Kadına yönelik şiddete ilişkin artan
“farkındalık” ve “duyarlılık”tan söz ediliyor ama her yüz kadınımızdan
39’u hâlâ “eşleri tarafından dövülmeyi normal” bulabiliyor. Bu oran,
genç kızlarımızda yüzde 63’lere kadar çıkabiliyor.
2013’ün
8 Martı’nda da tüm çabalara karşın kadın-erkek eşitsizliği sürüp
gidiyor. Kadınlar doğumdan ölüme kadar ayrımcılıktan, yoksulluktan,
düşük sosyal statü ve doğurganlıklarından kaynaklanan sorunlardan zarar
görüyorlar.
Binlerce yıllık geleneksel ataerkil ideolojinin egemenliği ve son on yılın modası “muhafazakârlık”, bu olumsuzlukların ortadan kaldırılmasını engelliyor.
2013’teki genel manzaraya baktığımızda Türkiye’deki “kadınlık durumu”nun bizi karamsarlığa yönelttiğini görüyoruz.
Ülkemizin Başbakan’ı “Kadın-erkek eşitliğine inanmadığını” söylüyor.
Bir AKP milletvekili ise kadınlarımız için yaşamsal önem taşıyan
Cumhuriyet devrimlerinin ortadan kaldırılmasını, kadınları yeniden “kul” düzeyine indirgeyecek “şeriat hukuku”nun geçerli olmasını dile getirip bu konuda yasa tasarısı hazırlayabiliyor. “Muhafazakâr” iktidar, birey olduğunu bir türlü hazmedemediği için, kadını “aile” kavramı içine hapsetmeye çalışıyor. Örneğin “Kadından Sorumlu Devlet Bakanlığı”nın adı, içinde “kadın” sözcüğü olmasın diye “Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı” olarak değiştiriliyor. “Kadına Yönelik Şiddetin Önlenmesi Yasası”, “Ailenin Korunması Yasası”na dönüştürülüyor.
Kadınlar, evde, sokakta, işyerinde baskı, sömürü ve şiddete maruz kalırlarken “Atatürk Devrimleri”nin
onlara sağladığı kazanımlar birer birer ortadan kaldırılıyor. Kadın
hakları, AKP iktidarında çok ciddi tehditlerle karşı karşıya...
Anne-çocuk sağlığındaki kimi iyileşmeler, iktidarın “kürtaj”, “sezeryan” ve “aile planlaması”na ilişkin aşırı tutucu ve de bilim dışı yaklaşımı yüzünden gölgeleniyor.
Kadına
yönelik giderek artan şiddet, günde en az beş kadının çalışma,
evlenme, boşanma, giyinme, namus, töre vbg. bahanelerle öldürülmesi
sonucunu doğuruyor.
5 milyon “çocuk-gelin”imiz var. “Çocuk-anneler”in sayısı her gün artıyor.
Nüfusumuzun yüzde 10’u okur-yazar değil. Okur-yazar olmayan nüfusun yüzde 84’ünü ise kadınlar oluşturuyor. Durum böyle iken “muhafazakâr iktidar”, kadını eve kapamak isteyen zihniyetin ürünü olan “4+4+4 kademeli eğitim” uygulamasını yasalaştırıyor. Kadını iş yaşamından uzaklaştıracak “esnek çalışma saatleri” projesini gündeme getiriyor. Başbakan da her fırsatta “kadınların en az 3-5 çocuk doğurmaları” önerisini yineliyor.
Kadına yönelik şiddete ilişkin artan “farkındalık” ve “duyarlılık”tan söz ediliyor ama her yüz kadınımızdan 39’u hâlâ “eşleri tarafından dövülmeyi normal” bulabiliyor. Bu oran, genç kızlarımızda yüzde 63’lere kadar çıkabiliyor.
Öte yandan “hukukun arkasından dolanarak” (gerçekte Anayasa Mahkemesi ve Danıştay kararları çiğnenerek) “üniversitelerde” serbest bırakılan “türban”, bugünlerde “ilkokullarda” ve bazı “kreşlerde” de kendini göstermeye başlıyor.
Kadınlarımız iş dünyasında, siyasette ve yaşamın hemen hemen tüm alanlarında (eşitlikçi yasalara karşın,) ‘fırsat eşitliği’
yakalama açısından erkeklere oranla hâlâ çok gerideler... Kâğıt
üzerinde kalan yasalar, somut sorunları çözemiyor. Bu nedenle her 4
kadınından 3’ü mutsuz olan Türkiye, dış dünyada “kadın hakları konusunda sorunlu bir ülke” olarak tanımlanıyor ve uluslararası belgelerde Mısır, Suriye, Pakistan ile İran’ın gerisinde kalıyor.
Sayıları daha da artırılabilecek gerçekler ortada iken kendi kendimize içtenlikle “8 Mart 2013 Dünya Kadınlar Günü kutlu olsun” diyebiliyor muyuz?
Prof. Dr. Necla ARAT Kadın Araştırmaları Derneği Başkanı
Yorum Gönder