“Her can ölümü tadacaktır” - Rıza Zelyut
Siz sanıyor musunuz ki bu Tanrısal uyarı sadece iktidarların karşısında olanlara yapılmıştır?
Yani; “ölümlü olanlar” sadece muhalifler midir?
İktidar sahipleri de er geç ölümü tadacaklardır.
Çin’in kuzeyinden vurarak onları eğen Hun İmparatorluğu’nun kurucusu büyük Mete Han sonunda ölmedi mi?
Tarihe Türk adını veren demirci Açina’ların ulu hakanı Bumın Kağan da ecel şerbetini içmedi mi?
Ya küçük ordusuyla büyük Bizans ordusunu dağıtan Sultan Alp Arslan?
Ya “Ebülfeth” yani “Fatihlerin babası” unvanı ile anılan Sultan Fatih Mehmed?
Ya bu devletin kurucusu, Türk kimliğini yeniden yaratan Gazi Mustafa Kemal?
Ya, “İktidar bende ise her istediğimi yaparım; muhalefetin de boğazını sıkarım, gazeteleri yasaklar, gazetecileri hapse tıkarım.” havalarına giren rahmetli Adnan Menderes?
Ya 12 Eylül darbesinin ekonomik ayağını oluşturan Turgut Özal?
Neredeler bunlar? Ölümü tadmadılar mı?
Bazılarını eleştiriyor olsam bile; hepsini de rahmetle anıyorum.
NEDEN UYARIYOR?
Kutsal kitabımızdaki “Her nefis (ruh/can) ölümü tadacaktır.” anlamındaki âyet, üç sûrede geçmektedir: ¬l-i İmran, 3/185; Enbiyâ: 21/35; Ankebut, 29/57.
Bu uyarının tekrar edilmesinin bir anlamı var. Tanrı; dikkatimizi çekiyor ve diyor ki: “Ey kendisini sahte ilahlar gibi ölmez zanneden insanoğlu. Hiç ululanma. Senin de günün gelecek; canın ruhundan ayrılacak; yani öleceksin. Kendini ölümsüz gibi görmekten vaz geç.”
Kitaa göre; Müslümanlar; öte dünyaya inanırlar. İmanın şartlarından birisi de ahirete inanmaktır. Ama bugünkü Müslümanlar öyle mi? Hele hele bu zulüm; bu soygun sisteminin Müslümanlıkla ilgisi olabilir mi? Bir kesim insafsızca tüketip kirletirken emekçilerin bütün haklarının alınıp çalışanların köleleştirilmesi... Doğanın tahribi; inşaatçılar para kazansın diye diğer canlıların hayat alanlarının yok edilmesi... Sanki şu Tanrısal yumrukla yere batıralan ilk çağ şehirleri gibi... Sodom ve Gomore... Müslümanların bütün amacı da işte Sodom ve Gomore’nin seçkin bir üyesi olmak gibi gözüküyor. Bu yüzden de dinin özünü bırakmışlar; işin şekliyle uğraşıp Allah’ı kandıracaklarını sanıyorlar. Kıldığı namazdan, tuttuğu oruçtan habersiz geniş bir kitle var.
NAMAZ BU MUDUR?
Bir okurumdan gelen elektronik mektupta diyor ki: A’mâk-ı Hayâl (Hayâlin Derinlikleri) yazarı ilk Türk felsefecilerinden, Şehbenderzâde Filibeli Ahmet Hilmi (1865-1914)’den bir alıntı paylaşıyorum. Filibeli Ahmet Hilmi yabancı bir gözlemciden aktarıyor:
ìTürklerde namaz günlük vazifelerdendir. Kendiliğinden anlaşılır ki, bu vazife elbise giymek, işini yapmak, yemek yemek ve uyumak vazifeleri gibi yerine getirilir. Eskiden beri alışılmış bir adet takip edilir. Ne halde bulunulursa bulunsun ve hal ne kadar elverişsiz olursa olsun namaz kılınır. Bir şahıs az nazik bir hikaye anlatır. O sırada müezzin ezan okumaya başlar. Hikaye anlatan hikayeyi keser, namazını kılar, sonra hikayesine kaldığı yerden devam ederÖ Bir tacir yalan söyler, aldatır, sonra namaz kılar, sonra yalan söylemeye ve insanları kandırmaya devam ederÖ Bir paşa vahşice bazı zulümler veya cinayet için emirler vermekle meşguldür; ezan okunduğunu işitir, gayet huzurla seccadesini yayar, sakalını sıvazlar, rahat olduğu kadar muhteşem bir sima ile namazına başlar. Namaz kılındıktan sonra zalimane talimatını vermeye devam eder. Çünkü namazı ile vicdanının hiçbir alakası yoktur ve hiç kimse bunda hayret edilecek bir şey görmez, hiç kimse bundan arlanmaz, herkes kılınması gereken zamanlarda namazını kılar ve bununla her şey olmuş bitmiş olur. Siz bunun adına Allah’a ibadet diyebilir misiniz? Diyenler çoğunluktadır ve bence kendilerini kandırmaktadırlar.
Ey dinini dünya ile değişen kişiler! Biliniz ki bir gün hesaba çekileceksiniz. O zaman sizi hiçbir siyasetçi kurtaramayacaktır.
Yorum Gönder