Savaş Davulları ve Türkiye - Ergin Yıldızoğlu

Geçen hafta Suriye sorununa ilişkin tartışmalarda, “askeri müdahale” çağrıları yoğunlaştı, parmaklar Türkiye’yi daha doğrudan, daha sık göstermeye başladı.
Hava değişiyormuş
The Economist’e göre Suriye’de bir tampon bölge oluşturma çağrıları Batılı hükümet çevrelerinde 25 Mayıs, “Hula katliamından” sonra, aniden güçlenmiş. Bu hükümetler, yakın zamana kadar bir tampon bölge oluşturmak için gerekli askeri müdahaleye karşıymışlar. Artık bu hava değişiyormuş.
Askeri müdahale yerine, diplomasiye bir fırsat tanımaya çalışan “Annan planı” da geçen hafta sonuna doğru tükenmeye başlamış görünüyordu. Salı günü gazeteler Annan’ın diplomasi sürecine Rusya ve İran’ı da katmak istediğine ilişkin bir haberi dolaştırıyorlardı. Ignatius, Washington Post’ta Annan’ın bu önerisine ilişkin, “Devreye giremezse, geriye tek olasılık kalıyor, o da iç savaşın derinleşmeye devam etmesi” diyordu.
The Guardian’daki yorumunda Kosova deneyimini anımsatan Lord Owen’e göre, Rusya katılırsa, tampon bölge savaşa gerek kalmadan kurulabilirdi. Ancak, perşembe günü Annan’ın Birleşmiş Milletler’e sunduğu rapor çok karamsardı, lafı “deniz bitti” demeye getiriyor, askeri müdahale çağrısı yapmasa bile “Batılı ülkeleri daha güçlü tavır olmaya” çağırıyordu.
Aynı gün ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton’un “Annan planı sonuç vermiyor”, İngiltere Dışişleri Bakanı William Hague’in “Annan planı bu güne kadar başarılı olamadı” açıklamaları savaş yanlısı çevrelerde adeta “diplomasi bitti” olarak yorumlanıyordu (The Daily Telegraph 08/06).
Evet belki, savaş olasılığı, tampon bölge gereği üzerine konuşmalar yoğunlaşıyor “askeri müdahale” çağrıları artıyor, ama The Economist’e göre Batılı ülkeler açısından askeri müdahale henüz gündemde değil.
‘Haydi Türkiye, göster kendini...’
Çünkü, böyle bir müdahale ancak bir BM kararı kapsamında gerçekleştirilebilir. Rusya ve Çin’in onayı olmadan BM Milli Güvenlik Konseyi’nden bu yönde bir karar çıkması olanaksız. İkincisi, Batılı güçler, 23 milyon nüfuslu, modern silahlara sahip bir ülke olan Suriye’ye askeri müdahale konusunda çok istekli değil.
“Askeri müdahale zor, uzun, çok kanlı olur” diyor The Economist ve ekliyor: “Böyle bir müdahale, Türkiye’nin ve Arap Birliği’nin açık desteği olmadan düşünülemez bile”.
The Independent’tan Mary Dejevski, “Demokratik isyan görüntüsüyle başlayan bir şey daha şimdiden kendini etnik, dini bölünmelerde ifade ediyor”... “üstelik, Esad Batı’nın sandığından daha fazla toplumsal desteğe sahip” saptamalarını yaptıktan sonra “Esad’ın gitmesi kavgayı bitirmez. Amerika, İngiltere, Fransa böyle bir şeyin içine neden girmek istesinler ki?” diyor. Üstelik Suriye sorunu daha şimdiden Lübnan, İran, Ürdün, İsrail ve Türkiye’de “iktidarları tehlikeye sokacak olası bir yangına” işaret etmeye başladı.
Kissinger’in Washington Post’ta yayımlanan uyarısı tam da bu noktaya işaret ediyordu. Kissinger, 2005 yılında BM’de kabul edilen R2P (“Responsability to Protect- Koruma Sorumluluğu”) doktrininin, tutarsızlıklarına, uluslararası düzene getirdiği risklere değiniyordu. Özetle, Kissinger, devletlerin içişlerine karışmanın, ulusal egemenliklere dayalı uluslararası sistemin temelini kuran “Westefalya Anlaşması”nı geçersiz kıldığını vurguluyor, “Her otoriter rejime karşı ayaklanmayı destekleyecek miyiz? Bu doktrin başka güçlere, uygun buldukları konularda, ‘koruma sorumluluğu’ yetkisini kullanma hakkı verecek mi” diye soruyor. Sonra da “Her rejim değişikliği, tanımı gereği ulus inşa etme zorunluluğunu beraberinde getirir. Bu başarılamadığı takdirde uluslararası düzen dağılır” diyor.
