Ana Kaynakta Birleşmek - Yaşar Nuri Öztürk


İs­lam'da, olmazsa olmazların esa­sı­nı ve çer­çe­ve­si­ni, Kur'an be­lir­ler. Ana kaynak, zamanüstü kaynak odur. Kaynakların kaynağı odur. Gazalî, el-Müstasfa’sında bu noktaya değinirken, “Mülzim yani bağlayıcı olan Kur’an’dır. Öteki kaynaklar sadece muzhir yani açıklayı-cıdır” diyor.

‘Müs­lü­man’ adı­nı al­ma­nın bi­ri­cik şar­tı Kur'an'a inan­mak ya­ni onun, ölüm­süz ilkelerin kay­na­ğı ol­du­ğu­nu kabullen­mek­tir. Ancak Kur'an'a iman, küllî ola­cak­tır. Kıs­men be­nim­se­me yet­mez. İkin­ci­si, Kur'an'da yer alan ilke, kav­ram ve hü­küm­le­re yo­rum ge­tir­mek iman gerçeğini ze­de­le­mez. Bu yo­rum­la­ma faaliyeti Kur'an'ın sa­de­ce izni değil, em­ri­dir.

O hal­de, bir ko­nu­nun İs­la­mî­li­ği­ni vur­gu­la­ya­bil­mek, ona Kur'an bün­ye­sin­de bir yer bul­ma­yı ge­rek­li kı­lar. Fa­lan mez­he­be, fi­lan bil­gi­ne gö­re de­mek yet­mez. Ha­dis de -uy­dur­ma ol­ma­mak şar­tıy­la- Kur'an'ın Hz. Pey­gam­ber eliy­le yo­ru­mu ola­rak de­ğer ka­zan­mak­ta­dır.

Kur'an, muh­te­va­sı için­de iki ala­nı bir­bi­rin­den ayı­rır: Muh­kemât, mü­teşâ­bihât. Bi­rin­ci ka­te­go­ri­ye gi­ren Kur'an­sal ilkeler ‘ki­ta­bın ana­la­rı’ ya­ni, te­mel­le­ri­dir. Bun­lar, Kur'an dü­şün­ce­si­nin ak­si­yom­la­rı, postulatlarıdır. Al­lah'ın bir­li­ği, ahiret, pey­gam­ber­lik vs. gi­bi. Bun­lar, bu çıp­lak ve ka­te­go­rik hal­le­riy­le, tar­tış­ma dı­şı­dır. Ör­ne­ğin, Al­lah bir mi, iki mi, âhi­ret var mı yok mu? vs. so­ru­la­rı so­ru­la­maz. Al­lah bir­dir; âhi­ret var­dır.

Mü­teşâ­bih alan -ki Kur'an ayet­le­ri­nin ço­ğun­lu­ğu bu­ra­ya gi­rer- yo­rum ve tar­tış­ma­ya açık­tır. Bir baş­ka
de­yim­le, bu ayet­ler, de­ği­şen za­man ve mekân şart­la­rı­na, in­san­lı­ğın ulaş­tı­ğı ye­ni tekâ­mül ve bil­gi aşa­ma­la­rı­na gö­re ye­ni an­lam­lar ve hikmetler ka­za­nır­lar. Bun­lar ay­rı­ca, her bi­lim da­lı­na ve dü­şün­ce çiz­gi­si­ne gö­re de de­ği­şik hikmetler taşırlar. Bu ba­kım­dan, şu­nu, Kur'an adı­na söy­le­mek bor­cun­da­yız:

Kur'an'ı, tek ba­şı­na bir ki­şi­nin ve­ya sa­de­ce bir bi­lim ve dü­şün­ce di­sip­li­ni­nin ge­re­ğin­ce an­la­ma­sı ve an­lat­ma­sı müm­kün ol­maz. De­ği­şik di­sip­lin­ler­den, de­ği­şik pers­pek­tif­te ki­şi­le­rin, ça­lış­ma­la­rı­nı bir­leş­ti­re­rek, için­de
bu­lu­nu­lan za­man di­li­mi­ne gö­re Kur'an'ı in­san­lı­ğın is­ti­fa­de­si­ne sun­ma­la­rı, en doğ­ru yol­dur. Çün­kü Kur'an'ın en bü­yük ve en güç­lü yo­rum­cu­su za­man ol­muş­tur ve ola­cak­tır. Bu da bi­zi şu so­nu­ca gö­tü­rür: Za­man her şe­yi es­ki­tip ih­ti­yar­lat­tı­ğı hal­de Kur'an'ı ye­ni ta­ze­lik­le­re bü­rün­dür­mek­te ve genç­leş­tir­mek­te­dir.

Mü­te­şâ­bih ala­nı­na gi­ren sır­la­rın çö­zü­mü, yi­ne Kur'an'ın ifa­de­si­ne gö­re "Al­lah'ın ve ilim­de derinleşmiş
ki­şi­le­rin işi­dir" (Âli İm­ran, 7) Şu­nu da unut­ma­mak ge­re­kir ki, muh­kemât ka­te­go­ri­sin­de­ki tes­pit­le­rin de bir mü­teşâ­bih yan­la­rı var­dır. Me­se­la, Al­lah'ın bir­li­ği ve ya­ra­tı­cı­lı­ğı muh­kem, bu bir­lik ve ya­ra­tı­cı­lı­ğın za­man ve mekân ka­te­go­ri­le­ri ile iliş­ki­le­ri­ni açık­la­mak mü­teşâ­bih­tir. Ölüm son­ra­sın­da di­ril­me, he­sap ver­me muh­kem,
bu­nun na­sıl­lı­ğı mü­teşâ­bih­tir. İs­ra ola­yı muh­kem, na­sıl­lı­ğı mü­te­şâ­bih­tir.

Muh­kemât ka­te­go­ri­si­ne gi­ren hü­küm­le­re har­fi har­fi­ne, mü­teşâ­bih­le­re ise, yo­ru­ma açık ola­rak iman edip Kur'an'ı böy­le­ce be­nim­se­yen her in­san mü­min-Müs­lü­man sı­fa­tı­nı alır ve İs­lam'ın ge­tir­di­ği tüm imkân ve
ni­met­ler­den ya­rar­la­nır. Böy­le bi­ri­nin iba­det et­me­me­si, gü­nahkâr ol­ma­sı, mü­min ni­te­li­ği­ni tar­tış­ma­ya se­bep
teş­kil et­mez. Kur'an'ın bu yak­la­şı­mı, onun teb­liğ­ci­si Hz. Mu­ham­med ta­ra­fın­dan ıs­rar­la sa­vu­nul­muş ve Kur'an, onun di­liy­le, ‘Al­lah'ın gök­ler­den ye­re uza­nan ipi’  ola­rak gös­te­ril­miş­tir. "Bu ema­ne­te sa­rı­lır­sa­nız, as­la sap­maz­sı­nız" buyuran da odur.


MEZHEP, DİN DEĞİL; DİNE YORUM GETİREN EKOLÜDÜR

O hal­de, Kur'an'ın "Bu­gün di­ni­ni­zi ta­mam­la­dım" (Mâi­de, 3) di­yen aye­ti in­di­ği gün, din adı­na ina­nı­la­cak ve tar­tış­ma dı­şı tu­tu­la­cak hu­sus­lar nok­ta­lan­mış­tır. Bun­dan son­ra or­ta­ya çı­kan her fi­kir ve söz­ ko­nu­su edi­len her ki­şi­nin du­ru­mu, tar­tış­ma­ya açık­tır. Hiç bi­ri­nin tek­lik ve tartışılmazlık ni­te­li­ği yok­tur.

Ne var ki, ta­rih için­de bi­rer yo­rum ve dü­şün­ce eko­lü olan ve bir kıs­mı po­li­tik kamp­laş­ma­lar­dan kay­nak­la­nan mez­hep­le­rin birço­ğu ken­di­si­nin tek ger­çek ol­du­ğu­nu id­dia ede­bil­miş ve çer­çe­ve­si­nin dı­şın­da ka­lan­la­rı ‘İs­lam dı­şı’ (he­te­ro­doks) ol­mak­la suç­la­ya­bil­miş­tir. Oy­sa­ki, bu mez­hep­le­rin hep­si, Kur'an'ı kay­nak al­mak­ta
bir­le­şir­ler. Ve Kur'an, bu bir­li­ğe gi­ren­le­rin kar­deş ol­duk­la­rı­nı açık­ça be­lir­tir. (bk. Hu­curât, 10)

Ken­di mez­he­bi dı­şın­da ka­la­nı ‘sa­pık­lık ve fit­ne çı­kar­mak’la suç­la­mak, Eme­vî­ler­le baş­la­yan ve son­ra
Eme­vî­liğe tepki ola­rak do­ğan an­la­yış­lar­la derinleşen bir il­let­tir. Bu il­let, İs­lam dün­ya­sı­nı ta­rih bo­yun­ca
ke­mir­miş ve ke­mir­me­ye de­vam et­mek­te­dir. Çıkarlarını halkın parçalan-masına bağlayan saltanat dinciliği, bi­rer yo­rum ve yak­la­şım şek­li olan mez­hep­le­ri, ba­ğım­sız bi­rer din gi­bi em­po­ze et­mek­te ve Müs­lü­man
kit­le­le­rin Kur’an tarafından kurulan kardeşliğini işlemez hale getirmektedir.

Yorum Gönder

[blogger][facebook][disqus]

Kemalın Askeri

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget