Türkiyem... Türkiyem... Cennetim! - Uğur Dündar

Dün değerli dostum Dr. Eser Alptekin aradı.

“İyi Uykular Sayın Seyirciler'i bir solukta okudum. Çok güzel bir kitap olmuş! Ama bizim birlikte verdiğimiz mücadelelerden hiç söz etmemişsin!'' dedi.
Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Uzmanı Dr. Alptekin çok haklı. Sağlık sektöründe dönen dolapları açığa çıkarabilmek için yıllardır büyük çaba harcıyor. Bu nedenle de acımasız saldırıların hedefi oluyor.
Örneğin “Ülkemizdeki bel fıtığı ameliyatlarının yüzde 99'u gereksizdir!'' diyor, önüne gelene neşter atarak hastaları sakat bırakanlar hemen saldırıya geçiyor! Makaleler yazılıyor, televizyon programları yapılıyor. Ellerinden gelse susturabilmek için çarmıha gerecekler!..
Ama o, doğruyu savunduğu için yılmıyor, susmuyor.
Nitekim hakikat gecikerek de olsa, hedefine ulaşıyor.
Gazetecilerin de bulunduğu bir yemek masasında, dünyaca saygın  Yale Üniversitesi'nin Tıp Fakültesi Dekanı, onun hakkını teslim ediyor:
“Dr. Alptekin çok haklı. Bel fıtığı ameliyatlarını dört yıl öncesine kadar biz de yapıyorduk. Ama yanlış olduğunu gördük ve vazgeçtik. Artık yapmıyoruz!'' diyor.

***

Uslanmaz hekim Eser Alptekin yine duramıyor ve bir süre sonra bomba gibi yeni bir iddiada bulunuyor:
“Ülkemizde bel fıtığı hastaları, görüntüleme cihazları yoluyla soyuluyor!''
Bu müthiş iddiayı dile getirirken, belgesini de sunuyor:
“Diyelim ki hasta, A grubu MR cihazıyla görüntülenecek. Eğer kendisi giderse, ödeyeceği para bin lirayı buluyor. Ama ben gönderirsem, sadece yüz lira ödüyor! Arada 900 liralık büyük fark var. Eğer bana yapılan teklifleri kabul etsem, bu farkı görüntüleme merkeziyle kırışırız!.. Ama hastaların soyulmasına vicdanım elvermiyor! Parayı cebe indirmek yerine, soygun çarkını kamuoyuna duyuruyorum.''
Bu kez görüntüleme sektörü ayağa kalkıyor.
Eser Alptekin boy hedefi oluyor.
Ellerinden gelse linç edecekler.
Ama gerçek çırılçıplak ortada duruyor.
Dr. Alptekin yine haklı çıkıyor.

***

2004 yılında dünya “Vioxx'' adlı ilacın sebep olduğu skandalla sarsıldı.
Oysa “Vioxx'', mucizevi etkiye sahip bir “ödem giderici'' olarak piyasaya sunulmuştu.
Aynı amaçla kullanılan diğer ilaçlardan farkı, mideye dokunmamasıydı. Kanama yapmadığı için, ülserli hastalar bile rahatlıkla alabiliyordu.
Benzerlerine oranla çok pahalı olmasına rağmen, “Vioxx'' kapış kapış gidiyordu.
Örneğin Dr. Alptekin'in, 30 hastasından 25'i, “Vioxx'' kullanıcısıydı...
Ancak çok geçmeden hastalarında tuhaf belirtiler gözlemlemeye başladı.
Örneğin tansiyonları yükseliyor, bazıları çift görebiliyor, kimileriyse kalp hastalıklarına özgü şikayetler dile getiriyordu.
Kuşkuları giderek artınca, ilk önlem olarak ilacı yazmaktan vazgeçti.
Bununla da yetinmeyip, üretici firmanın Türkiye'deki tıbbi direktörünü aradı. Yetkiliyle tespitlerini paylaştı. Aldığı cevap şaşırtıcıydı. Çünkü tıbbi direktör, “mucize ilaç Vioxx''un uzun deneyler sonucunda piyasaya çıkarıldığını söylüyor, sözü edilen belirtilerin hastaların sadece yüzde 1'inde görüldüğünü, bunun da normal olduğunu öne sürüyordu.
Oysa Eser Alptekin'e göre bu oran yüzde 70'ler civarındaydı.
Aradan günler geçti “Amerika'daki yetkililerle görüşüp size 10 gün sonra döneceğim!'' diyen tıbbi direktörden ses seda çıkmayınca Dr. Alptekin bir kez daha arayıp uyardı.
Üstelik bu kez çok sertti:
“Bana döneceğinizi söylediniz ama aramadınız. Sizi son kez ve çok ciddi olarak uyarıyorum. İnsanların sağlığıyla oynamayın!..''
Bu konuşmanın üzerinden bir yıl bile geçmeden “Vioxx'' skandalı patlak verdi.
İlacın ölümlere yol açtığı belirlendi.
Piyasadan toplatılan ''Vioxx''un üreticisi aleyhine, sadece Amerika'da 2 bin 500 dava açıldı. Milyarlarca dolarlık tazminat istendi.
Sonunda şirket bir milyar dolar tazminat ödemeyi kabul etti!
Oysa Dr. Alptekin, skandalın ortaya çıkmasından bir yıl önce durumu fark etmiş, ancak uyarıları önemsenmemişti!
Çünkü burası Türkiye... Burada en ucuz şeylerden biri, insan hayatı!
Üstelik insan hayatıyla oynamanın cezası da pek yok!

***

Geçenlerde yayınlanan bir rapora göre Türkiye, organ ticaretinin dünya ölçeğindeki merkezlerinden biri!..
Yerinde bir tespit!
Bu ülkede organ mafyalığı yapmak kolay, organ mafyası haberini yapmak çok zor!
Dünyanın en ünlü organ taciri 171 yıl hapis istemiyle yargılanırken bir gün bile cezaevine girmiyor, ama ona “organ mafyası'' diyen gazeteci cezaevini boylayabiliyor!..
Yani mafyaya cennet, gazeteciye cehennem!

***

Organ mafyası dışarıda ama Soner Yalçın, Barış Terkoğlu, Barış Pehlivan ve Müyesser yıldız gibi gazeteciler içerde.
Üstelik kimsenin organını çalmadılar, sağlığıyla oynamadılar!..
Ama aylardır cezaevindeler.
Peki niçin?
Kamuoyunun sağlıklı oluşması amacıyla haber yaptıkları için!..
Hukuk, ey hukuk!.. Neredesin?

Yorum Gönder

[blogger][facebook][disqus]

Kemalın Askeri

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget