Ziya Paşa’nın Dizeleri, Günümüze Yansıması Ve Anımsattıkları - Cevat Kulaksız

Hâkimiyeti Milliye’nin sayfalarında Sayın Faruk Haksal’ın “Deniz Feneri’nin Savcıları Sanık, Sanıkları Müşteki” başlıklı yazısını okuyunca, Ziya Paşa’nın adeta 150 yıldır söylenen atasözü haline gelmiş şu dizelerini anımsayıverdim:
“Kadı ola davacı ve muhzır dahi şahit
Ol mahkemenin hükmüne derler mi adalet?” Ziya Paşa (1825-1880)
“Mahkemenin kadısı davacı, mübaşiri de onun şahidi olursa, o mahkemenin vereceği karara adalet denir mi?” (Bu özdeyişi aldığımız Terkib-i Bend’de bulunan bazı dizeleri incelerseniz, günümüzde bile söylenmekte olduğunu görüyoruz).
Deniz Feneri Soruşturmasının Türkiye ayağına bakarsanız, gelişen olaylarla Ziya Paşa’nın bu dizeleri nasılda örtüşüyor.
Alman ceza mahkemesi olayı soruşturuyor, sanıklara ağır cezalar veriyor. Olayı “çağın en büyük dolandırıcılık vakıası” olarak niteliyor ve esas sanıkların da Türkiye’deki yetkililer olduğunu tespit ediyor.
Bu olayda savcılarımız Almanya’ya giderek olayı aydınlatmaya çalışıyor, failler tutuklanıyor, tam iddianame hazırlanırken, bakıyorsunuz ki, “bizim adamlara nasıl dokunursun ha” dercesine savcılar görevden alınıp haklarında uyduruk gerekçelerle dava açılıyor. Oysa Alman yargıçlar, oradaki yan uzantılarını yargılayıp cezalarını verdiler, sanıklar çıktılar bile. Hem de “Türkiye’deki bu sanıkları biz yargılayalım” diyorlar. Çünkü suç yeri Almanya da ondan.
Fısıltı gazetesinden duyduğumuza göre, Türkiye’deki Deniz Feneri soruşturmasında gözaltına alınan zanlılar üç ay gözaltında iken, “bizi fazla tutarsanız bildiğimiz gerçekleri açıklarız yoksa” diyesiymişler; (neme lazım, ben de duyduğumun yalancısıyım.)
Deniz Feneri’ndeki olaylar konusunda CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçtaroğlu şöyle diyor: “Savcılar hırsız peşinde, Bakanlar Kurulu da savcıların peşinde. Başbakan’ın arkadaşlarını savcıların elinden aldılar!…” Sonra da savcıların başına çorap ördüler!… (İşte ben de ünlem ve üç nokta yan yana koydum)

YAZDIĞI YAZIDA ÜNLEM, ÜÇ NOKTA YANYANA KULLANDIĞI İÇİN DAVA AÇILMIŞ

(Kılçtaroğlu’nun bu sözü için bir hayret ve şaşkınlık ifadesi olarak ünlem işareti ve üç nokta yan yana koydum. Ama dişime bir taş değdi, sevgili okuyucular. Bakınız, Ankara’da bir panelde Gazeteci İlhan Taşçı, çeşitli hukuksuz uygulamalar konusunda bilgiler verirken, ünlem ve üç nokta yan yana koyma yüzünden dava açıldığını şöylece açıklıyordu:
“Yazdığım eleştiri yazımda cümle içinde üç nokta yan yana, ünlem işareti kullandım diye hakaret davası açıldı. Yani üç nokta yan yana ve ünlem işaretleri kullandı, hakaret etti diye dava açılan ilk gazeteciyim sanırım”.)
Kılıçtaroğlu’nun dedikleri doğru ise, savcıların başına gelenler için, demek ki şöyle bir olay var, “demek sen benim adamlarımı tutuklarsın, ben de sana bunu yaparım” intikamlı, kinli müdahale olayı var demektir. Tüm bunlar yargının yürütmenin emrine girdiğini gösterir. Şimdi nasıl Ziya Paşa’yı bu mahkeme özdeyişini söyleyerek rahmetle anmazsın. Demek ki Türkiye’de savcılar ve yargıçlar yürütmenin, siyasal iktidarın emrine alınmış. Yargı erkini elinde kırbaç gibi kullanan siyasi iktidar, kendini eleştirenleri, kendine muhalif kim varsa birer, beşer kodeslere atıyor, kırıp geçiriyor.
“Ankara’da bir panelde Anara Barosu Başkanı Prof Dr Av Metin Feyzioğlu da, bu adaletsizlikler konusunda şunları söylüyordu:
“Yargı bağımsız değildir, üst mahkemeler de artık bağımlı hale getirilmiştir. Adalet yoktur. Adalet mülkün temeli ise mülk elden gitmek üzeredir. Mülkten kasıt vatandır.

