Silivri'den notlar (5)
Silivri 1 No’lu Cezaevi’nde görüştüğümüz tutuklu gazetecilerin sonuncusu Aydınlık Dergisi Genel Yayın Yönetmeni Mehmet Deniz Yıldırım...Hani Başbakan ve AKP’nin önde gelen isimleri her fırsatta, “Gazetecilik faaliyetleri nedeniyle cezaevine düşen kimse yok” diyor ya... Deniz Barış onlara verilebilecek en somut yanıt!
Başbakan Erdoğan’ın, dönemin KKTC Başbakanı Mehmet Ali Talat ve iş adamı Remzi Gür ile yaptığı telefon görüşmelerini yayınladı. Yetmedi, MİT’in hazırladığı öne sürülen Ergenekon şemasını açıkladı. Bu yüzden Ergenekon üyesi olmaktan tutuklu ve tam bin 110 gündür cezaevinde...
9 Kasım 2009’da tutuklanan Deniz Yıldırım’la ilgili iddianamede yukarıda saydığım “suç”lardan başka bir iddia bulunmuyor...
İşin ilginci bu konuların hepsi ayrıca mahkemelik olmuş ve mahkemeler telefon görüşmelerinin yayınlanmasında kamu yararı olduğuna kanaat getirmiş...
Yani bir mahkemenin “Kamu yararı var” dediği habercilik faaliyetlerini, Ergenekon Mahkemesi, “terör faaliyeti” olarak görüyor.
Kaldı ki o telefon dinlemeleri Aydınlık Dergisi’ne nasıl ulaştıysa, bütün gazetecilerin Ankara temsilciliklerine de ulaştı.
O dönem Sabah’ın Genel Yayın Müdürü olan Tayfun Devecioğlu bir ay önce mahkemede ifade vererek, bu konuda tanıklık yaptı. “Dosya bize de gelmişti ama yayınlamadık. Bu bir gazetecilik tercihidir” dedi.
Diyelim ki bu belgeyi yayınlamak suç... İyi de bu suçun sadece basın mahkemelerinde yargılanması gerekmez mi?
Deniz Yıldırım o mahkemelerde hüküm giymedi ama aynı haberler yüzünden Silivri’de ömür törpülüyor!
AVUKATSIZ DAVA!
Deniz Yıldırım’ı daha önce hiç görmedim. Ne yalan söyleyeyim; fotoğraflarını bile hatırlamıyorum. Bu yüzden açık görüş salonunun demir kapısı açıldığında içeri giren 1.90 boylarında, atletik yapılı genç adamı görünce şaşırıyorum. Şakakları hafiften kırlaşmaya başlamış ama oldukça dinç...
Bizimle görüşmek için, aynı gün sürmekte olan duruşmayı yarıda bırakıp geliyor. Hepimizle tek tek kucaklaşıyor, gülümsemeye çalışıyor.
Belli ki sakin... Sakin ama kararlı, dik duruşlu bir genç gazeteci!
Söz sürmekte olan davaya geldiğinde gayet açık konuşuyor:
“Bir merkez, Ergenekon üzerinden kendi kanlı ellerini yıkıyor. Bu dava öncelikle ‘avukatsız bir’ dava... Sanıkların savunma hakkı kısıtlandı, tüm avukatlar dışarı atıldı. Televizyonlarda konuşan avukatları ve gazetecileri izledikçe şaşkınlıktan ağzım açık kalıyor. Hiçbirini bir kez bile Silivri’de görmedim. Buradaki yargılamayı bilmiyorlar, hukuksuzlukları görmüyorlar, iddianameyi okumamışlar... Ama ağızlarını her açtıklarında bizi mahkum etmekten çekinmiyorlar, bundan utanmıyorlar.”
GİZLİ TANIK REZALETİ!
Bütün sanıkların yakındığı “gizli tanık”lar konusunda o da dertli... Devam ediyor:
“Şemdin Sakık’la ortaya çıkan gizli tanık rezaletinin kamuoyuna iyi anlatılması gerekir. Bu dava, sadece çoğu terörist ya da tacizci olan gizli tanıklar üzerinden yürüyor.”
FARKLI MUAMELE!
Sonra sözü kendi durumuna getiriyor ve “Neden tutuklu olduğumu biliyorum aslında” diyor:
“Bana hem polis, hem savcılık sorgulamamda ısrarla haber kaynaklarımızı sordular. O konuşma metinlerinin bize nasıl ulaştığını, ses kayıtlarını kimlerin gönderdiğini öğrenmek istediler. Ben de her gazetecinin en temel hakkı ve görevi olan ‘kaynağımı açıklamama hakkımı’ kullandım ve isim vermedim. Tek suçum bu... Bu yüzden tutukluyum! Kaldı ki bu kayıtların sadece bize değil, tüm gazetelere ulaştığını kanıtladık. Tayfun Devecioğlu bunu açık açık söyledi. Bu durumda o dinlemeleri bizim yapmadığımız ve servis etmediğimiz ortaya çıktı. Biz de herkes gibi edindik. Yine istesem bile isim veremem... Kimse o kasetlerin içeriğiyle ilgilenmiyor. Asıl sorun içerikte... Konuşulanlarda... Ama Baykal kasetinde tam tersi oluyor. Kimse o görüntüleri yayınlayanların yakasına yapışmadı... Siyasetçiler bile kasetin içeriğine odaklandı. Yani iktidardakinin kasetine ayrı, muhalefettekinin kasetine ayrı muamele yapılıyor. Bu nasıl bir hukuk?”
Bu sütunlarda beş gün boyunca Ergenekon kapsamında tutuklulukları devam eden beş gazeteciyle konuştuklarımızı yazmaya, izlenimlerimi aktarmaya çalıştım...
Bazı okurlar (!) rahatsız olmuş ya da sıkılmış, “Canım Silivri’ye bu kadar fazla ilgi göstermeye gerek var mıydı?” diye soruyor...
Sözüm onlara:
“Silivri” diye kestirip attığınız yerde; sadece bu ülkenin aydınları, gazetecileri, komutanları, siyasetçileri, akademisyenleri yargılanmıyor... Bu ülkenin “susan, seyirci kalan, tepki vermeyen vicdanı” da yargılanıyor!
Ben en azından hiçbir zaman sustuğum, sessiz kaldığım için yargılanmayacağım! Bunun için hüküm giymeyeceğim!
Ya siz?
Bir gününü bile ayırıp bu davayı izlemek için Silivri’ye gitmeyen yüz binlerce hukukçu, akademisyen, gazeteci, siyasetçi ve milyonlarca aydın vatandaş...
Siz de benim kadar “ak” mısınız bu konuda?
Yoksa her “Silivri” sözünü duyduğunuzda tepki göstermeniz, vicdanınızın sesini bastırmak için olabilir mi?
BİTTİ!
GÜNÜN SORUSU
Soru kendime:
Moralim bugün neden bu kadar bozuk?
Yorum Gönder