Ertuğrul Özkök, bir yazısında muhafazakârlaşma işaretlerinin gerçeği ne kadar yansıttığını sorguladı. Özkök, toplumun muhafazakârlaştığına ilişkin ileri sürülenlerden pek çoğunun iddia aşamasında kaldığını, bunların bilimsel bir olguya dönüşmediğini söylemek istedi. Genel kabullerin olgu/gerçek olup olmadıklarını ancak kapsamlı bir çalışma ortaya koyabilir.
Özkök iyimser biridir, en azından yazılarına egemen olan yön budur. Ama yazısındaki iyimserlik, “ülke muhafazakârlaştı” iddialarını, “bu değil, bu değil, bu hiç değil” metodu ile elimine etmek biçiminde sergilendi! Ama muhafazakârlık varsa bile, bunun geleceğinin olmadığı iyimserliğiyle noktalandı. Mehmet Tezkan, nasıl muhafazakârlaştığımıza ilişkin örnekler vermekle yetindi. Tezkan’ın en önemli “sabitesi” ise şuydu: Muhafazakârlık kolay gelir, zor gider... Diğer bir saptaması da muhafazakârlığın kadınlar üzerinden yürüdüğünü söylemesiydi. Hani türban özgürleştiriciydi, diye de sordu.
***
Konuya 3 noktadan katkıda bulunmayı deneyeceğim:
1) Muhafazakârlaşmanın iki yönü var, bunları birbirinden ayırmak gerekir. A) Muhafazakârlığın iktidar ve tabana inen devlet ve yerel güçleri aracılığıyla uygulanan politikalar, yasalar ve kararlar aracılığıyla sürdürülmesi... B) Bu kararların halkın yaşamında ve inancında gerçekten bir muhafazakârlığın artması...
Burada soru, iktidarın devlet aracılığıyla (iktidar ve adamları ve medyası, polis, kaymakam, vali, belediye bakanlarının kararları) geliştirdiği ve uyguladığı muhafazakârlaşma söylemi sanıldığı tabanda ciddi bir karşılık buldu mu, bulduysa ne kadar buldu; yoksa iktidar politikaları olarak mı daha çok kaldı ve halk içinde fazla taban bulmadı mı?
İktidarın kararları ve söylemi muhafazakâr ama halk o kadar muhafazakâr mı? Bunlar farklı şeyler... Ama şunu söyleyebilirim: İktidarın söylemi, henüz tabanda istediği kadar karşılık bulmamıştır. Sorayım: İktidarın söylemi 100 ise 10 yıl içinde tabanda bulduğu karşılık yani bu söylemin halk içinde karşılığı, benimsenmesi yüzde kaçtır? 10?, 20? Sıfır olmasını beklemek, eşyanın doğasına aykırı olur.
***
AKP, biliyoruz ki bir karma seçmene sahip... Erbakan’ın oyları + Süleyman Demirel partisinin oyları + Özal’ın yani Anavatan’ın oyları. Erbakan’ın çekirdek oyları, tamam muhafazakâr. Demirel ve Özal’ın oyları ise merkez sağ-liberal oylardı. Şimdi bu pencereden baktığımızda, tabanda tutuculuk arttı demenin karşılığı, DYP-ANAP da Erbakanlaştı demeye karşılık gelebilir. Tabii, RTE yeni bir söylemle bütün bunları bir potada eritip “yeni toplum” yaratma niyetinde... Yaratabilir mi? Bence hayır.
Şunu söyleyebilirim: İktidar ve kullandığı devlet ve yerel yönetimlerin halkı tutuculaştırma politikası, dörtte bir karşılık bulmamıştır. Özkök’ün iyimser geleceğinin bir karşılığı var: Kapitalizmin ve tüketimin gelişmesi... Hep bu sürecin sosyolojik olarak dışa açık bir toplum yaratacağı varsayılır. Ama bunu mutlak bir değer olarak kabul etmek, tartışmalıdır.
***
Tezkan’ın tutuculaştırma; anneler, kadınlar üzerinden yürüyor tezi, özellikle köylerde çok geçerli: Üç yıl önce annemin köyüne; Rize’ye gittik. Beş gün kaldık. Köylerde kadınlar üzerinden müthiş bir dinselleştirme- tutuculaştırma politikasının tam gaz uygulandığına tanık olduk.
Köye, bir cemaatin beyazlar içinde giyinmiş vaazcı kadınları geliyordu. Her hafta köyden bir kadının evine toplanılıyor ve köyün kadınlarına birkaç saat vaaz veriliyor, çaylar içiliyor ve Kuran okunuyordu...
Ev süslenip püsleniyordu cemaat tarafından: Toplanılan yer beyazlarla adeta yeniden döşeniyordu!
Anlıyorsunuz değil mi! Melekler, Tanrı’nın elçileri falan filan...
Köylerdeki bu dini merasimlerin kentlerde de yapıldığını varsayabiliriz.
Bir yandan sosyolojik süreç iyimserlik yönünde akacak, öte yandan kırsal ve kadınlar aracılığıyla veya onların üzerinden çocuklar ve kocalar hizaya getirilecek. Tepeden de RTE hâkim olduğu bütün güçlerle bu süreci derinleştirecek ve yerleştirmeye çalışacak.
Buradan apayrı bir bölünme çıkacağı ve birbirinin dilini giderek daha az anlayan topluluklar oluştuğu kesin...
Tutuculaşma - 2
Şunu sormuştum: İktidarın bütün yerel ve merkezi devlet gücü+ toplumsal vurucu güçleri vakıf, dernek ve medyası ile birlikte ve tabii yasalar ve fiili uygulamalar desteğiyle sürdürdüğü toplumu tutuculaştırma politikası, acaba toplum üzerinde ne kadar karşılığını bulmuştur?
