Türkiye tarihsel bir dönemeçten geçiyor. Bu dönemeçte olan bitenleri
anlamak, doğru bir çözümleme yapmak ve sağlıklı bir siyasal, hatta
felsefi tutum belirlemek için iki olguya dikkatle bakmak gerekiyor.
Birincisi ABD’nin artık fantastik bir hikâye olmadığı net şekilde ortaya
çıkan Büyük Ortadoğu Projesi’nin (BOP) son etabında Suriye’ye yönelik
saldırıdır. İkincisi de Ergenekon ve benzer soruşturmalarının tarihsel
anlamıdır.O bakımdan bu pazar günü bir kez daha bu iki olguyu ana
hatlarıyla ele alacağım.
Ergenekon operasyonu ve soruşturmasının Cumhuriyet tarihinin en önemli
siyasal ve toplumsal kırılma noktalarından biri olduğu açık. Bu siyasal
hamle ve saldırı üzerinden Birinci Cumhuriyeti tasfiye edip düşük
yoğunluklu bir İslamizasyon projesinin (ılımlı İslam) hayata geçirilmek
istendiği, artık tartışılmayacak şekilde ortaya çıkan bir gerçeklik.
Çünkü bu gerici siyasal proje hayata geçirilmiş durumda.
Dolayısıyla Ergenekon operasyonunun Türkiye’de rejimi daha İslami
temellerde dönüştürmeye yönelik örtülü bir darbe olduğu, çok sayıda
kanıtla desteklenen kesin bir bilgi niteliğinde artık. Bu operasyon,
Birinci Cumhuriyeti tasfiye projesiydi ve büyük ölçüde hedeflerine
ulaştı.
Özetle Ergenekon operasyonu, ABD’nin desteğiyle AKP ve Gülen Örgütü’nün
devleti ele geçirme, toplumu teslim alma ve gerici-faşizan bir polis
rejimi kurma eylemidir.
Ergenekon operasyonunun demokratikleşme ve derin devletin tasfiyesiyle
ilgisinin bulunmadığı; karşı devrimci bir dönüşüm projesinin hayata
geçirilmesinden başka bir anlam taşımadığı toplumun çok önemli
kesimlerince anlaşılmış durumda.
Ancak, tablo ne kadar net olursa olsun, 1980 ve 1990 kırılmalarını
yaşayan, büyük ölçüde liberalizmle lekelenen solun kimi kesimleri,
“ideolojik” önyargıları nedeniyle durumu anlamamakta ısrar ediyor.
***
ABD’nin, dünyanın kalbi olarak bilinen ve yeryüzünün en zengin enerji
havzalarının bulunduğu Merkezi Avrasya’yı denetim altına almak için
geliştirdiği Büyük ya da Genişletilmiş Ortadoğu Projesi’nin (BOP) en
önemli boyutunu, hiç kuşkusuz “Ilımlı İslam” stratejisi oluşturuyordu.
Ilımlı İslam, Batılı değerlerle uyumlu, siyasal olarak ABD’nin
ihtiyaçlarına göre düzenlenmiş, sınırların yeniden çizildiği ve
rejimlerin bu amaca uygun olarak değiştirilmesinin öngörüldüğü BOP’un
taşıyıcı kavramıydı.
Bu kavramın politik arka planı irdelendiğinde, bizi hiçbir tereddüde yer
bırakmayacak şekilde getirip Fethullah Gülen örgütlenmesinin kapısına
koyuyor. Öyle anlaşılıyor ki, bölgede “Ilımlı İslam” projesinin en
önemli aktörlerinden biri Fethullah Gülen ve onun kurduğu örgütlenmedir.
Bir ara BOP’un başarısızlığa uğradığı yönünde bazı değerlendirmeler
yapıldı. ABD’nin 21. Yüzyıl’da yürüttüğü imparatorluk projesinin köşe
taşlarından birini oluşturan bu stratejik planlamanın gündemden
kaldırıldığını da ima eden bu değerlendirme gerçeği yansıtmıyor.
Fas’tan Çin Seddi’ne kadar uzanan ve genel olarak Müslüman toplumların
yaşadığı geniş coğrafyada rejimleri değiştirerek, ABD ve Batılı
değerlerle uyumlu yönetimler kurmak anlamına gelen BOP; bölge
halklarının, özellikle Iraklı yoksulların şiddetli direnişi nedeniyle
başarısızlığa uğramış görünüyordu.
