Açlık grevlerine karşı 5 önlem - Saygı Öztürk

Uluslararası bildirgelerde “ölüm orucu” kavramı yok. Sanıyorum bu bize özgü bir durum. Protesto, sesini duyurma, siyasi tavır ve direniş yöntemi olan açlık grevinde tuz, şeker, su ve vitamin dışında besin alınmıyor.

Ülkemizde en yaygın açlık grevleri 2000 yılında F tipi cezaevlerinin açılmasını önlenmesi, Terörle Mücadele Kanunu ve Devlet Güvenlik Mahkemeleri ile bu mahkemelerin verdiği cezaların bütün sonuçlarıyla kaldırılması, halkların özgürlük ve demokrasi mücadelesi önündeki tüm anti demokratik yasaların kaldırılmasıyla ilgiliydi. Bu istekler nasıl siyasi ise Devletimizin geleceğine yön vermek amacıyla PKK ve KCK'lı mahkumlar ile BDP milletvekilleri tarafından gerçekleştirilen eylemlerin amacı da siyasidir.

Abdullah Öcalan'ın infaz durumunun değiştirilerek tecritinin kaldırılması isteniyor. Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun hükümleri çerçevesinde bu Adalet Bakanlığının görev ve yetkileri kapsamında. Ana dilde eğitim ise Anayasa değişikliğini gerektiriyor. Ana dilde savunma mahkemeleri ilgilendiriyor.

“Olmazsa olmaz” olan o hak
F tipi cezaevleri Ali Suat Ertosun’un Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü döneminde açıldı. Bugün, cezaevleri “kurtarılmış yerler” olmaktan çıkarıldıysa, bunda Ertosun’un katkısının büyük olduğunu bakanlığın her yetkilisi kabul eder. Cezaevlerinde 2’si asker 30 kişinin hayatını kaybettiği operasyon unutulmaz. Dün, cezaevlerindeki açlık grevlerini Yargıtay Üyesi Ali Suat Ertosun’a sordum.

Karşınızdaki hukukçu olunca olayın uluslararası boyutlarını sözleşmeleri, bildirgeleri dinliyorsunuz. Yetmiyor, tıbbi açıdan temel metinleri öğreniyorsunuz. Anlaşılıyor ki, bu eyleme girişenlerin her türlü baskıdan korunması gerekiyor. Örneğin, Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi'nin 3 ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin 2. maddelerine göre; “yaşam hakkı” insanın “olmazsa olmaz” haklarından birisidir. Bu maddelerdeki koruma, kişilerin yaşam hakkına yapılan saldırılarda olduğu gibi kişinin yaşamını kendisinin sonlandırmasını da engelliyor. Bu konuda Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) kararları da bulunuyor.

Ülkemizde de Yüksek Sağlık Şurası'nın 20-21 Aralık 2000 tarihinde ölüm oruçları ile ilgili olarak aldığı 214 sayılı kararı da son derece önemli. O kararda “... bu eylemlerin kişilerin ruhsal ve bedensel sağlığında gerek geri dönüşsüz, gerekse ölümcül zararlar vermeye başladığı andan itibaren Türk Anayasası'nın 5 ve 56. maddeleri gereği ve ayrıca tıbbi etik kuralları uyarınca müdahale edilmesi gerektiğine, kişinin yaşamını tehdit ettiği andan itibaren müdahale etmeyen hekimin de, meslek etiğine uygun davranmamış olacağı” belirtiliyor.

Dahası, TCK'nın 298. maddesinde de hükümlü ve tutukluların beslenmesini engelleyenler ile teşvik ve ikna eden ya da bu yolda talimat verenlerin cezalandırılması öngörülüyor. Ülkemizde yapılan açlık grevlerinin örgüt disiplini ve talimatları doğrultusunda organize olarak yapıldığı unutulmamalı. Ali Suat Ertosun, “Tutuklu ve hükümlüler, bulundukları örgütsel atmosfer ve koşullar içerisinde bağımsız düşünme yeteneklerini, sağduyularını kaybetmekte, bireysel davranamamakta, açlık grevine kendi serbest iradeleri ile karar verememektedirler” diyor.

“Sorunun çözümü şimdi daha kolay”
Genel müdürlüğü döneminde ölüm oruçlarını, cezaevi direnişlerinin en katısını yaşayan Ali Suat Ertosun, eskiye göre sorunun çözümünün şimdi daha kolay olduğunu belirtiyor ve yapılması gerekenleri de şöyle sıralıyor:
1- Açlık grevi yapan tutuklu ve hükümlüler, baskı altında tutulabilecekleri ortamlardan uzaklaştırılıp korunmalı, gerektiğinde diğer açlık grevcilerinden de ayrılmalı.
2- İnsan hakları ile ilgili metinlerde, 'ölümün insan hakkı olduğunu' belirten bir ibare bulunmadığından, yaşamın kutsallığına saygı gösterilmeli.
3- Açlık grevi yapanları doktorlar bilgilendirmeli, örgütsel koşullanmayı kırmak için bu konuda psikiyatri uzmanı ve psikologlardan yardım alınmalı.
4- Açlık grevi yapanları örgüt baskısı altında bulunmayan yakın aile bireylerinin destek ve yardımından yararlanılmalı.
5- Hastanın aldığı karara saygı göstermesi görevi olmakla birlikte, hekim, hastasının yaşamını sürdürmesi için mesleğinin gereğini yerine getirmeli.

Şimdi yapılması gereken ortamı gerecek demeçler olmamalı, ölümler kutsanmamalı, insan hayatı pazarlık konusu yapılmamalı. Hukukçu Ertosun’un son sözü ise “vahim sonuçlarla karşılaşmaması ve ölüme yatırılanların yaşama döndürülmesi için gerektiğinde insani müdahalede bulunulmalıdır” oluyor.

Yorum Gönder

[blogger][facebook][disqus]

Kemalın Askeri

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget