.
6 Bu yüzden, artık tek tek politikacılar ve simge isimler yerine, ABD ayaklanma sonrası simgeleşmiş halk unsuru denen bir olguyu da göze alabilecektir.
7 Bu çerçevede, “AKP modeli” pazarlanmaya, devreye sokulmaya çalışılacaktır.
8 Demokratik açılımlar, her kesimden siyasi fikrin önünü açacaktır. Kriz sonrası boşluğa en fazla örgütlü ve hazır olan İslamcı kesimler, kazanımlardan azami ölçüde ve fırsatçı taktiklerle yararlanmayı deneyecekler. İngiliz ve Amerikan basını, yeni bir demokratik ortamdan en fazla yararlanacak gücün İslamcılar olacağı konusunda hemfikir. Bu ihtimal ise İsrail ile Batı’yı korkutmaktadır.
9 Durum ne olursa olsun, Uluslararası Stratejik İlişkiler Enstitüsü’nden (IRIS) Kerim Emile Bitar’ın deyişiyle şimdilik mutlu son beklememek gerek. (Le Nouvel Observator sitesi, 1 Şubat 2011)
Faik Bulut
Kahire’de ölüm ve yaralanmalarla sonuçlanan iktidar yanlısı provokatörlerin 2 Şubat tarihli saldırısı, ülkede iç çatışma ihtimalini arttırdı. O güne kadar “Mübarek gitsin” diye slogan atan göstericiler, bu kez “Cellat Mübarek, tutuklanıp yargılanmalı” talebini yükselttiler.
Arap halkları, öncelikle Mübarek’in gitmesini; ardından isyan fırtınasının hangi ülkede kopacağını bekliyor. Ortadoğu’nun kaderi Kahire’de belirlenecek. (Abdülbari Atwan, El Quds El Arabi, 1 Ocak 2011)
Diken üstündeki Suudi Arabistan Kralı Abdullah, şöyle diyor: “Hiçbir Müslüman, bir Arap-İslam ülkesi olan Mısır’ın güvenlik ve istikrarıyla oynayamaz. ABD Başkanı Obama’yı şu noktada uyarıyor: Mısır’ın istikrarı, güvenliği ve selameti asla pazarlık konusu olamaz. Mısır’ın kaderi ile kazanımları, Arap ve İslam dünyasınınkiyle ortaktır.” (El Şark El Awsat, 30-31 Ocak 2011)
Suudi hanedanında Şiilere, liberallere ve kadınlara yönelik şiddetli baskılar zaman zaman yerel protesto ve kıpırdanmalara yol açsa da petro-dolara dayanan muazzam servet, hemen tüm Körfez ülkelerinin güvencesi gibi gözüküyor.
Doha’daki Brookings Merkezi yöneticisi Şeyh Salman, isyan krizinin bu bölgeye uzanamayacağını ileri sürüyor. Dubai’deki yabancı bir güvenlik uzmanına göre; petro-dolar prenslikleri, Ürdün ve Cezayir’e oranla daha fazla bağışıklığa sahiptir. Kuveyt gazetesi El Vatan, siyasi faaliyet ve serbestliğin görece daha fazla olduğu ülkesinde halk hareketlerinin gençler tarafından hem hoş karşılandığını hem de tehdit olarak görüldüğünü yazıyor. Zira Körfez gençliği, Tunus ve Mısır’daki olayların özünü henüz kavrayabilmiş değiller. Buna karşılık Suudi gençleri, devrik Tunus lideri Bin Ali’ye iltica hakkının verilmesinden memnun olmadılar. Kral ailesine yakınlığıyla bilinen gazeteci Cemal Kaşıkçı ile ülke basını da aynı duygularını dillendirdiler. (El Sefir, 3 Şubat 2011)
33 yıldır ülkeyi yöneten Yemen Başkanı Ali Abdullah Salih, yaşam boyu makamında kalmaya gayret etti. Son gelişmelerden etkilenen Yemenli muhalifler, hükümeti dört koldan kuşattılar. 3 Şubat’ta düzenlenen büyük muhalif gösterisinden önce sahneye çıkıp şu sözleri verdi: Bir daha başkan olmayacağım; oğlumu başkan yapmayacağım. Sosyo-ekonomik ve politik reformları uygulayacağım. Yemen’de Şii/Zeydi Havsiler, El Kaide ve ayrılıkçı Güney Yemen Hareketi, silahlı mücadele yoluyla rejime zor anlar yaşatıyorlar. Sosyalist ve İslamcı muhalif partiler ise “tek adam” yönetimine karşı mücadele ediyorlar. Ülke, mezhepsel ve bölgesel (Güney-Kuzey) parçalanmayla karşı karşıya. Yemen lideri, yılanların başında dans ederek idare-i maslahatçılık yapıyor.
Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad’ın inkârına ve reform vaatlerine rağmen dipten kaynayan bir toplum var. Suriye Müslüman Kardeşleri, sivil itaatsizlik için çağrıda bulundu. (El Şark El Awsat, 1 Şubat 2011)
Ürdün, Kral’ın girişimiyle reform başlatılan nadir ülkelerden biri; muhalefet, özellikle Müslüman Kardeşler, düzeni değiştirmek yerine sistemde reform talep ediyorlar. (Ureyb Rentawi, El Düstur, 2 Şubat 2011)
İsrail, Ürdün’deki devrimci değişime askeri yolla müdahale edebilir.
1990’larda silahlı (FİS ve GİA gibi) İslamcı hareketlerle çatışma sonucu 100 bin kadar insanı ölen Cezayir’de Başkan Buteflika, milli diyalog başlattı. Daha önce imzalanan “Milli Uzlaşma” belgesi gereği, yaralarını sarmayı; sosyo-ekonomik sorunları çözmeyi planlayan ülkede hâlâ generaller ile siyasetçiler iç içe. Kim kime karşı, pek bilinmiyor. 40 siyasi partisi bulunmasına rağmen, iktidar asker-sivil yönetimin tekelinde. Her ikisi ekonomiyi ortaklaşa yönetiyorlar, fakat üst düzey askeri-sivil bürokraside yolsuzluk ve rüşvet çok yaygın.
Eski Başbakan Ahmed Bin Bitur, Arap ülkelerinde yaşananlar ışığında, “acil ama sessiz değişime gidilmesini” istedi. (El Cezire.net, 3 Şubat 2011) Muhalefet sıkıyönetimin kaldırılmasını istiyor, demokratik açılım ve sosyo-ekonomik adalet için faaliyet yürütüp protesto girişimlerinde bulunuyor. Ama yönetim taviz vermeye niyetli değil; herhangi bir sertleşme, kan dökülmesiyle sonuçlanabilir.
Geri adım atıldı
Fas’ta, birkaç yıl önce Kral öncülüğünde başlatılan açılım ve reformlar durdu; geri adımlar atıldı. Çok partili sisteme karşın son gelişmelerden etkilenen siyasi oluşumlar, demokratik mücadele yollarını denemek üzere hareketlendiler. Kral ailesinden bazı prensler, politik ve sosyo-ekonomik değişimin kaçınılmazlığına işaret ediyorlar. Moritanya yönetimi, sosyal ve siyasal reformları başlatarak işleri yoluna koydu sayılır. Ancak El Kaide uzantılarının gerçekleştirdiği silahlı eylemler, bu ülkenin ne denli kırılgan olduğunu gösterdi. (El Sefir, 3 Şubat 2011)
ABD şaşkın, İsrail panikte
Yandaş El Ehram gazetesi, değişimde ABD’nin aktif ve olumlu yanına işaret ediyor.
ABD, Mısır’ın düşmesiyle Arap-İslam dünyasında yaratacağı depremin farkında fakat gelişmeler karşısında sersemlemiştir. Çelişkili tavırlar alıyor.
“ABD’nin derdi ne Mübarek, ne Mısır’ın geleceğidir. O, Mısır ve bölgedeki çıkarlarının peşindedir. Mısır’a 30 yılda toplam 90 milyar dolar yardım sunan ABD, isyanın şaşkınlığıyla uyandı. Kimine göre bu halk hareketi, ABD’nin teşviki ve tezgâhıdır. Bu doğru olamaz; zira ABD, en stratejik müttefikinin felaketini isteyip tüm Ortadoğu’da patlamalara yol açacak kadar aptal değildir. Ayrıca iddia edilen doğru olsaydı; ABD, neden açıkça şunu diyemedi: Ey Mübarek, kalk ve git!” (Racih El Huri, El Nahar, 2 Şubat 2011)
Amerikalı siyasi yorumcu Steven Cook şunu söylüyor: “Mısır’ın yıkımı; güvenliğini ABD’ye havale etmiş Suudi Arabistan, zayıf Ürdün, küçük Körfez prenslikleri, Arap dünyasıyla irtibatı ipliğe bağlı Fas yöneticilerinin yüreğine korku salıyor. ABD, bu ülkelere sırtını dayarsa, çıkarlarından emin olamaz. Ayrıca İsrail’e düşman İslami yükseliş ile Mısır-Amerikan ilişkilerini bozacak köklü değişimler, Beyaz Saray’ı ürkütüyor.”
İsrail Başbakanı Netanyahu, “Mısır’daki değişimi anladığını” belirtti ama “Obama’nın Mübarek’ten vazgeçmesinden” yakındı. İsrail, son günlerde ABD ve AB nezdinde Mübarek lehine kulis yapmış, ancak başarılı olmamıştı.
Netanyahu, Mısır’da rejimin değişikliği ihtimalini gördüğünden, uluslararası güçleri Mısır-İsrail arasında varılmış anlaşmaları korumaya çağırdı. Olmazsa, İsrail ordusu Gazze-Mısır sınırını yeniden işgal edebilir.
İsrailli bir yetkiliye göre Mısır, “ABD’nin bölge politikalarında anahtar ülkedir. Oysa İsrail açısından büyük önemli bir eksen, bir çeşit istinat duvarıdır.”
İsrail basınının farklı bir analizine bakalım: “Mavi Marmara olayından sonra Türkiye ile stratejik ortaklık bitti. Ürdün Kralı Abdullah, hükümetimizi eleştiriyor: Netanyahu ile buluşmaktan kaçınıyor. Hariri hükümetinin düşmesi ve Hizbullah’ın siyasi yükselişi, Ortadoğu’daki ılımlılar blokunu çökertti. Mübarek giderse, Netanyahu’nun Arap müttefiki kalmaz. Yerine Ömer Süleyman geçerse, bu İsrail için çok hayırlı olur.” (Yediot Ahronot, 30 Ocak 2011)
Bölgeyle ilgili tahminlerimiz
1Tunus ve Mısır’daki halk isyanı, henüz devrim aşamasında değildir. Muhtemelen ilk aşamada sistem içi uzlaşmalar ve ileri reformlarla sonlanacaktır.
2 Muvazaa çoğulculuk ve yandaş demokrasi tezi çökmüştür. (Bilal Hasan, El Şark El Awsat, 30 Ocak 2011)
3 Mübarek rejiminin düşmesi, bölgedeki depremin tetikleyicisi olabilir; etkileri, bir ülkeden diğerine göre farklılık gösterecektir.
4 ABD, köhne rejimlere, miadını doldurmuş yöneticilere bağlı kalmayacak; işine geldiği yönetim ve şahsiyetlerle yeni işbirliği olanakları arayacaktır.
5 ABD’nin iradesi her şeyi belirlemez; değişim ve ilişkilerin boyutunu, halkların mücadele kararlığı da belirleyecektir.
6 Bu yüzden, artık tek tek politikacılar ve simge isimler yerine, ABD ayaklanma sonrası simgeleşmiş halk unsuru denen bir olguyu da göze alabilecektir.
7 Bu çerçevede, “AKP modeli” pazarlanmaya, devreye sokulmaya çalışılacaktır.
8 Demokratik açılımlar, her kesimden siyasi fikrin önünü açacaktır. Kriz sonrası boşluğa en fazla örgütlü ve hazır olan İslamcı kesimler, kazanımlardan azami ölçüde ve fırsatçı taktiklerle yararlanmayı deneyecekler. İngiliz ve Amerikan basını, yeni bir demokratik ortamdan en fazla yararlanacak gücün İslamcılar olacağı konusunda hemfikir. Bu ihtimal ise İsrail ile Batı’yı korkutmaktadır.
9 Durum ne olursa olsun, Uluslararası Stratejik İlişkiler Enstitüsü’nden (IRIS) Kerim Emile Bitar’ın deyişiyle şimdilik mutlu son beklememek gerek. (Le Nouvel Observator sitesi, 1 Şubat 2011)
Faik Bulut
Yorum Gönder