Önceki hükümetlerin başbakanları “terörle
bir yere varılamaz” diyorlardı. Gerçekten de terörün zirve yaptığı, yılda bin
500 şehit verdiğimiz dönemlerde de teröristlere en küçük bir taviz verilmedi.
Recep Tayyip Erdoğan da, başbakanlığının ilk yıllarında “terörle bir yere
varılamaz” dediğinde de inanmıştık. Başbakan bir yandan bunları söylerken,
“Devlet adına” bir takım kişileri İmralı’ya gönderiyor, Kuzey Irak’ta, Oslo’da
teröristlerle pazarlıklar yapıldığı ortaya çıkıyordu.
Oslo görüşmelerinin
bilinçli olarak sızdırıldığını bu köşenin okurlarına duyurmuş, böylece
görüşmelerin bundan sonraki bölümlerinin rahatlıkla yapılabilmesinin yolunun
açılmaya çalışıldığını belirtmiştik. Nitekim, yapılan açıklamalarda, “İmralı ile
yapılan görüşmeler” ifadesini artık sıkça duymaya ve bu olağan bir durummuş gibi
karşılanmaya başlandı.
Öcalan devamlı yazıyor
Abdullah Öcalan’ın bir
sabah adadan kaçırıldığı gibi bir olay yaşanmasın diye İmralı Adası 600 komando
tarafından korunuyor. Cezaevinde görevli infaz koruma memurları da sıradan
kişiler değil. Onlar da üzerlerine infaz koruma memuru üniforması giydirilmiş
özel harekatçı polislerdir. Adada, daha önce iki müdür yardımcısı bulunurken, o
sayı şimdi üçe çıkarıldı. Yardımcılardan birisi sadece Abdullah Öcalan’dan
sorumlu.
Öcalan’ın odasının ışığı 24 saat yanık tutulur. Odası,
havalandırması sürekli kamerayla izlenir. Abdullah Öcalan’la kimse konuşmaz. O
da, bu tutumu bildiği için kimseyle muhatap olmamaya özen gösterir.
O
kurşun kalemle hep yazar. Yazıları iki konu ile ilgili oluyor. Birincisi hem
kendisi, hem PKK’nın devam eden davalarıyla ilgili görüşleri içeriyor. Asıl
ağırlıklı konu ise örgütün geleceği ile ilgili. Onun şöyle bir özelliği var,
yazdıklarını düşünerek yazıyor, o yüzden kağıtlarda en küçük karalama, silinti
olmuyor. Sonradan eklemek istediği bir şey olursa kağıdın kenarına okla çıkma
yapıyor ve eklemeleri de yine düzgün bir biçimde eklemeleri de yapıyor.
Plastik masa etrafında
Öcalan’ın odasının iki kapısı var. Birisi
havalandırmaya, diğeri ziyaretçileriyle görüştüğü odaya açılıyor. O odada
dikdörtgen biçiminde plastik masa var. Öcalan, ziyaretçileri geldiğinde masanın
bir ucuna oturuyor. Karşısında ise ziyaretçileri. Ziyaretçi geldiği andan
itibaren her hareket kamerayla kayıt altına alınıyor.
Öcalan’ın kiminle
konuşsa, konuşulan her kelime anında kağıda da geçiyor. Böylece, Öcalan’ın
konuşmalarının bant çözümü ya da diğer ayrıntılar için uğraşılmasına gerek
kalınmıyor. Birinci derecede yakınları ya da avukatları geldiği zaman onların
konuşmaları not almaları yasak. O yüzden avukatlar, Öcalan’ın ağzından çıkanları
can kulağıyla dinliyor, daha dışarıya çıkar çıkmaz neler konuşulduğunu kendi
aralarında değerlendirmeye ve söylenenleri bir bütün haline getirmeye
başlıyorlar.
Aslında Öcalan her konuyu en ince ayrıntısına kadar
anlatmıyor. Bir şey anlatırken çerçevesini çiziyor, avukatlarına “bunları
düzenleyin, toparlayın” diyor. O arada avukatın birisi soru yönelttiğinde
Öcalan’ın kızdığı da oluyor. “Beni anlamakta yetersiz kalıyorsunuz. Benim
dediklerimi anlamıyorsunuz. Derinliğiniz az. Biraz çalışıp gelin” dediği ve
bunları söylerken de ses tonunu hayli yükselttiği de oluyor.
Söylediklerinin avukatlar tarafından örgüte önemli ölçüde değiştirilerek
götürüldüğü iddiası gündeme getiriliyor ama Öcalan’ın sözlerini dinleyen,
avukatlar aracılığıyla örgüte ulaşanları izleyenler “önemli bir değişiklik
olmadığı” görüşündeler.
Açlık grevlerinin durdurulması için kardeşi
Mehmet Öcalan aracılığıyla açıklama yapan Abdullah Öcalan, Mehmet’in cezaevine
getirdiği aile arasındaki “mal davası” için geçin bunları, beni meşgul etmeyin”
diyordu.
Devlet emanet ettiği için
İnfaz koruma memuru üniformalı
özel harekatçı polisler, belli bir süre adada kalıyordu. Çalışma koşulları rahat
olduğu, çatışma ve benzer ağır riskleri olmadığı için PKK ile giriştikleri
çatışmalarda ya da kurulan pusulardan yaralı olarak kurtarılan gazi polisler de
İmralı adasında görevlendiriliyordu.
Çatışmada gözünden yaralanmış bir
başkomiser de infaz koruma memuru olarak Öcalan için adada görevlendirilmişti.
Öcalan’ı her görüşünde şehit edilen arkadaşlarını, kendisi gibi yaralanan ve
gazi olan meslektaşlarını düşündü. Bir gün bir yetkiliyle arasında şu konuşma
geçti:
“Abdullah Öcalan’ı, Devlet bize emanet ettiği için gözüm gibi
koruyorum. Ben, PKK terörü yüzünden gözümü kaybettim. Devletimin emaneti
olduğundan onu korumakla mükellefim. Yoksa bir saniye bile gözümü kırpmadan
öldürürdüm.”
İmralı, yeniden hareketli günlerine döndü… Kim bilir
önümüzdeki günlerde neler neler duyacağız…
Yorum Gönder