Koltuk kavgası - Emin Çölaşan
Sevgili okuyucularım, Bay Abdullah Gül Meclis açış konuşmasında bazı sözler söyledi, Tayyip’in marifetlerini biraz dolaylı yollardan eleştirdi ve bizim muhalefet partileri bile kendisine teşekkür ettiler!
Bay Abdullah Gül yıllardır Çankaya’da oturuyor. Onun geçmişini, geçmişteki söylemlerini iyi bilen kimseleriz. Yıllarca Tayyip’le kader arkadaşı oldular.
Tayyip günün birinde onun elinden tutup Çankaya’ya seçtirdi. Peki sözünü ettiğim bu şahıs Çankaya’da neler yaptı?
Devletin başı kimliği ile bir gün olsun belli bir konuda ağırlığını koyabildi mi? Ya da namusu üzerine ettiği tarafsızlık yemininin gereğini yaptı mı?
Ne yazık ki, bu iki soruya da olumlu yanıt vermek mümkün değil.
O sadece, Çankaya’da otomatik imza makinesi olarak görev yaptı. Önüne gelen bir tek yasayı, bir tek kararnameyi geri çevirmedi.
Hükümete karşı bir tek eleştiri getirmedi, getiremedi.
Ağırlığını koymayı beceremedi…
Çünkü o milletin değil, AKP’nin Cumhurbaşkanı olmayı yeğledi.
* * *
Kendisine anayasa ile verilmiş pek çok yetkiler var. Bazıları şunlar:
Anayasa Mahkemesi üyelerini, YÖK üyelerini, HSYK üyelerini, Danıştay üyelerinin dörtte birini, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısını, üniversite rektörlerini seçmek.
Şimdi bunca yıl sonra çıksın ortaya ve desin ki “Ben bu seçimleri yaparken tarafsız davrandım, oralara partili yandaşları seçmedim!..”
Asla diyemez çünkü hep yandaşları getirdi.
Böylece, özellikle yargıyı ve üniversiteleri, kendisini Çankaya’ya çıkaran iktidar partisinin arka bahçesine dönüştürdü. Diyet borcunu böyle ödedi.
Şimdi Meclis konuşmasında kalkmış ilk kez olarak iktidar partisini ve
dolayısıyla Tayyip’i eleştiriyor ve bizim muhalefetten alkış alıyor!
Hapishanede yatmakta olan sekiz milletvekilinin tutuksuz yargılanmasını ve Meclis’te yer almasını istiyor, BDP’li milletvekillerinin dokunulmazlığının kaldırılmasına karşı çıkıyor, Tayyip’in kongre konuşmasında hiç değinmediği AB olayının öne çıkarılmasını istiyor, basının özgür olmasından dem vuruyor.
Ama en önemlisi, Tayyip’in piyasaya sürdüğü başkanlık sistemine karşı
çıkıyor.
Hadi canım, sen de!..
Beyefendi bu sözlerin madem sahibi imiş, o halde Çankaya’da oturduğu
sürece bu konularda ağzını bir gün olsun niçin açmamış?
Var mı onun bu konuları daha önce gündeme getirdiğini duyan?
Yok.
* * *
O halde ne oluyor da Bay Abdullah Gül şimdi bu konuları ağzına dolayıp eleştirmeye başladı?
Çankaya’da yıllarca particilik yapan, orada Tayyip’in otomatik imza makinesi olarak oturmayı içine sindiren, yargıya ve rektörlüklere partili partisiz yandaşları dolduran, en kritik ülke sorunlarında bile ağzını açıp konuşmayan, hiçbir konuda ağırlık koyamayan bu şahıs, acaba birden bire hidayete mi erdi?
Hayır, hidayete falan ermedi!
O halde ne oldu da aniden konuşmaya, eleştirmeye başladı?
Efendim, bu sorunun yanıtı gayet basit.
Çankaya konusunda Tayyip’le arasına kara kedi girdi!
Tayyip yeni planlar oluşturuyor, oraya elleriyle getirdiği Abdullah kardeşinin makamı olan Çankaya’ya zıplayacak.
Abdullah kardeşi de ona bu dolaylı mesajlarıyla şöyle demeye getiriyor:
“Bana danışmadan, benim fikrimi almadan bazı oyunlar oynuyorsun. Her şeyi nalıncı keseri gibi kendine yontuyorsun. Oysa benim buraya bir sefer daha seçilme hakkım var. İster başkan olarak, ister cumhurbaşkanı olarak. Sen benim fikrimi sormuyorsun, haklarıma tecavüz ediyorsun.”
Sevgili okuyucularım, ben bunları niye yazıyorum!
Şunu herkes iyi bilmeli: Bay Abdullah Gül bu çıkışları durup dururken babasının hayrına yapmadı. Şimdi hem Tayyip, hem de o, başkanlık yarışında. Bay Gül bence, Tayyip’in bu konuda kendisini aldattığını ve bu yolla öne geçtiğini düşünüyor…
Çünkü Çankaya bir adet ama oraya talip iki adet!
Bu yüzden Tayyip’e bozuk atıyor ve Meclis’teki açış konuşmasında tarihinde ilk kez eleştiriler getiriyor.
Hikayemiz budur efendim!
***
ÖZAL’IN KEMİKLERİ SIZLARKEN…
Özal Ailesi amacına dün ulaştı!
Semranım, oğlu Ahmet ve birader Korkut yıllarca ekranlara çıktılar, gazetelere demeçler verdiler:
“Onu öldürdüler, onu zehirlediler!..”
Ellerinde hiçbir somut bilgi ve belge yoktu. Kendilerini acındırmak ve gündemde tutmak için, eceliyle ölmüş bir adamın cesedine, mezardaki kemiklerine sığınmışlardı. Bu konuda savcılığa başvurularda bulundular, mecburen soruşturmalar açıldı, devlet organları bu işlerle uğraştırıldı. Savcılığın bu konuda yapacağı tek şey vardı, bunca tantana sonrasında o mezarı açtırmak.
Gözleri aydın, mezar dün açıldı.
Rahmetlinin mezarda bile rahat bırakılmayan kafatası ve kemikleri mühürlü naylon torbalara doldurulup Adli Tıp Kurumu’na getirildi.
İnceleme iki ay sürecek, kemikler ise birkaç gün içerisinde yeniden
mezara konulacakmış.
Varsayalım, bu yapılacak incelemeler sonucunda Turgut Özal’ın “Öldürüldüğü, zehirlendiği” ortaya çıktı. Aradan geçmiş 20 yıla yakın bir süre. Bu işi yapanları, yani sorumluları, başka bir deyişle katilleri nasıl ve nereden bulacaksınız?
Varsayalım zehirlenme, öldürülme gibi gerçeklere ulaşmak mümkün olmadı. O takdirde Özal Ailesi ne yapacak?
Yarattıkları bu tantana nedeniyle kamuoyundan özür dileyecekler mi?
Ben size olacakları şimdiden söyleyeyim:
Özür falan dilemezler.
Hele babaları iflas etmiş bir borçlu, kaçak bir işadamı imiş gibi ölümü sonrasında mirasını reddeden o aile bireylerinden, çocuklarından hiçbir şey beklemeyin.
* * *
Ancak burada benim kafamda bazı kuşkular oluşmaya başladı. O kötü senaryo şöyle:
Adli Tıp Kurumu, AKP’nin yan kuruluşudur. Kemikleri inceleyip “Öldürülmüştür, zehirlenmiştir” gibi bir rapor düzenleyebilir…
Ve bu rapor, bundan sonra AKP’nin açtıracağı bazı yeni davaların başlangıcı olur, muhaliflerin yeni dalgalarla gözaltına alınmasıyla sonuçlanabilir.
İktidarın hoşlanmadığı bazı kimselerin evleri basılır ve yeni bir baskı-gözaltı-tutuklama sürecinin bahanesi olarak bunlar kamuoyuna “İşte Özal’ın katilleri” diye sunulabilir. Hatta “Özal’ı zehirleyen de Ergenekon silahlı terör örgütüdür” kampanyası başlatılabilir.
Burası Türkiye abicim, olmaz olmaz demeyeceksin, her şey olabilir!
***
ERGİN SAYGUN’UN KİTABI
Silivri’de Balyoz davasında tutuklu bulunan, halen hastanede yatmakta olan, bozuk sağlığı dikkate alınmadan mahkeme tarafından tahliye edilmeyen emekli Orgeneral Ergin Saygun da Balyoz yazarları arasına katıldı. Yeni çıkan kitabını bir solukta okudum:
“Türk Ordusuna Balyoz.” (Kaynak Yayınları.)
Türk Ordusu’na 43 yıl hizmet veren Ergin Paşa “adil mahkeme” tarafından 18 yıl hapis cezasına çarptırıldı. Olayın içyüzünü, kurulan tezgahları ve yaşadıklarını kitabında çok ilginç bir biçimde anlatıyor. Mahkemede son sözü olarak “Şimdi kuvvet bizde değil ama hak bizimdir” demişti.
Bu ilginç kitabı mutlaka okumanızı öneriyorum. Türk Ordusu’na kurulan tuzağı ve Balyoz tezgahının perde arkasını bir orgeneralin kaleminden öğrenip şaşıracaksınız.
Bu kitabı Genelkurmay Başkanı Necdet Bey de mutlaka okumalıdır.
http://sozcu.com.tr/koltuk-kavgasi.html
Yorum Gönder