ÜLKEDEKİ ADALETSİZLİĞE YABANCILAR DA YAKINIYOR, İZLİYOR

Ülkedeki meşruiyetini yitiren, dünyadaki meşruiyeti sorgulanmaya başlanan bir siyasi iktidar dünyanın başka hükümetlerin geçici desteği ile böyle devam edemez.
Türkiye’deki yargı konusunda Avrupa Konseyi İnsan Hakları Komiseri Thomas Hammarberg, basın özgürlüğü diye başlayan rapor bölümünün sonunda, Türkiye’de yargı bağımsızlığı yoktur, yargı siyasi iktidarın eline geçmiştir” demektedir.
Av. Şenal Sarıhan Ankara’daki bir paneled şöyle diyordu: “İktidar hukuk dışı uygulamaları ile kuvvetler ayrığını bütünü ile yok ediyor, adalet terazisinin iki kefesine de iktidar oturmuş durumda. Adi yargılama artık kâğıtta kalmıştır”.
AB Komisyonu Genişlemeden Sorumlu Üyesi Stefan Füle’nin raporunda da şunlar yazılmakta:
“Türkiye’deki hukuki çerçevenin AB standartlarıyla uyumlu olmadığını görmekteyiz. Bu hukuki çerçevede ifade özgürlüğü Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ve onun içtihatları doğrultusunda yeterince garanti altına alınmıyor, yargının kısıtlayıcı bir yorum yapmasına müsaade ediyor. Ceza Kanunu, Basın Kanunu ve Terörle Mücadele Kanunu’nda değişiklik yapılmasına ihtiyaç var. Gazeteciler, yazarlar, akademisyenler ve insan hakları savunucuları aleyhine açılan çok sayıda dava ve soruşturma ifade özgürlüğü hakkına zarar veriyor. Bu, oto sansüre yol açmakta, medya üzerindeki usulsüz baskılarla ciddi endişe uyandırmaktadır. KCK’ya yönelik soruşturmada başta gazeteciler olmak üzere tutuklama dalgasından da kaygı duyuyoruz.”
Yine aynı panelde, İstanbul Barosu ve Ergenekon sanık avukatlarından Celal Ülgen de şunları anlatıyordu:
“Bu gün yapılan her hukuksuzluğun üstü örtülüyor. Yapılan her kanuna aykırı işler sanki legalmiş gibi yandaş medya tarafından servis ediliyor ve kamuoyu yaratılıyor.
Bu dönem tarihte isim konulacaksa Cılalı Taş Devri, ya da Yontma Taş Devri gibi bir isim konulacaksa hiç kuşkunuz olmasın bu dönemin adı üretilmiş deliller dönemidir. Türkiye’nin dört bir yanına delil ekiyorlar, sonra hasat zamanı geliyor ve bunları deriyorlar, dedikten sonra da aydınları tutuklamaya başlıyorlar.
Üretilmiş deliller konusunda alçak bir çete var. Bu alçak çete üç dönemi yaşıyor.

