Görülmekte olan Ergenekon ve Balyoz davaları hakkında çok yazıldı, çok yorum
yapıldı...
Davalara eleştirel yaklaşan cesur ve yansız yazarlar olsa da
gazete ve TV’lerdeki kimi yorumcular bu davaları “tarihimizle
yüzleşmek” hatta “demokrasinin zaferi” olarak
değerlendiriyorlar...
Davalarla ilgili olarak “hukuki ihlaller”
ve özellikle uzun tutukluluk durumunun cezaya dönüştüğü ileriye
sürülünce, “demokratikleşiyoruz”, “ileri demokrasi” yolunda
ilerliyoruz diyorlar...
Acaba gerçekler böyle mi?
Gerek Ergenekon, gerek
Balyoz ve gerekse Odatv davaları ne yazık ki “demokrasinin zaferi”
değil, düpedüz evrensel demokrasinin “zedelenmesi”,
Türkiye’de “hukukun ihlali”, “hukukun iptali” ve
“hukukun intiharıdır...”
Yukarıda sözünü ettiğimiz
yorumcular, hemen sağ işaretparmaklarını sallayarak sizi “askeri
vesayetçi” olmakla, “demokrasiye karşı çıkmakla”
suçlarlar...
Bu davalarda en azından “sahte belgeler”,
en azından kimliği kuşkulu “gizli tanık” açıklamaları üzerinde
durduğunuzda, hemen size yakıştırılacak en hafif etiket şudur: “Gizli
darbeci”, “askeri darbelere sempatizan kişi”.
Bu ağır
suçlamalar, günün deyimiyle bağımsız yorumcular üzerinde “mahalle
baskısı” yarattı... Azınlıkta kalan kimi yazar ve hukukçular hariç,
çoğunluk, uzun süre, bu davalar için yorum getirmekte çok geride
kaldılar...
Üretilen belgeler
Ergenekon’da, Balyoz’da ve
Odatv’de, iddianameyi güçlendirdiği varsayılan kimi can alıcı belgelerin
sonradan üretildiği bilirkişi raporlarıyla da kanıtlandı.Sözde yorumcular için
önemli olan “hukukun sakatlanması” değil, sözüm ona
“demokrasi adına yüzleşme”dir.
Örneğin bu belgeler özellikle
zamanlama hataları içeriyor... Bu belgeler o tarihte olmayan şirketler, henüz
kurulmamış sivil toplum kuruluşları, henüz yasal makamlarca verilmemiş araba
plakaları içeriyor olsa da, fark etmez!.. Çünkü bu dava “ileri
demokrasinin zaferi”dir.
Plan semineri
Balyoz davasının temeli “plan
semineridir”. O halde sormak gerekmez mi?
Bu plan semineriyle
ilgili olarak yargılanan 365 sanıktan sadece 50’si bu seminere katılmış; geriye
kalan 315 kişi seminere katılmamışlardır. Kimisi yurtdışında, kimisi İstanbul
dışındadırlar. Ancak imzasız, parafsız, elektronik görevlendirmelerle bunların
isimleri geçirilmiştir... Tamam... Mademki CD’lerde ya da imzasız bir belgede
ismin geçiyor o halde 16 yıl, 18 yıl ceza yiyeceksin deniliyor. Ve de
cezalandırılıyor...
Bir diğer nokta, bu seminer, temelde Kara Kuvvetleri
bünyesinde düzenlendiği halde, suçlamaların Deniz Kuvvetleri’ne bağlı subaylar
üzerinde yoğunlaştırılmasına ne demeli? Aslında bu nokta, siyasi ve stratejik
analiz yapabilenler için çok anlamlıdır...
Hukukun zedelenmesi
Bu davalar da adil yargılama
ilkesine karşıt, son derece tartışmalı durumlar yaratılmıştır. Örneğin duruşmaya
48 saat kala yargıçların değiştirilmesi, sanıklar lehine olduğu savlanan kimi
delillerin savcılar tarafından uzun süre “adli emanet”te
bekletilmesi, yargıçlar heyetinin savunma haklarını kullanan avukatlarla adeta
restleşmesi gibi...
Adil yargılama gerçekleşiyor mu, yoksa ciddi olarak
zedelenmiyor mu?
Bu soru, bu davaların temel belkemiğini oluşturuyor ve
tarih boyunca oluşturacaktır...
Bağımsız yargı ve adil yargı, evrensel
demokrasinin temelidir.
Evrensel demokrasi esasta, güçler ayrılığı
ilkesine ve kişinin temel hak ve özgürlüklerine dayanır.
Çağdaş
demokrasilerde “hiç kimse keyfi olarak (yasadışı) tutuklanamaz” ayrıca, “adil
yargılama” ve “bağımsız-tarafsız yargıç”, kişi özgürlüğünün
bekçisidir?
Hukuk devleti
Hukuk devleti, temelde, bireyin temel
hak ve özgürlüğünü güvence altına alan devlet demektir. Kişi ve kişiler için
adil yargılanmanın sağlanması, devlet aygıtı içindeki “ceberut”
(acımasız, zorba) uygulamalar karşısında kişi hak ve özgürlüğünün
korunması, çağımız demokratik devletlerinin temelidir. Hukukun zedelendiği, adil
yargının gerçekleşmediği ya da kuşkulu olduğu bir yerde “hukukun
üstünlüğü”nden söz edilemez.
“Demokrasinin zaferi”
ya da “darbecilerle tarihi yüzleşme” söylemleriyle
kişi hakları ve ceza hukukunun temel esasları tahrip edilemez.
Bugünün
evrensel dünyasında “adil yargılama” ve “kişi
haklarının ödünsüz korunması” gibi unsurlar demokrasinin temellerini
oluşturmaktadır.
Demokratik hukuk devleti; İnsan Hakları Evrensel
Bildirgesi’ne ve İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi’ne uymak zorundadır. Bu
belgelerdeki temel hukuk ilkelerinin en önemlisi, “adil
yargılama” ve “temel insan haklarının korunması”
konularıdır.
Bu önemli davalardaki, bu sakat uygulamalar,
ileride Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM) gidecek ve hiç kuşku yok ki
AİHM, bu uygulamaları şiddetle eleştirecektir. Hiç kuşku yok ki bu davalar
ileride anayasa kitaplarına girecek, hukuk fakültelerinde eleştirel ve olumsuz
yönden okutulacaktır...
Temel insan haklarının ve hukukun zedelendiği
yerde, hukukun üstünlüğüne dayalı demokrasiden söz edilemez.
Artık adalet
zamanı...
Artık hukuk devleti zamanı...
Alev Coşkun Kamu Hukukçusu ve Siyaset Bilimci
Yorum Gönder