Ülkenin tanınmış koflarından bir gazete yazıcısı, AKP’yi, İttihat ve Terakki ile Kemalizm’in peşinden gitmekle suçluyor. Keşke gitseydi belki Cumhuriyet’in, bu ülke ve milletin gerçek partisi olurdu. Türkiye’nin içinde bulunduğu, sırtında taşıdığı sorunları (Ermeni, Kürt, Alevi, Kıbrıs) İttihat ve Terakki ile Kemalizm’e fatura etmek son derece onursuz bir davranıştır. Osmanlı’nın 600 yıllık mirasını bu iki siyasal oluşuma mal etmek ancak bu türden yozlaşmışların aklına gelir.
Osmanlı’nın Ermeni, Kürt, Alevi politikalarının pisliğini temizlemek İttihat ve Terakki’ye kaldı. Talihsiz İttihat ve Terakki deneyimi olmasaydı, Türkiye Cumhuriyeti diye bir devlet olmazdı. Tarihsel muhakemeden nasipsiz bir yazman eline almış kalemi Musevilere, Ermenilere, Kürtlere, Alevilere yağ çekmek için tarihimizin en önemli iki deneyimine kara çalıyor.
Sanki Kıbrıs’ı, 4 Haziran ve 1 Temmuz 1878 tarihlerinde yapılan sözleşme ile II. Abdülhamid değil ama İttihat ve Terakki Birleşik Krallık’a kiraladı; İnönü, fiilen İngiltere sömürgesi olan Kıbrıs’ı Lozan Antlaşması’nın 21. maddesine göre Birleşik Krallık’a peşkeş çekti (!); Yunan Kemalistlerin kurduğu EOKA, Kıbrıs’ta iç savaş çıkardı. İnsafsızlık ve utanmazlık ancak bu kadar olur. Onur sahibi bir kalem yüreği yetip AKP’yi eleştirecekse, ne İttihat ve Terakki’ye, ne de Kemalizm’e gereksinimi vardır... AKP hükümetinin Ermeni, Kürt, Alevi ve Kıbrıs sorunlarını halletmesini kim engelliyor? Kimse! AKP’yi korumak için İttihat ve Terakki ile Kemalizm’i kullananlara ancak bir “Çüüş!” çekilir, “Çüüüüş!”
İttihat ve Terakki'nin işleri
İslamcıların ve AKP’nin Büyük Hakan’ı II. Abdüldamid, Meclis-i Mebusan’ı 13 Şubat 1878’de dağıtmış ve 30 yıl kapalı tutmuş… Onun devr-i saadetinde 1878’de İngilizler Kıbrıs’ı almış; 1881’de Fransızlar Tunus’u işgal etmiş… 15 Eylül 1882’de İngiltere Mısır’ı işgal etmiş… Şanı büyük Osmanlı (!) dış borçlarını ödeyemediği için Duyun-u Umumiye kurulmuş… (Yani 1872 yılında kurulan Düyun-u Umumiyye-i Osmaniye Varidat İdaresi). 1896’da Bulgaristan özerklik kazanmış… 1896’da Girit kendisini Yunanistan’a bağlamış… Berlin Antlaşması’na göre Avusturya, Bosna-Herkes’i kendi topraklarına katmış… Osmanlı Devleti ağustos sıcağında kalmış bir buz dağı gibi erimekte ve II.Abdülhamid özgürlüklerin tamamını gasbetmiş ve Meclis yıllardır kapalı… Bunların sorumlusu İttihat ve Terakki Cemiyeti mi?
Sahi, Mete Tuncay, Cemil Koçak, Halil Berktay, Mustafa Armağan, Ayşe Hür gibi resmiyetsiz ve yanaşma tarihçiler, son kuruşunu 1939 yılında Cumhuriyet’in ödediği Osmanlı borçlarıyla neden yüzleşmiyorlar?
Dağa çıkmak, darbe yapmak
Alev Coşkun’un “Özgürlük Mücadeleleri Tarihimiz: Devrimin İlk Karşıtları” adlı kitabında (S.114-117) “İşte bu noktada Manastır’da birkaç gün önce öldürülen Şemsi Paşa’nın yerine gönderilen Tatar Osman Paşa, 23 Temmuz gecesi dağa kaldırıldı. Bu olay İstanbul’da Bakanlar Kurulu’nu ve Saray’ı şaşkınlık ve güçsüzlük içinde bıraktı. Bu sarsıcı olayın etkisini kullanmak isteyen Manastır’daki örgüt üyeleri de, 23 Temmuz 1908 gecesi Meşrutiyet’i ilan ettiklerini Saray’a telgrafla bildirdi” cümlesini okurken, kendi kendime “Meşrutiyet’in ilanı 24 Temmuz’da değil miydi?” diye mırıldandım. Sonra, bir anda, “Artık meşrutiyetin birincisi ve ikincisi, İslahat Fermanı gibi tarihsel olayların yıldönümlerinde mutlaka yazı yazacağım” diye karar verdiğimi, karar vermiş olduğumu fark ettim.
II. Abdülhamid’in zorbalığı karşısında yurtseverler dağa çıkıp darbe yapmayıp da ne yapacaktı Allahaşkına!? Memlekette seçim yapılacaktı da seçim mi engellediler, seçim sonuçlarına karşı darbe mi yaptılar? 1908 yılında, II. Abdülhamid gibi bir zorbaya karşı Avrupa’nın her ülkesinde darbe yapılırdı. 1871’de, 1848’de Fransa’da ne oldu?
1905’ten itibaren Rusya’da neler oldu?
Osmanlı Devleti eğer devlete benzer bir devlet olsaydı genç subaylar Makedonya’da özgürlük için dağa çıkmazlardı. Onlar dağa çıkıp II. Meşrutiyet’i ilan ettikleri ve ettirdikleri için Anadolu toprakları üzerinde bir Türkiye Cumhuriyeti Devleti var.
Dedikodu tarihçilerine bakarsanız 1908 darbesi yapılmasaydı, 27 Mayıs, 12 Mart, 12 Eylül, 28 Şubat darbeleri de olmazdı. Lâhavle! Şinasi, Namık Kemal, Ziya Paşa, Mithat Paşa da kuşkusuz en büyük suçlulardır… Biraz daha geriye gidelim: II. Selim’den, II. Mahmut’tan da hesap sorulmalı. II. Mahmut 1826 yılında Yeniçeri Ocağı’nı kaldırmasaydı, 1827’de sivil devrimcilerin fitne ocağı Tıbbiye’yi açmasaydı, 1834 yılında nifak yuvası Harbiye’yi kurmasaydı, her şey yolunda gider ve Demokrasi güzel yurdumuza leyleğin gagasında gelirdi.
Yorum Gönder