Çünkü iki şey birbirinden farklı: Toplum, yüzde 100 uygulamaya ne kadar yanıt vermekte? Anketler çeşitli açılardan toplumdaki “tutuculaşma” eğilimini anlamaya çalışıyor. Farklı yaklaşımlar var. Ciddi bilimsel soruşturmalara dayanan sonuçlar üzerine farklı değerlendirmeler yapılmakta.
Değerler araştırması konusunda, “Toplum, AKP uygulamaları sonucu tutuculaşmadı, toplum tutuculaştığı için AKP’yi seçti” saptaması var örneğin. AKP uygulamalarıyla toplumda tutucu değerleri artırdı, diyen de... Toplumu tutuculaştırma baskılarının mahalle baskısına dönüştüğü de saha gözlemleriyle ortaya konuyor.
***
Okur yanıtları var! Mehmet Yenal Bey, “Türk halkı dincileşiyor. Eğitim de gençleri buna göre eğitiyor” biçiminde genel yaklaşımda bulunurken, bir başka okur da “Yazınızın canlı bir örneğini bendeniz 7 yıldır yaşadığım bir sahil beldesinde birebir gördüm. İlçeye gittiğimde de hemen her esnafın o tarafa doğru kayıyor olduğunu da gözlemliyorum: www.turkcelil.com/3v/?p=16794” diyor.
Levent Demir (Ankara), kısaca: “2002 yılına kadar ramazanda gerçek bir hoşgörü vardı. Kimse kimsenin oruç ibadetine karışmazdı. Oruç tutmayanlar, oruç tutanlara son derece saygılı davranırlardı. Kamu kuruluşlarında yemekhaneler öğlen yemeği için açık olur, iftar için gerekli talep gelirse iftar yemeği de verilirdi… 2012 yılında: Kamu kurumları yemekhanelerinin neredeyse tamamına yakını bahanelerle kapatılmakta… Tutuculuğa yöneliş, bence gözle görülür haldedir ve kadınlar üzerinden yürütülmektedir…”
Bütün bunlar şüphesiz daha çok merkezi yürütülen tutuculaştırma görüntüleri. Bunun toplum üzerinde yankı bulmaması, tabii ki mümkün değil.
Ayrıca şu saptamayı da yapalım: AKP, halka rağmen bir tutuculaştırma rejimi uygulamıyor! Kendi seçmeninde karşılığının varolduğunu bildiği bir program uyguluyor..
***
Bugün eleştirmek istediğim, “halk tutuculaştığı için AKP’yi iktidara getirdi” varsayımıdır. Dünkü Vatan’da, Türkiye’de aile, cinsellik, din konulu araştırmayı yürüten Prof. Hakan Yılmaz bu söylemin paydaşlarından. Ama, kırsal kesimin tutumu olan mutaassıplığın, kentlere göç ile kentli tutumu olan muhafazakârlığa dönüştüğünü söylüyor. Özal’ın ekonomik dışa açılma politikanın ürünü olarak. Ona göre, mutaassıp ve tutuculukta bir artış yok, hatta ibadette gerileme var (Mine Şenocaklı’ya demeci).
“Halk tutuculaştığı için AKP’yi iktidara getirdi” varsayımını oldukça temelsiz buluyorum. Her ne kadar, muhafazakâr Anadolu’nun ekonomik büyük oyuncu olarak ortaya çıkması, gibi bir olguya dayandırılmaya çalışılsa bile.
En önemli itirazım, 2002 ve 2012 arası üç seçimde gördüğümüz büyük seçmen kaymasını, “üst yapısal nedenlerle” açıklamaya kalkışmasıdır.
Özal’ın kışkırttığı Anadolu ekonomisinin siyasi adresi öncelikle Demirel’di, Anavatan’dı. Daha çok dinsel temelli olanlar da ifadelerini Erbakan’da buluyordu! 2002 seçimlerinden önceki tabloya bakarsanız, seçmenlerde çok büyük ve önemli kitlesel kaymaları görürsünüz. Bu kitlesel kaymalar, Anadolu sermayesiyle açıklanabilir değil.
Peki neyle açıklamak gerekir? Geçmişte epey yazdım: Daha çok, Demirel/Çiller ve Mesut Yılmaz’ın durmadan ülkeyi batıran politikalarıyla! Bu millete 60 yılda 20 ekonomik kriz yaşatıldı ve bunların hemen hepsinin sahibi, eski merkez sağ iktidarlardır! 1994-2001 krizleri ise merkez sağ partileri bitirmiştir. Çünkü bu partiler gerçekten de milletin önünde, gelişmek ve büyümek isteyen ülkenin önünde, büyük ayak bağına dönüşmüşlerdi! Hepsi mezarı boyladı!
Bu seçmenler, Erbakan’dan kopan yeni yapı olarak AKP’ye yöneldi... Önce yüzde 34 gibi tedrici yaklaşım, sonra üst üste iki seçimle yüzde 49.
Millet muhafazakârlaştığı için AKP’yi iktidara getirdi, varsayımını ileri sürenler, şunu da diyorlar öyleyse: Krizler seçmeni ve Türkiye’yi tutuculaştırdı, tevekkül ve Allah’a sığınma arttı, ülkeyi batıran partileri Allahsız görmeye başladı, işte tam bu noktada ortaya çıkan AKP onlara hitap etti!
Siyasi ve toplumsal bir açıklama olmaktan ne kadar uzak! Soru şudur: Bu “kayan” seçmen, tamamen AKP/RTE’leşti mi? Yoksa göreceli ekonomik istikrarın şimdilik AKP’deki esiri durumunda mı?
Bence ikincisi!
Yorum Gönder