***

“Bu gün içinde bulunduğumuz hukuk sisteminin iki tane temel makinesi var. Birisinin adı YESMATİK, öbürünün adı REDMATİK. Yesmatik, savcılar tarafından getirilmiş ne varsa emniyetten kollukta getirilmiş ne varsa o makineden geçiriyorlar, savunmadan gelmiş ne varsa onu da redmatikten geçiriyorlar. Her şey önceden belli. Ret ya da kabul önceden belli. İşte yeni Türkiye’miz bu. Uğur Mumcuların, Muammer Aksoyların, Bahriye Üçokların ülkesi yeni Türkiye’dir bu. Önce aydınlarımız bombalayarak yok ediyorlardı, Şimdi de tutuklayarak, delil ekerek ve iftira atarak yok ediyorlar”.
Ergenekon savcılarından Celal Ülgen’in anlattıklarına göre, kolluk kuvvetlerinin içinde bir çete durmadan muhalifler aleyhine sahte deliller üretiyor, zamanı gelince de sahte bir ihbarla muhalifler şu bu çete davası adı altında yıllarca tutuklanıyorlar.
Bu nasıl iştir. Hani iman ettiğiniz İslam kitabında iftira edenler için “cehenneme gidecek” hükmünü bilmiyor musunuz?
İnsanın hemen aklına ister istemez Erzincan Başsavcısı İlhan Cihaner’in cemaatler hakkında soruşturma sürdürürken, “vay bizim cemaate nasıl dokunursun ha” diyerek tutuklanması geldi. Her iki olayda da savcıların başına siyasal erk tarafından çorap örülüyor demek ki.
Burada Ziya Paşa’nın “Mahkemenin kadısı davacı, mübaşiri de onun şahidi olursa, o mahkemenin vereceği karara adalet denir mi?” anlamına gelen mısraları geliyor.
Osmanlı’dan beri adaleti sakatlıyoruz. Ziya Paşa, Namık Kemal gibi aydınlar da ülkedeki haksızlıkları, adaletsizlikleri şiirlerinde bir feryat gibi dile getiriyorlar. Devrin Aydınları da, Ziya Paşa’dan Nedim Şener, Ahmet Şık’lara kadar ve daha niceleri gibi adaletteki haksızlıkları, adaletsizlikleri yazdıkça devrin müstebit, zalim yöneticileri bu aydınları zindanlara atıyorlar.
Adalet mülkün temeli ise, adalet bozuldukça mülk çatırdıyor. (mülk dediğimiz vatandır) Hani 600 yıllık Osmanlı ne oldu. Şimdiki vatanımız da, bu adaletsizlik ve hukuksuzlukla çatırdıyor. Başbakan RTE nin dediği gibi “zulümle abad olunmuyor” demek ki.
Türk adaletindeki bu yanlı durum nedeni ile siyasal erke ipotekli Türk yargısından ümidini kesen Silivri askerleri, tutukluları, kendileri için düzemece belgeler hazırlayan, iftira eden yöneticilere Ziya Paşa gibi lanet okumaya, beddua etmeye başladılar; feryatları arşa yükselmeye başladı. Devrin zalimlerine karşı bir feryat gibi şiiri aşağıya alıyoruz.