Ancak, Tunus ayaklanmasıyla başlayan, Mısır, Yemen ve Libya karşı
devrimleriyle devam eden ve nihayet Suriye sınırlarına dayanan
emperyalist ve gerici saldırı dalgası, BOP’un makas değiştirerek ikinci
etabının hayata geçirildiğini gösteriyor. Bu ayaklanma ve müdahale
süreçlerine samimi sol ve demokratik gerekçelerle katılan kitlelerin
aldatılmış olması da durumu değiştirmiyor.
BOP, bir yanıyla İslam coğrafyasında ABD işgaline ve yeni sömürgeciliğe
yerel onay üretmek için geliştirilen stratejiden başka şey değil.
Yerel/bölgesel onay üretmenin en önemli aracı ise Batı yanlısı
İslamcılıktı.
Çünkü siyasal İslamcılar bu operasyona uygun bir geleneğe ve anlayışa
sahipti. İslamcı örgüt ve çevreler küçük bir “şeriat rüşveti” ve elde
edecekleri bir mevzi için bu topraklara ait bütün değerleri satmaya
hazırdı. Emperyalistler bu durumu Soğuk Savaş döneminde test etmişti.
Biz böyle olduğunu Türkiye’den biliyoruz.
Bu nedenle Türkiye’de gericiliğe karşı yürütülecek mücadele,
liberallerin ileri sürdüğü gibi suni bir çatışma değil, yaşamsal bir
sorumluluktur. Bu, ülkenin ve insanlığın geleceğini temelden etkileyecek
bir mücadele alanıdır. Dahası gericiliğe karşı bu mücadele, bütün bölge
halklarının kaderini de yakından etkileyecektir.
Çünkü bu kavga, aydınlanmacı bir romantik tutum değil, Müslümanların
acılar ve sefalet içinde kıvrandığı İslam’ın uzayan Ortaçağını aşma
mücadelesidir.
SURİYE DİRENİŞİNİN TARİHSEL DEĞERİ
Bu yazının ilk bölümünde de belirttiğim gibi “Arap Baharı” denilen Büyük
Ortadoğu Projesi’nin ikinci etabı, Doğunun bütün “Birinci
Cumhuriyetlerini” yıkarak ilerledi. ÖnceTürkiye’de (zaten bir kabuk
haline gelen) Doğu’nun ilk ve öncü cumhuriyetini yıkarak bir model
yarattılar, ardından da diğerleri geldi.
Cumhuriyetin kurucu güçleri, köksüz ve korkak burjuva sınıfı kendi
devrimine, geleneklerine ve değerlerine ihanet etti. Türkiye’yi çok daha
zayıf geleneklere sahip yarı laik diğer Müslüman ülkeler izledi.
Tunus, Libya, Mısır, Yemen sert dönüşümlerle bir önceki çağın
değerlerine iade ediliyor. Demokrasi, etnik ve dinsel kimliklerin
serbestisi olarak yeniden tanımlanıyor. Şeriat düzenleri inşa ediliyor.
Sönümlenmeye başlayan etnik ve dinsel kimlikler bile canlandırılıp ihya
ediliyor.
Bölge halkları/ulusları ilkel ve kanlı bir boğazlaşmanın içine itiliyor.
Dünyanın Güneyi dinsel ve etnik bakımdan homojen, küçük, güçsüz ve
denetlenebilir birimlere bölünerek yeniden düzenlenmek isteniyor.
İnsanlık teknolojik bakımdan ileri; bilimsel, felsefi ve ideolojik
bakımdan ise ilkel yeni bir Ortaçağın kapısından içeri itiliyor.
Ancak BOP’un ikinci dalgası ilkine göre daha başarılı olsa da, Suriye duvarına çarpmış görünüyor.
Çünkü Suriye, dünyanın içinden geçtiği bu tarihsel dönemeçte
emperyalizme ve gericiliğe karşı büyük bir özveriyle direniyor.
Suriye’nin direnişi insanlığın içinden geçtiği bu dönemde özel anlam ve
tarihsel bir değer kazanıyor. Dolayısıyla “model ülke” olarak
konumlandırılan Türkiye de, dünyanın kaderinin tayin edileceği bu
bölgede özel bir önem kazanıyor.
Karamsarlığa yer yok. İnsanlığın kaybettiği yer onun ayağa kalktığı yer de olabilir.

Yorum Gönder