İslam Peygamberi’nin sözlerinden biri şöyle: “Ekmeğe saygı gösterin; çünkü Allah yeri ve gökleri ekmeğin önünde boyun eğdirmiştir.” (İbn Abdrabbih, el-Ikd el-Ferîd, 6/293)
Bu peygamber sözünü sıradan insan sözü gibi değerlendiren geleneksel yaklaşım, onu boyutlarından yalnız biriyle algılar ve ekmeği öpüp alnına koymakla işin içinden çıkacağını sanır. Oysa ki iş, bu kadar basit değildir.
Ekmeğe o tür bir saygı, bu hadisin dikkat çektiği İslam inceliklerinden yalnız biridir ve o da insana saygının bir uzantısıdır. Ekmek gibi aziz bir nimete dudağını silip çöpe atan ruhsuz ve gönülsüz bir kuşak, insana saygının farkında olmadığından ekmeğe saygıdan da habersizdir. Böyle olmasaydı, insanın ağzına koyduğu bir nimeti, temizlik için kullanıp çöpe atmayı insan onuruna hakaret sayardı.
Kur’an’ı ve Hz. Muhammed’in kişilik ve öğretisini dikkate aldığımızda yukarıdaki hadisin anlam boyutlarından biri de, insanın rızkına ve rızkı elde etmek için dökülen tere, kısaca, emeğe saygıdır.
Kur’an’ın tetkikinden anlıyoruz ki, ekmeğe saygının yokluğu toplum bünyesinde iki görünümle ortaya çıkar: Emeğin sömürülmesi, ihtiyaçların sömürülmesi. “Dini yalanlayan kimdir?” sorusuna Kur’an’ın Mâûn suresinde verdiği cevap aynen şudur: “Kamunun mal ve imkânlarına musallat olan.” Dahası var: Bu musallatların kıldıkları namazlar onlara lanet olarak geri döner.
Ekmeğe saygısızlığı, şurada saptadığımız çerçevede düşündüğümüzde, İslam dünyasının, o arada ülkemizin durumu hiç de iç açıcı değildir. Şunu hemen söyleyelim ki, 2-3 Arap ülkesinin kumdan fışkıran petrodolar bolluğuyla define bulmuş şaşkın misali para sarf ederken kitlelere sundukları yapay ve geleceği belirsiz sözde refah, bu ülkelerde ekmeğe saygının varlığı anlamında yorumlanamaz. Ekmeğe saygı her hal ve şartta insana ve emeğe saygının bir uzantısıdır ve ne yazık ki, İslam ülkelerinde bu yoktur.
Türkiye özeline bakalım: Millî Mücadele’nin ölümsüz başbuğu ve Cumhuriyetin çileli mimarı Halâskâr Gazi’nin bu âleme veda edişinden beri görülen şudur: Her geçen gün milli gelirin genelde yükselmesine ve ülke şöyle veya böyle birtakım aşamalar kaydetmesine rağmen, büyük kitlenin sofrasından her gün bir şeyler eksilmekte ve kuşaklar daha az beslenir duruma düşürülmektedir.
Fırsat eşitliği her gün büyük kitle aleyhine bozulmaktadır. Gel gör ki, politika, makro planda ve kâğıt üzerinde hesaplar yaparak ‘fert başına milli gelir artışı’ndan söz eder durur. İşin gerçek yüzü şudur: Sayıları elliyi, yüzü geçmeyen şirketlerin kasalarına akan para, elli milyona bölünmekte ve fert başına milli gelir hesaplanmaktadır. Ama biz biliyoruz ki, büyük kitlenin sofrasına bu ‘milli gelir’den bir zeytin tanesi bile gitmemektedir.
EKMEK DE KELİMEİ ŞEHADET GİBİ KUTSALDIR
Ekmeğe saygısızlık bahsinde bir noktaya daha dikkat çekmek gerekiyor: Büyük kitle, politik sömürünün yarattığı bir yığın umacının saldırdığı dehşetle tir tir titretilmekte ve dinsel duyguları sömürülmektedir. Slogan şudur: Ya din ve mukaddesat ya ekmek ve fırsat eşitliği. Dün kendisine Allah demeyi yasakladıkları kitleye bugün, şeriat satıyorlar. İnsanımıza öğretilmelidir ki, din ve mukaddesatın gereklerinden biri, belki de birincisi, insanın ekmeğine ve alın terine saygıdır. Dinden maksat İslam’sa, o bize şunu haykırmaktadır: Kelimei Şehadetiniz kadar ekmeğiniz de kutsaldır…
Ekmeği ve alın teri acımasızca talan edilen yığınlara cami avlularında makarna ve bulgur dağıtmayı paylaşım diye pazarlayanlar, çeşitli yollarla haklarını yedikleri kitlelere kendilerini merhamet kahramanı, hatta çağdaş evliya diye alkışlatmayı da başarabilmişlerdir. Bu şeytanlığın sürekliliğini sağlamak için, kitlenin gerçek İslam’ı öğrenmemesi uğruna sergilenen oyunlar ise kahır ve zulümlerin en zehirlisidir.
Durum budur, zulüm de budur…
Şimdi şu soruyu sorabiliriz: Ekmeğine saygısızlık edilen kitleler, ekmeğe saygının, yoldaki kırıntıyı öpüp alna değdirmekten öte anlamlar da taşıdığını ne zaman öğrenecekler? Ve Allah ile aldatanlara ne zaman soracaklar? Bize, cennetten köşk vaat etmeyi bırakın da hakça ve insanca bir paylaşımı ne zaman getireceğinizi söyleyin!
Yorum Gönder