Prof. Joseph Nye de geçen hafta yayımlanan bir yorumunda, “R2P”nin fiziki kapasitenin ötesinde mantıklı bir başarı olasılığını gerektirdiğine ve Suriye sorununda bu koşulların eksikliğine dikkat çekiyordu. (Project Syndicat 8/06).
Kissinger, hem müdahalenin sorunları hem de rejim değişikliği–ulus inşası zorunluluğu ilişkisinde kesinlikle haklı. Financial Times’tan Gideon Rachman’ın bir yorumundan anladığım kadarıyla, Batılı güçlerin de “boğazına kadar borca batık, son derecede kırılgan uluslararası ekonomik ilişkiler ortamında”, Afganistan, Irak’tan sonra, Müslüman dünyasında yeni bir müdahaleye, hele ordusu, nüfusu ve İran’la bağları göz önüne alındığında, Suriye’de yeni bir savaşa daha hazine ve kan dökmeye ne mecali ne de isteği var. Ama bu müdahale olasılığını dışlamıyor.
Rachman’a göre “bir müdahale olacaksa bölgesel güçler başı çekmeli”. “Bırakın” diyor “sınır boyunca korunaklı bölgeyi Türkler kursun. Bırakın gerekli ileri teknoloji silahlara harcanacak serveti Suudiler sağlasın. Eğer NATO bir rol üstlenecekse bu lojistik destek olsun”.
‘Bizi tuzağa düşürdüler...’
AKP hükümetinin, bu havaya kapılmaması, çok dikkatli olması gerekiyor. Batı medyası askeri müdahaleyi kolaylaştırmak için ne gerekirse yapıyor, yalan ya da saptırılmış haberler üretmekten çekinmiyor. Irak savaşında çekilmiş fotoğrafları servis ettiler, “YouTube” filmlerini, başka kaynaklardan doğrulatmadan, zamanına, mekânına bakmadan haber bültenlerinde kullanıyorlar, “isyancılar” denen “şey”in propagandasını haber diye satıyorlar, böylece bizleri savaşa uygun bir ruh haline sokmaya çalışıyorlar. 25 Mayıs’ta 100’den fazla insanın ölümüyle sonuçlanan “Hula katliamı”ndan sonra da aynı şey oldu. Medya hiçbir araştırmaya dayanmadan, hemen Suriye devletini suçladı.
Halbuki, Suriye hükümeti ne diyeceğini bilemezken Katolik örgütü, Vox Clamantis, resmen muhalefeti suçlamış. Suriye’de 100 binden fazla personeli, yaygın bir istihbarat ağı olan Rusya kısa sürede önemli bilgilere ulaşmaya başlamış, katliamdan sorumlu olan 13 kişinin adını Suriye gizli servisine vermiş. Olaydan beş gün sonra da Rossiya 24 haber kanalı, olayı ayrıntılarıyla sergileyen bir belgesel yayımlamış. Bu katliam, Batı’nın tavrı, Rusya’nın kuşkularını daha da derinleştirmiş (Thierry Meysan, Voltairenet.org, 05/06)
İngiltere televizyonu Kanal 4’ün habercisi Alex Thomson’un ve ekibinin başına gelenler de isyancıların askeri müdahaleyi çabuklaştırmak için başvurdukları yöntemleri gözler önüne seriyordu. Bu gazetecileri, tehlikeli bölgeden sağ salim çıkarmak için gelen birileri, götürüp Suriye ordusunun ateş hattına bırakmış. Suriye hükümetinin katliamlarını haber yapmak için giden bu “yararlı gazeteciler”, Thomson’un deyimiyle tuzağa düşürülmüşler; az kalsın bizzat kendileri yeni bir katliam haberi olacaklarmış.
Sakın, AKP hükümetinin Suriye politikası, bölgede güç oluyorum, sorun çözüyorum derken ülkeyi bu gazetecilerinkine benzer bir tuzağa sürüklemesin? Zaman çok hızlandı, Batı’nın “işbirliği yapılacak güçlü lider”, “yenilikçiler” diye pohpohladıkları bir de bakıyorlar, “rejim değişikliği” konusu olmuşlar, ülkeleri de kurtlar sofrasında servis ediliyor...

Yorum Gönder

[blogger][facebook][disqus]

Kemalın Askeri

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget