Uluslararası bildirgelerde “ölüm
orucu” kavramı yok. Sanıyorum bu bize özgü bir durum. Protesto, sesini duyurma,
siyasi tavır ve direniş yöntemi olan açlık grevinde tuz, şeker, su ve vitamin
dışında besin alınmıyor.
Ülkemizde en yaygın açlık
grevleri 2000 yılında F tipi cezaevlerinin açılmasını önlenmesi, Terörle
Mücadele Kanunu ve Devlet Güvenlik Mahkemeleri ile bu mahkemelerin verdiği
cezaların bütün sonuçlarıyla kaldırılması, halkların özgürlük ve demokrasi
mücadelesi önündeki tüm anti demokratik yasaların kaldırılmasıyla ilgiliydi. Bu
istekler nasıl siyasi ise Devletimizin geleceğine yön vermek amacıyla PKK ve
KCK'lı mahkumlar ile BDP milletvekilleri tarafından gerçekleştirilen eylemlerin
amacı da siyasidir.
Abdullah Öcalan'ın infaz
durumunun değiştirilerek tecritinin kaldırılması isteniyor. Ceza ve Güvenlik
Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun hükümleri çerçevesinde bu Adalet
Bakanlığının görev ve yetkileri kapsamında. Ana dilde eğitim ise Anayasa
değişikliğini gerektiriyor. Ana dilde savunma mahkemeleri ilgilendiriyor.
“Olmazsa olmaz” olan o hak
F tipi
cezaevleri Ali Suat Ertosun’un Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü döneminde
açıldı. Bugün, cezaevleri “kurtarılmış yerler” olmaktan çıkarıldıysa, bunda
Ertosun’un katkısının büyük olduğunu bakanlığın her yetkilisi kabul eder.
Cezaevlerinde 2’si asker 30 kişinin hayatını kaybettiği operasyon unutulmaz.
Dün, cezaevlerindeki açlık grevlerini Yargıtay Üyesi Ali Suat Ertosun’a sordum.
Karşınızdaki hukukçu olunca olayın uluslararası
boyutlarını sözleşmeleri, bildirgeleri dinliyorsunuz. Yetmiyor, tıbbi açıdan
temel metinleri öğreniyorsunuz. Anlaşılıyor ki, bu eyleme girişenlerin her türlü
baskıdan korunması gerekiyor. Örneğin, Birleşmiş Milletler İnsan Hakları
Evrensel Bildirgesi'nin 3 ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin 2. maddelerine
göre; “yaşam hakkı” insanın “olmazsa olmaz” haklarından birisidir. Bu
maddelerdeki koruma, kişilerin yaşam hakkına yapılan saldırılarda olduğu gibi
kişinin yaşamını kendisinin sonlandırmasını da engelliyor. Bu konuda Avrupa
İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) kararları da bulunuyor.
Ülkemizde de Yüksek Sağlık Şurası'nın 20-21 Aralık 2000 tarihinde ölüm
oruçları ile ilgili olarak aldığı 214 sayılı kararı da son derece önemli. O
kararda “... bu eylemlerin kişilerin ruhsal ve bedensel sağlığında gerek geri
dönüşsüz, gerekse ölümcül zararlar vermeye başladığı andan itibaren Türk
Anayasası'nın 5 ve 56. maddeleri gereği ve ayrıca tıbbi etik kuralları uyarınca
müdahale edilmesi gerektiğine, kişinin yaşamını tehdit ettiği andan itibaren
müdahale etmeyen hekimin de, meslek etiğine uygun davranmamış olacağı”
belirtiliyor.
Dahası, TCK'nın 298. maddesinde de
hükümlü ve tutukluların beslenmesini engelleyenler ile teşvik ve ikna eden ya da
bu yolda talimat verenlerin cezalandırılması öngörülüyor. Ülkemizde yapılan
açlık grevlerinin örgüt disiplini ve talimatları doğrultusunda organize olarak
yapıldığı unutulmamalı. Ali Suat Ertosun, “Tutuklu ve hükümlüler, bulundukları
örgütsel atmosfer ve koşullar içerisinde bağımsız düşünme yeteneklerini,
sağduyularını kaybetmekte, bireysel davranamamakta, açlık grevine kendi serbest
iradeleri ile karar verememektedirler” diyor.
“Sorunun çözümü şimdi daha kolay”
Genel müdürlüğü
döneminde ölüm oruçlarını, cezaevi direnişlerinin en katısını yaşayan Ali Suat
Ertosun, eskiye göre sorunun çözümünün şimdi daha kolay olduğunu belirtiyor ve
yapılması gerekenleri de şöyle sıralıyor:
1- Açlık grevi yapan
tutuklu ve hükümlüler, baskı altında tutulabilecekleri ortamlardan
uzaklaştırılıp korunmalı, gerektiğinde diğer açlık grevcilerinden de
ayrılmalı.
2- İnsan hakları ile ilgili metinlerde, 'ölümün insan
hakkı olduğunu' belirten bir ibare bulunmadığından, yaşamın kutsallığına saygı
gösterilmeli.
3- Açlık grevi yapanları doktorlar bilgilendirmeli,
örgütsel koşullanmayı kırmak için bu konuda psikiyatri uzmanı ve psikologlardan
yardım alınmalı.
4- Açlık grevi yapanları örgüt baskısı altında
bulunmayan yakın aile bireylerinin destek ve yardımından yararlanılmalı.
5- Hastanın aldığı karara saygı göstermesi görevi olmakla birlikte,
hekim, hastasının yaşamını sürdürmesi için mesleğinin gereğini yerine
getirmeli.
Şimdi yapılması gereken ortamı gerecek
demeçler olmamalı, ölümler kutsanmamalı, insan hayatı pazarlık konusu
yapılmamalı. Hukukçu Ertosun’un son sözü ise “vahim sonuçlarla karşılaşmaması ve
ölüme yatırılanların yaşama döndürülmesi için gerektiğinde insani müdahalede
bulunulmalıdır” oluyor.
Yorum Gönder