“Maalesef!” Türkçeye yerleşmiş yabancı bir kelimedir, “Üzülerek, acıyarak” anlamında kullanılır:
“Maalesef böyle oldu, maalesef böyle yapıldı!” gibi...
Geçen gün Sayın Başbakan da “Özel Yetkili Mahkemeleri” eleştirirken “maalesef!” dedi.
Başbakan ne için “maalesef” demişti, üzüldüğünü belli etmişti.
Tutuklanması gerekmeyen hallerde, bazı sanıkların tutuklanarak yargılanmalarını eleştiriyordu.
* * *
Bu neyi gösterir?
Bizim söylediğimize Başbakan’ın da hak vermesini...
Başbakan ne zaman bu düşünceye varmıştı ya da böyle düşünmeye mecbur olmuştu? Onlar, yani tutuklanan için “maalesef” diyordu.
* * *
Aylardır, yıllardır hapiste yatanlara “maalesef” yetecek miydi?
Buna da şükür!
Olayları alt alta koyup değerlendirirseniz bir anlam kazanırlar.
Bizim bildiğimiz kadar Sayın Erdoğan yargıdan şikâyetçidir, Başbakan olmadan önce “miğferler, kubbeler, süngüler, minareler” geçen bir dörtlük yüzünden mahkzm olmuş ve dört buçuk ay hapiste yatmıştır.
Bu vakadan sonra Sayın Başbakan’ın yargıyla arası hoş olmamıştır, ilk fırsatta eleştirmiştir, haksız da sayılmaz, iki mısra yüzünden hapse atarsanız, biz dahil aynı duygulara kapılırız.
* * *
Sayın Erdoğan iktidarda olmanın, muktedir olmaya bağlı olduğunu anlamış, son anayasa değişikliğiyle Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nu da biçimlendirmiştir. Lakin özel mahkemelerin uygulamada nasıl işlediğini görünce onları düzene sokmak gereğini duymuştur.
Eee iktidar olmak, muktedir olmaktan geçer.
* * *
Peki, Başbakan bu noktaya nasıl gelmiştir?
Açık açık söylemekten çekinmeyerek...
MİT Müsteşarı şüpheli diye çağrılınca...
Başbakan’ın tepesi attı, “Alacaksanız, beni alın!” dedi ve iki maddelik yasayla herkese yerini hizasını gösterdi, şöyle dedi:
“-Yargının burada, bu insanlara yardımcı olması gerekirken, tam aksine çok daha farklı bir davranışla...”
Hem de “çizmeyi aşarak” diyerek...
Hatta “devlet içinde devlet havasına girdiler” imasıyla...
* * *
Sayın Başbakan’a bir soru sorsak ayıp olur mu?
MİT Müsteşarı’na bu kadar sahip çıkıyorsunuz da, Genelkurmay Başkanı “gizli terör örgütü” suçlamasıyla tutuklanırken ne düşündünüz veya düşündüğünüzü niye söylemediniz.
* * *
Ya ırz düşmanlarının kaçırıp ırzına geçtikleri üniversite öğrencisi kız.
Adamlar kızı kaçırıp, mahkemede iyi halleri görüldüğü, kravat taktıkları için cezalarının indirilmesine ne diyeceğiz?
Ya “parasız eğitim istiyoruz” diye siz konuşurken pankart açan gençlere sekizer yıl hapis verilmesi...
Genç kızı kaçırıp zorla ırzına geçiyorlar, 14 yıl; sizin toplantınızda “parasız eğitim istiyoruz” diye pankart açan gençlere sekizer buçuk yıl...
* * *
Geçenlerde kaybettik, sağ kesimin ünlü taşlama yazarı, şair Abdürrahim Karakoç vefat etti, rahmetlinin “Hâkim beğ” diye bir şiiri vardı. Nedense gazeteler bu şiiri değil “Mihriban” türküsünü öne çıkardılar. “Mihriban” Musa Eroğlu’nun duyurduğu güzel bir aşk şiiri ve türküsüydü. “Hâkim beğ” ise toplumsal taşlama...
Karakoç’un vefatı bir gerçeği yüzümüze vurdu.
Hani, “Biz ayrılamayız” diye bir şarkı var ya, yalan; biz öyle ayrılmışız ki, “ölüm acısı”nda bile...
Sağcıysan senin ölüm haberine bile yer yok ya da solcuysan sana yer yok!
Ayıp!
* * *
“Mihriban”ın şairine bu reva mıdır?
“Sarı saçlarına deli gönlümü/Bağlamışım, çözülmüyor Mihriban/Ayrılıktan zor belleme ölümü/Görmeyince sezilmiyor Mihriban.”
Allah rahmet eylesin!
Yorum Gönder