MENDERES’TEN DE ZALİMLER

Yaşı 60 ın üstünde olanlar hatırlarlar. İktidarda kaldıkça partizanlığı ayyuka çıkmış asılan Başbakan Adnan Menderes, rakiplerini, muhalefeti susturmak için anayasa dışı yolları dener, iktidara kök söktüren Osman Bölükbaşı’nı partisini kapattırır, kendini hapse atardı. (O vatan Cephesi ilanlarını söylemeyeceğim). Ama memleketi Kırşehir halkı onu yine seçerdi. Bunun önlemek için Menderes Kırşehir’i kaza yapıp Nevşehir’e bağlamıştı. MP Genel Başkanı Osman Bölükbaşı hapiste milletvekili olmuş, mazbatasını hapiste imzalayarak TBMM ine gelmişti.
İktidarda kaldıkça “milli irade” diyerek havalanan, babalanan “milli irade”den bahseden Sayın Recep Tayyip Erdoğan ve ll. Abdülhamit baskısından beter AKP iktidarında, halkın seçtiği Mustafa Balbay, Mehmet Haberal, Engin Alan ve öteki hapisten çıkarılmayan, milletvekillerine bakınca, ister istemez kendi kendimize, “bunlar Menderes’ten bile zalim” diyebiliyoruz.
Devrin yöneticileri, siyasi iktidarlar kendi aydınlarına, eleştiri yaptıkları, görüş ve düşüncelerini açıkladıkları, kitap yazdıkları için zulmediyor, sürgünlere gönderiyor, zindanlara atıyorlar, hem de sahte belgelerle, gizli tanıklarla. Başbakan RTE şöyle diyordu, CHP nin tek partili yönetimini kötülemek için “zulüm ile abad olunmaz”. Doğru bir söz, tarihte zulmeden bütün zalimler, faşistler asla rahmetle anılmazlar, yıkılıp giderler.
Ziya Paşa’nın bu dizeleri, onun devrin istibdadından, adaletsizliklerinden, nice haksızlıklardan yakınan Terkib-i Bend şiirinde, kasidesinde bulunmakta. Bilindiği gibi, ll. Abdülhamit Devri’nin istibdadını eleştiren, hürriyet, adalet isteyen Ziya Paşa, Namık Kemal, Şinasi gibi aydınlar ya zindanlara atılıyorlar, ya da sürgün ediliyorlardı. Bazıları da Avrupa’ya kaçıp fikir ve düşüncelerini orada çıkardıkları gazetelerle halka yaymaya çalışıyorlardı.

SÜRGÜN GAZETECİ NAMIK KEMAL

15 yıl önce Kıbrıs Magosa’da, ll. Abdülhamit’in Kıbrıs’a sürgün ettiği Magosa zindanına hapsedilen Namık Kemal’in yattığı yeri, o yerin önünde bir kaidede duran heykelini görmüştüm. Namık Kemal’in yanına durup resim çektirdim. Uzaklara doğru bakan Hürriyet, adalet aşığı aydınımızın kaidesi göğsünde yazılı şu dizeleri adeta kulağıma haykırıyor gibi idi:
“Sen oldun eziyetlerine ey gönül yakıcı mahzun ben mahzun
Felek gülsün sevinsin şimdi mahzun ben mahzun
Ölürsem görmeden millette umut ettiğim olgunlaşmayı
Yazılsın mezarımın taşına vatan mahzun ben mahzun”.
Hürriyet, adalet aşığı, vatansever Namık Kemal başka dizelerinde şöylece sesleniyor:
“Hayatını ortaya koymayan adaleti kuramaz
Kendini beğenmişliktir sebep her devletin yıkımına
Genelin tasalarıdır şikâyetimizin sebebi Kemal
Kendi derdi gönlümüzün billâh gelmez aklına”.

*

“Kurban edip vücudumu ben millet yoluna
Terk eyledim hayatımı mücadele fikrine
Cismim yok olsa da hırsım boğar seni
Vermem mecal sana halka ihanette”.
Şimdi Magosa zindanını anarken, Silivri zindanı, zulmeden çağdaş zalimler aklıma geldi.
Bu tıpkı günümüz aydınlarının Nedim Şener, Ahmet Şik ve yüze yaklaşan öteki gazetecilerin Silivri Zindanlarına tıkılmalarına ne kadar da benziyor. Dünyadaki insanlık tarihinde tüm zalimler, faşistler rahmetle anılmayacaklardır. Nasıl ki “mahkeme kadıya mülk değilse”, Başbakan RTE nin dediği gibi “zulüm ile abad olunmaz”. Şu mısraların dediği gibi Dünya mülkü Süleyman’a bile yar olmadı:
“Dünya mülkü Süleyman’a yar olmadı
Mülk burada ya Süleyman nerede”.

ZİYA PAŞA’NIN DEVRİN ADALETSİZLİĞİNE FERYAT GİBİ DİZELERİ

Ziya Paşa’nın Terkib-i Bendi’nden birçok dizesi özdeyiş ve atasözü olmuştur. Aşağdaki mısralarında Ziya Paşa da devrinin adaletsizlik, haksızlıklarından yakınıyor feryat ediyor. (Yer darlığından hepsini alamdık)

……………………………………………………..

Gadr ede reayasına vâli-i eyâlet
Dünyâda vü ukbâda ne zillet ne rezalet
Lâyık mıdır insân olana vakt-i kazada
Hak zahir iken bâtıl için hükmü imâlet
Kadı ola davacı vü muhzır dahi şahit
Ol mahkemenin hükmüne derler mi adalet
Ey mürtekib-i har bu ne zillet ki çekersin
Bir kaç kuruşa müddet-i ümrünce hacâlet
Lâ'net ola ol mâle ki tahsîline ânın
Yâ din ola yâ ırz veya namus ola âlet
Âdem olanın hayr olur âdemlere kasdı
İnsanlığa insanda budur işte delâlet
İnsan ona derler ki ede kalb-i rakîki
Alâm-ı ben-i nev'i ile kesb-i melâlet
Âdem ona derler ki garazdan ola sâlim
Nefsinde dahi eyleye icrâ-yı adalet
Sâdık görünür kisvede erbâb-ı hiyânet
Mürşid sanılır vehlede ashâb-ı dalâlet
Ekser kişinin suretine sîreti uymaz
Yârâb bu ne hikmettir ilâhi bu'ne halet
Ümmîd-i vefa eyleme her şahs-ı degalde
Çok hacıların çıktı haçı zir-i begalde
VII
Bir abd-i habeş dehre olur baht ile sultan
Dahhâk'in eder mülkünü bir gâve perişan
İkbâline idbârınadil bağlama dehrin
Bir dâirede devr edemez çenber-i devrân
Zâlim yine bir zulme giriftar olur âhır
Elbette olur ev yıkanın hanesi viran
Ekser görülür çünkü ceza cins-i amelden
Encamda âhenden ölür rahne-i sühan
Tezkîr olunur la'n ile haccâc ile cengiz
Tebcîl edilir nûşirevan ile süleyman
Kabil midir elfaz ile tagyir-i hakikat
Mümkün mü ki tefrik oluna küfr ile îmân
Birhâkden inşâ olunur deyr ile mescid
Birdir nazar-ı hak'da mecûs ile müselman
Her derdin olur çaresi her inleyen ölmez
Her mihnete bir âhir olur hem gama pâyan
Geh çâk olunur damen-i pâkize-i ismet
Geh iffet eder âdemi ârâyiş-i zindan
Sabr et siteme ister isen hüsn-i mükâfat
Fikreyle ne zulm eylediler yusuf a ihvan
Zâlimlere bir gün dedirir kudret-i mevlâ
Tallahi lekad âserakellâhu aleynâ
VIII
Her şahsı harîm-i hakk'a mahrem mi sanırsın
Her tâc giyen çulsuzu edhem mi sanırsın
Dehri araşan binde bir âdem bulamazsın
Adem görünen harları âdem mi sanırsın
Çok mukbili gördüm ki güler içi kan ağlar
Handan görünen herkesi hurrem mi sanırsın
Bil illeti kıl sonra müdâvâta tasaddî
Her merhemi her yareye merhem mi sanırsın
Kibre ne sebeb yoksa vezirim deyu gerçek
Sen kendini düstûr-ı mükerrem mi sanırsın
Ey müftehir-i devlet-i yek-rûze-i dünya
Dünya sana mahsûs u müsellem mi sanırsın
Hâlî ne zaman kaldı cihan ehl-i tama'dan
Sen zâtını bu âleme elzem mi sanırsın
En ummadığın keşf eder esrâr-ı derûnun
Sen herkesi kör âlemi sersem mi sanırsın
Bir gün gelecek sen de perîşan olacaksın
Ey gonca bu cem'iyyeti her-dem mi sanırsın
Nâmerd olayım çarha eğer minnet edersem
Çevrinle senin ben keder etsem mi sanırsın
Allah'a tevekkül edenin yaveri hak'tır
Nâşâd gönül bir gün olur şâd olacaktır
IX
Pek rengine aldanma felek eski felektir
Zîrâ feleğin meşreb-i nâsâzı dönektir
Yâ bister-i kemhada ya vîrânede can ver
Çün bây ü gedâ hâke beraber girecektir
Allah'a sığın sahs-ı halimin gazabından
Zîrâ yumuşak huylu atın çiftesi pektir
Yaktı nice canlar o nezaketle tebessüm
Şirin dahi kasd etmesi cana gülerektir
Bed-asla necâbet mi verir hiç üniforma
Zer-dûz palan vursan eşek yine eşektir
Bed-mâye olan anlaşılır metiis-i meyde
İşret güher-i âdemi temyize mihektir
Nush ile yola gelmeyeni etmeli tekdir
Tekdîr ile uslanmayanın hakkı kötektir
Nadanlar eder sohbet-i nadanla telezzüz
Dîvânelerin hem-demi dîvâne gerektir
Afv ile mübeşşer midir ashâb-ı merâtib
Kânûn-ı ceza âcize mi has demektir
Milyonlaçalanmesned-iizzetteser-efrâz
Bir kaç kuruşu mürtekibin câyı kürektir
İman ile din akçadır erbâb-ı gınada
Nâmûs u hamiyyet sözü kaldı fukarada
X
İkbâl için ahbabı siâyet yeni çıktı
Bilmez idik evvel bu dirayet yeni çıktı
Sirkat çoğalıp lafz-ı sadâkat modalandı
Nâmûs tamam oldu hamiyyet yeni çıktı
Düşmanlara ahbabını zemm oldu zerafet
Dildârdan agyâra şikâyet yeni çıktı
Sâdıkları tahkîr ile red kaide oldu
Hırsızlara ikram u inayet yeni çıktı
Hak söyleyen evvel dahi menfur idi gerçi
Hâinlere amma ki riâyet yeni çıktı
Aciz olanın ketm olunur hakk-ı sarîhi
Mahmîleri her yerde himâyet yeni çıktı
İsnâd-ı ta'assub olunur merd-i gayura
Dinsizlere tevcih-i reviyyet yeni çıktı
İslâm imiş devlete pâ-bend-i terakki
Evvel yoğ idi işbu rivayet yeni çıktı
Milliyyeti nisyan ederek her işimizde
Efkâr-ı frenge tebaiyyet yeni çıktı
Eyvah bu bâzîçede bizler yine yandık
Zîrâ ki ziyan ortada bilmem ne kazandık
XI
Zahirde görüp bizleri sanma ukalâyız
Biz bir sürü âkil sıfatında budalayız
Akil denilir mi bize kim hâli bilirken
Dildâde-i âlâyiş-i nîreng-i hevâyız
Yârân-ı vatandan bizi özler bulunursa
Düştük sefer-i gurbete muhtâc-ı duayız
Terkîb-i acîbiz iki hâsiyyetimiz var
Ahbabımızın devletiyiz hasına belâyız
Küncîde durur hırkamız altında künûzât
Dervişleriz gerçi nazarda fukarayız
Ukbâya yarar bir işimiz yok ise bârî
Azâde-dil-i şâibe-i zerk ü riyayız
Devletlülere bizleri tahkir düşer mi
Biz âciz isek de yine mahlûk-ı hüdâyız
Bir âfet-i hunhara esîr oldu gönül kim
Her nâzına her lâhzada bin kerre fedayız
Hatırda durur sohbetinin lezzeti hâlâ
Gerçi o şereften nice yıldır ki cüdayız
Her çevrine razılarız ey şâh-ı melâhat
Bizler ki kuluz mu'tasım-ı bâb-ı rızâyız
İster bize lutf eyle diler bizden ırağol
Dünyada heman sen şeref ü şân ile sağ ol
XII
Her millet için bir düzüye adlini âm et
Fikr-i gazab-ı hazret-i mabûd-ı enam et
Bevvâl-i çeh-i zemzemi la'netle anar halk
Sen kabe gibi kendini hürmetle benâm et
İncinmemek istersen eğer mülk-i fenada
Bir kimseyi incitmemeğe hasr-ı meram et
Bir yerde ki yok nağmeni takdir edecek gûş
Tazyi'-i nefes eyleme tebdîl-i makam et
Avret gibi mağlûb-ı hevâ olma er ol er
Nefsin seni râm etmeye sen nefsini râm et
Mânend-işecernâbit olur sabit olanlar
Her kangı işin ehli isen anda devam et
Noksanını bil bir işe ya başlama evvel
Yâ başladığın kâr-ı pezîrâ-yı hitâm et
Uğrarsa saba râhın eğer semt-i irak'a
Bağdad iline doğru dahi azm ü hıram et
Merdân-ı suhendânı ziyaret edip andan
Adâb ile git ravza-i rûhî'ye selâm et
Tahsinini arz eyleyip evvelce ziyâ'nın
Bu beyti huzurunda oku hatm-i kelâm et
Meydân-ı suhende yoğ iken sen gibi bir er
Bir şâir-i rûm oldu sana şimdi beraber

