Boyutlar sonsuzdur - Yaşar Nuri Öztürk

Bilmekle, hemen bilmek aynı şey değil. Bilgiye saygıyla, bildiğimizi ilahlaştırmayı birbirine karıştırmamalıyız. Hemen anlamak iddiası bizi hayatın ve gerçeğin esası yerine, oluşun arkada bıraktığı atıkları kutsamak gibi bir çaresizliğe mahkûm edebiliyor. Soylu beyinlerin yola çıkış sorusu hep şu olmuştur: Biz neyi, ne kadar bilebiliyoruz? Yalnız şu anda bildiğimize inanırsak, bilgimiz nasıl büyüyecektir?

Çapı milyonlarca ışık yılı uzunluğunda, evren denen bir kürenin parçalarıyız. Üstümüzde, ötelerde sayısını henüz tam bilemediğimiz kadar boyutlar var. Sonsuz planlardan acaba, kaçının sırrına mahremiz? Biz bir geçiş noktasında bulunuyoruz. Üç boyutlu bir âlemin, âdeta, mengenesindeyiz. Oysaki, boyutlar sonsuzdur. Bizi aşan sayısız varlık ve bilgi planları var. Bugün parapsikoloji, spiritoloji, tecrübî psikoloji çalışmaları gösteriyor ki, sadece insanın değil, tüm canlıların pozitif bilimlerce saptanan yapılarının ötesinde realiteler vardır. Bunlar bizi, determinizm kavramımızı değiştirmeye zorluyor. Sebep-sonuç sistemi yepyeni boyutlar kazanmaktadır. Canlı organizmayı ve hayatı anlamak için laboratuvarla teşrih masasının yetmediği anlaşılmıştır. Çünkü bunlar, “Bize hayatı ve mesela insanı tanıt” dediğimizde onu önce yüzlerce parçaya bölüyor yani, ortadan kaldırıyor, ondan sonra hakkında bilgi veriyorlar. Oysaki biz, hayatın geride bıraktığı kadavrayı değil, hayatın kendisini tanımak istiyoruz. Duyular üstü idrake kapılarını kapatan, yani, körlüğü arkadaş edinen bilim, bu konuda bize fazla bir şey söyleyemiyor. Kur’an, belki de, bu körlüğe çatmak için, şöyle diyor: “Andolsun, insanı biz yarattık ve iç dünyasının ona neler fısıldadığını da biz biliriz. Biz ona, şah damarından daha yakınız.” (Kaf, 16)

Yaratıcı Realite, işte bu sesin çeşitli kanallardan renk ve desenlerle bize kazandırdığı duyular üstü bilgilerle yakalanabiliyor. Zekânın ürettiği bilgileri onlarla birleştirdiğimiz zamandır ki, gerçeğin sınırsız ufuklarına doğru yükseliyoruz. Bu tavrı bir gerilik ilan eden materyalist yaklaşım, onca ter döktükten sonra, bugün, karaladığı dinin değil, kendinin iflasını seyrediyor.

Görmek ve dokunmaktan gayrı hiçbir şeye güvenmeyen bir bilim, realiteyi yakalamak için bizi, her şeyi inorganik kütlelere çevirmek zorunda olan zekâya teslim ediyor. Oysa ki, büyük Bergson’un da dediği gibi, “Zekâ, cansız âletler yapmak ve kullanmakta usta olmasına ve geçtiğimiz yollar hakkında söz söyleyebilmesine rağmen geçilecek yollar hakkında söylenecek söze sahip değildir.”  İnsan, görüneni izahla yetinecek kadar basit bir susuzluk içinde değil; varlığın esasını, göklerdeki senfonileri anlamak isteyen derin bir hasretin kucağındadır.

BÜYÜK BİLGELERİN ORTAK İDRAKİ
Yaşadığımız yıllar, duyular üstü bilgilere ve kaynaklara tiksinerek bakan bir bilimin insanı ortada bıraktığını fark eden ruhların, klasik tavırları sarsan çalışmalarına tanık olmaktadır. Zaman dilimimiz, “Yaratıcı faaliyet, bilim ve onun metotlarıyla açıklanamaz. Bu faaliyet bir şuuraltı faaliyetidir” diyen Koestler’i, sosyal mekânın coğrafî mekândan farklı olduğunu gösteren bir Sorokin’i, sosyal zamanın matematik zamandan farklı olduğunu gösteren bir Gurvitch’i, psikolojik zamanın matematik zamandan farklı olduğunu gösteren bir Einstein’ı, Ouspensky’yi, Muhammed İkbal’i, nedensellik ilkesi yerine, yaratıcı hamleler ilkesini koyan ve “ Determinist yaklaşımdan insan ve hayat hakkında total açıklamalar beklenemez.” diyen bir Jung’un yaşadığı zaman dilimidir.

Yakınlarda yazdığı kitabı şu anda elimde olan Prof. Dr. Michio Kaku, ‘Hyperspace’ adlı muhteşem eserinde “Şu an itibariyle evrende on boyutu tespit etmiş bulunuyoruz” demekte ve eklemekte: “Görünenle öz aynı şeyse bilime ne ihtiyaç var?!” Bütün bunların anlamı, hayatı tanımada bilim yaftalı inadı kırıp ‘ötelerden gelen ses’e kapıları aralamanın kaçınılmaz olduğudur. Aksini düşünmek, Henry Clausen’in şu anlamlı yakınışını daha uzun süre tekrarlamamıza neden olacaktır:

“Pozitif ilimler, hayatımızın maddesel yanını geliştirdiler, fakat, ruh ve ahlak yanını ilk çağların karanlık çukurlarında yüzüstü bıraktılar. İnsan, günümüz toplumunda hayvansal ve sefil tabiatını konuşturmaya devam ediyor. Bu gidiş ancak, insanı insana düşüren farklılıkların -dinsel farklılıklar da dahil- ortadan kaldırılması ve insanlığın bir yüksek ruhsal plana ulaştırılmasıyla durdurulabilir.” (Clausen, Beyond the Ordinary, 39)

Yorum Gönder

[blogger][facebook][disqus]

Kemalın Askeri

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget