Başbakan Erdoğan, iktidarının onuncu yılında kürtaj yasağını birdenbire ülke gündemine getirdi. Kendisine bağlı çevreler de bu görüşe tam destek verdi.
Destekçi çevreler içinde Diyanet İşleri Başkanlığı (DİB) ayrı ve önemli bir yer tutuyor.
Kürtaj yasağı konusundaki gerekçesini açıklarken DİB, şöyle diyor:
“…Bilim adamları, biyologlar, embriyologlar, jinekologlar, genetik uzmanları bize kesin bilimsel verilere dayanarak döllenmiş yumurta hücresinin anneden ayrı bağımsız bir insan olduğunu, her ikisinin de iki ayrı genetik sisteme sahip olduklarını... söyledikleri müddetçe… herkes… kürtajın bir insan yaşamına son vermek olduğunu, …haykırmaya devam edecektir.”
Burada DİB, kullandığı kaynak konusunda çok önemli bir değişikliğe imza atıyor. Belki de ilk kez, sürekli yaptığı gibi Kuran’ın bir suresini kaynak ya da dayanak olarak sıralamıyor; gerekçesini çağdaş bilimsel verilere dayandırıyor.
Benimsemediği ve özümsemediği bir tarlanın meyvelerini toplamaya çalıştığı için de yanlış yapıyor!
Önce, DİB’in kaynak olarak sıraladığı bilim insanı ve uzmanlar, döllenmiş yumurta hücresinin anneden ayrı, bağımsız bir insan olduğunu söylemiyor; ayrı genetik sisteme sahip olmanın ayrı insan olma anlamına geldiğini öne sürmüyor. Tersine, döllenmiş yumurta hücresinin bağımsız yaşamasına olanak bulunmadığından ayrı bir insan sayılamayacağını vurguluyor.
Sonra, DİB’in şimdiye dek hiç yanaşmadığı, ancak kürtaj yasağı amacıyla kaynak olarak kullandığı bilimsel gelişmeler, bilim insanlarının, çoğu zaman dinsel öğretilerle ters düşerek ve gerektiğinde büyük bedeller ödeyerek verdikleri uğraşların ve binlerce yıllık bilimsel çalışmaların sonucudur. O bilim dünyasının ana dayanakları arasında akılcılık, ‘Evrim Kuramı’ diyalektik ve tarihsel maddecilik ve pozitivist düşünce çok büyük ve çok belirleyici bir yerdedir. DİB, bunlara bakışına açıklık getirmelidir.
***
Halkın vergileriyle yaşayan; birkaç bakanlığın bütçelerinden fazla olan bütçesi her yıl yüksek oranda arttırılan; aldığı çok sayıda kadroyu, başta Milli Eğitim Bakanlığı olmak üzere, öbür kamu kuruluşlarının birer kadro havuzu gibi kullanan ve son kürtaj yasağı örneğinde olduğu gibi günlük siyasete, üstelik taraf olarak karışan DİB, nedense, iki temel işlevini yerine getirmez.
Bu ülkenin camilerinin pek çoğunun, altı ve ekleri işyeri olarak kullanılır. Kimi yerde daha caminin yapımı tamamlanmadan altındaki mağaza çalışmaya başlar. Bütçe ve bütçe dışı gelirleri yeterli olan DİB öncelikle bunu görmeli, camilerin, gerçekten birer kutsal ibadet yeri olmasını sağlamalıdır.
Ek olarak, geçmişte Avrupa’da yaşanan ve çoğu on yıllarca süren din savaşlarının ana nedenlerinden biri ibadet dilinin ulusal mı yoksa Latince mi olacağıdır. Sonuçta, Avrupa halkları bu sorunu çözmüştür. Herkes kutsal kitabını kendi anadilinde okur ve anlar.
Bizde ise kutsal Kuran, tümüyle Türkçe okunamaz. Onun yerine, meali ya da tefsiri okunabilir.
Eğitimin iyice dinselleştirildiği bir ortama giriliyor. Bakın, 4+4+4 düzenlemesi sonucu oluşan kargaşa ortamında, Milli Eğitim Bakanı Ömer Dinçer bir TV programında ne diyor:
“Çocuk Arap harfleriyle bir kelimeyi okumayı öğrenecek ama okuduğu şey Kuran olacak. Bir müfredat oluşturacağız. Okuyacak ama anlamayacak. Zaten Kuran okuyanların büyük bölümü anlamazlar onu kutsal bir kitap olarak okurlar.”
Çelişkiye bakar mısınız? Eğitim Bakanı, çocuk okuyacak ama anlamayacak diyor; diyebiliyor! Doğmamış çocuğu savunmaya kalkanların tutumuna bakın! Bu anlayış okul çocuğunun okuyup anlama hakkını öldürmek değil mi?
Eğer, DİB bir iş yapacaksa, öncelikle bu topluma olan büyük borcunu ödemeli, Eğitim Bakanı’nın yardımına koşmalı ve Kuran’ın tam Türkçesini yayımlamalıdır.
DİB, bilimsel bilgiye bakışını değiştirebilir mi? Hiç sanmam! Ancak, camileri işyeri olmaktan kurtarması ve Kuran’ın Türkçesini yayımlaması, kaçınmaması gereken en temel görevleridir.
Yorum Gönder