*
TEVFİK FİKRET’İN ÜLKEYİ YAĞMALAYANLARA SESLENİŞİ

Başta iktidardakiler olmak üzere milletvekilleri, milletin aslına, halkına devede kulak bile olmayan zam verirken, kendileri güya çaktırmadan gece yarısından sonra yüzde yüzlere varan maaş ve emekli maaşlarını artırırken, aklımıza Tevfik Fikret’in ( 1867-1915) Han-ı Yağma şiiri geldi. Yazım uzadı ama onu da buraya alma gereğini duydum. Yazımı yine şiirle bitirmek istiyorum. Devrin adaletsizliğine, vurgun ve soygunlarına kalemi ile ve şiirleri ile karşı çıkan Tevfik Fikret şöylece sesleniyor:

HAN-I YAĞMA / YAĞMA SOFRASI

Bu sofracık efendiler , - ki yutulmaya hazır
Huzurunuzda titriyor – şu milletin hayatıdır;
Şu milletin ki eziyette, şu milletin ki can çekişir
Fakat sakın çekinmeyin, yiyin, yutun hapır hapır...
Yiyin, efendiler, yiyin; bu iştahlı sofra sizin;
Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin!

Efendiler, pek açsınız, bu çehrenizde bellidir;
Yiyin, yemezseniz bugün yarın kalır mı, kim bilir?
Şu nimetlerin çığırmasına bakın, buyurmanızla şereflenir!
Bu hakkıdır kavganızın, evet, o hak da elde bir...
Yiyin, efendiler, yiyin; bu sırf safa sofra sizin;
Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin!

Bütün bu nazlı beylerin ne varsa ortalıkta say:
Soy, sop, şeref, gösteriş, oyun, düğün, konak, saray
Bütün sizin, efendiler, konak, saray, gelin, alay;
Bütün sizin, bütün sizin, hazır, kolay...
Yiyin, efendiler, yiyin; bu iştahlı sofra sizin;
Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin!

Büyüklüğün biraz ağır da olsa hazmı yok zarar,
Gösterişin gururu var, intikamın sevinci var,
Bu sofra iltifatınızdan değer ve hoşnutluk umar.
Sizin şu baş, beyin, ciğer, bütün şu kanlı lokmalar
Yiyin, efendiler, yiyin; bu cana can katan sofra sizin;
Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin!

Verir zavallı memleket, verir ne varsa: malını,
Vücudunu, hayatını, ümidini, hayalini,
Bütün rahatlığını, yüreğinin olanca şevkini,
Hemen yutun, düşünmeyin haramını, helalini...
Yiyin, efendiler, yiyin; bu iştahlı sofra sizin;
Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin!

Bu harmanın gelir sonu, kapıştırın giderayak!
Yarın bakarsınız söner bu gün çatırdayan ocak!
Bugün ki mideler sağlam, bu gün ki çorbalar sıcak,
Atıştırın, tıkıştırın, kapış, çanak...
Yiyin, efendiler, yiyin; bu nimet dolu sofra sizin;
Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin!

Yorum Gönder

[blogger][facebook][disqus]

Kemalın Askeri

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget