Riyakârlık, takıyye ve ötesi
“Neysen o ol!” Veya, “Özde ne isen, görünüşte de öyle ol!” diyor Hint Vedaları...
Dinlerin, daha geniş bir deyişle, insanoğluna aydınlık getirmek isteyen tüm sistemlerin bu ortak kabullerini, İslam adına ifadeye koyan Konyalı Mevlana Celaleddin (ölm. 1273) şöyle konuşuyor:
“Ya olduğun gibi görün, ya göründüğün gibi ol!”
Takıyyecilik de denen riya, yüzde görünenle özde olanın farklılığıdır. Din dilinde daha çok, ‘Allah için iş yapmak’ görüntüsü altında nefsi ve çıkarı için davranmaktır.
Yaratıcı, günahı olanlara değil, riyakârlara öfkelenmektedir. Tanrı, günahkârları affetmek için bahaneler ararken, riyakârları mahvetmek için bahane arar. Bunun içindir ki, olduğu gibi görünüp günah işlemek, riya bulaştırılmış ibadetten yeğdir.
Olduğu gibi görünmemek yahut göründüğü gibi olmamak, riya denen illeti ortaya çıkarıyor. Siyaset dilinde buna takıyye deniyor. Ve bu illet, İslam Peygamberi tarafından, insanlık adına ‘en korkutucu musibet’ olarak kaydediliyor. Çünkü riya, yine İslam Peygamberi’nin ifadesiyle, ‘şirk-i hafî’ yani ‘gizli şirktir’tir.
Ve şirk, Kur’an’ın temel düşmanıdır.
Amansız düşman riya, felaketlerin en acımasızı olarak, Kur’an bağlılarının tarih boyunca uykularını kaçırmıştır. Görünmez düşmandır riya. Sinsi, namert, kahpe düşmandır. Hep arkadan vurur. Hep kuzu postu içinde saklar zehirli dişlerini.
Riyakârlığın insan hayatına bir ur gibi musallat ettiği tip, onursuz, güvenilmez insan tipidir. Bir gülücüğün, bir tutam sakalın, iki rekât namazın, beş kuruşluk sadakanın arkasında kâinat dolusu rezilliği saklayabilir riyakâr.
Kur’an terminolojisinde riyanın kurumsal adı nifak, bunun temsilcisi de münafıktır. Münafıklık, Allah ile aldatmayı sanat haline getirmiş dincilik bezirgânlarının iddia ettikleri gibi, ‘Müslüman olduğunu söylediği halde ibadet yapmamak, günah işlemek’ değildir. İbadetsizliği veya günahkârlığı münafıklık olarak tanıtmak, din adına söylenecek yalanların en büyüğüdür.
Dinci yalancıların söylediklerinin tam tersine, münafıklık, görünürde ibadet ve taat içinde olduğu halde, dinin temel ahlak ve paylaşım buyruklarına aykırı davranmaktır. Münafıklık bir ‘günah zaafı’ değildir; münafıklık bir ahlak çöküşüdür. Böyle olduğu içindir ki, Allah ile aldatma tezgâhçıları, ibadetleriyle öne çıktıkları halde ahlaklarıyla çöküş içindedirler.
Bu, onlara Tanrı’nın bir ‘riyakârlık’ cezasıdır.
RİYASIZ GÜNAH KURTARIR, RİYAKÂR İBADET BATIRIR
Samimiyet, hür irade ve serbest seçimin ürünü olan günahlar, riyakârlığın ürünü olan ibadetlere tercih edilmelidir.
Neden? Gerekçeyi de gösteriyorlar: Böylesi günahlar, insana, gerçekte ne olduğunu ve eksiklerini belletir. Eksiğini fark eden benlik, olgunluğu arar ve Tanrı önünde boynunu büker. Bu boynu büküklükse tanrısal rahmet ve bağıştan nasiplenmenin en emin yollarından biridir. Oysaki riyakârlığın insanı iteceği çukur, tanrısal rahmetle aramıza aşılmaz engeller koyar.
Tanrı Elçisi Hz. Muhammed’in riya saltanatını yıkmaya yönelik tavır ve sözleri burada sıralanamayacak kadar çoktur. Bir tanesini verelim:
“İçinizde, insanları hayret ve takdire sevk edecek kadar ibadet edenler olur. Bunların kendileri de kendilerine hayret ve takdir hissi duyar. Ama bunlar bu hallerine rağmen, okun yaydan fırlayıp çıktığı gibi dinden çıkarlar.” (Nâsıruddin Elbanî, el-Ahâdîs es-Sahîha, 4/519)
Riyanın kuşattığı benliklerin temsil ettikleri tüm değerler hayal kırıklığından öte bir şey getirmiyor. Riyakârların doldurduğu camilerden Allah’a yükseliş beklemek, aldanmaktır.
Kutsarız o günahı ki, riyanın karanlık perdelerini yırtar ve Yüce Tanrı önünde bize gözyaşı döktürür. Yakınırız o ibadetten ki, gönülleri riyanın yapay ilahlarıyla doldurup insanı şeytanın oyuncağı haline getirir.
Yaşar Nuri Öztürk/Yurt
Yorum Gönder